"Bizim bazı muhataplarımız, ya tasfiye edildi ya da tutuklandılar.”
ABD'li yetkili böyle demiş...
İster kötü niyetime, ister salaklığıma verin, ben bu açıklamayı başka türlü okudum.
Hani küçücük bir kelime, tümce ya da olay eskilerden bir filmi getirip önünüze koyar ya, öyle oldu. Bu açıklamayı okur okumaz, işte o meşhur tümce çınladı kulaklarımda.
"Bizim çocuklar kazandı" tümcesi, beynimde çalkalandı durdu ve başka bir hale dönüştü:
"Bizim çocuklar kaybetti..."
Birileri, darbenin savuşturulmasından hoşnut olmayabilir, ağızlarından çıkanı kulakları da duymayabilir...
Ama...
Biz de artık evimizi doğru dürüst temizlemeliyiz.
Demokrasi, insan hakları, hukuk artık lafta kalmamalı...
Başarırsak kim ne demiş umurumuzda olmaz. Kızmayız bile.
Sanki birileri, "Bu ülkeye asla demokrasi gelmeyecek" mesajı veriyor gibi. Sanki ayağımıza sıkan birileri var gibi.
FETÖ'yü, kaçak darbeci askerleri geri istiyoruz, ama baş köşeye de idamları koyuyoruz.
Eğri oturup doğru konuşalım...
İdamları geri getirme laflarının dolandığı bir ülkeye, "kaçaklar" iade edilir mi?
Zaten "ne yapalım" diye kıvranmakta olan birileri, "Arkadaş, idam muhabbeti beni bozdu. İstediğiniz kişiyi de kişileri de veremem" derse ne yapılacak?
Yunanistan'dan da benzer sesler gelmeye başladı bile.
Sonra, 80 yaşında hasta bir şairimiz Hilmi Yavuz'un gözaltına alınması, yılların gazetecilerine ters kelepçe takılması küçük ayrıntılarmış gibi görünebilir mi?
Bir de böyle anlarda "kraldan çok kralı" oynayanlar olur. Oynuyorlar da. En önde yaka bağırlarını açmış şiddet, nefret kusanlar var.
Aman dikkat...
"Hain mezarlığı" kurmaya kafa yoracağımıza, şu günlerde daha olumlu, daha kucaklayan, dinleyen, anlamaya çalışan bir hayatı oluşturmalıyız.
Mezarlar yaşayanlar, geride kalanlar için bir anlam taşır. Bir suçlunun faturasını geride kalanlara çıkarmaya ne hakkımız var.
Bereket yanlıştan geri dönüldü. Keşke hiç kalkışılmasaydı.
"Emir kulu" asker oğlu Kurtuluş Kaya'nın terhisine 12 gün kala linç edilerek öldürüldüğünü anlatan baba Satılmış Kaya'nın anlattıkları içimi burktu.
"O anın kızgınlığıyla yapılmış hareketler" deyip geçemeyiz. Görüntüleri ve fotoğrafları ortalıkta gezinen kendilerine görev çıkarmış saldırganların da gerekli cezayı alması gerekir.
Yetkililerin ağzından neler yapıldığını ve yapılacak olduğunu dinliyoruz.
Tüm geçekleşen ve yarıda kalan darbelerden sonra, gelip geçen sivil hükumetler bir demokrasi temeli atmayı, herkese eşit işleyen bir hukuku oluşturmayı, emekten, insan haklarından yana bir hayatı kurmayı başaramadılar. Daha doğrusu başarmak da istemediler.
Döndük dolaştık aynı günlere geldik.
Hazırlanan çatı iddianamesine göz gezdirenleriniz ya da televizyonlardan, internetten bilgi sahibi olanlarınız vardır.
1990'lı yıllardan bu yana bilinmeyen hiçbir şey yok. Madde madde anlatılmış.
Peki biz o korkunç geceyi neden yaşadık?
Eğer Cumhurbaşkanı'nın arkasında esas duruşta bekleyen subay bile şüpheli olabiliyorsa, durumun vahametine söylenecek söz bulmak zorlaşıyor.
Artık birbirimize propaganda yapma alışkanlığından vazgeçip, tarihin tekerrür etmeyeceği sağlam bir yapının yollarını döşemeye başlamalıyız.
Bu ülkede tarih her on yıllarda bir tekerrür etti, çok acılar çektik. Şu anda da acılara gömülmüş durumdayız. Biz göremedik, bari çocuklarımıza, torunlarımıza yaşanılası bir dünya yaratalım.
Yetti artık...
Yetsin artık...