Üzgünüm, söylemek zorundayım; "yas"lar da pörsüdü bu ülkede...
Televizyonlara, gazete manşetlerine bakıyorum. Hepsi yasta. "Çöplük medyası" derken acaba abartıyorum mu diye soruyordum kendime. Çok haklıymışım.
İş adamı Mustafa Koç, yaşamdan ayrıldı, hepimizin gideceği yere uğurlanıyor. Yakınlarına sabır diliyorum…
Benim anlatacaklarım başka…
Televizyonlarda en önemli haber. Dakikalarca hayatı, hatıraları, nereden gelip nereye gittiği velhasıl bilmek istediğiniz ya da hiç ilgilenmediğiniz ne kadar ayrıntı varsa ortaya dökülmüş.
Gazete manşetleri karalar bağlamış. Hepsi yasta birbirini geçmeye çalışıyor gibi bir halleri var. Koç ailesinin bile bu kadar "duygusallıktan" rahatsız olduğunu düşünüyorum…
Dedim ya derdim başka…
Bu kadar duyarsız, bu kadar görmezden gelen, yakıcı insanlık hallerine, ölümlere, kıyımlara bu kadar uzak duran "çöplük medyası"nın bu "duyarlılığı" size normal geliyor mu?
O yaşlı kadının bir hafta boyunca cadde ortasında kalan soğuk bedeninin bir türlü neden kaldırılamadığını okuyup duydunuz mu onlardan?
Kör kurşunların hedefi olup yol ortasında kalan torununun cansız bedenini almaya çabalayan dedenin de vurulup en sevdiği varlığa sarılışını gördünüz mü o televizyonlarda, gazetelerde?
El arabasında ölülerini ürkekçe kaçırmaya çalışan eli beyaz bayraklı insanlara nasıl ateş edildiğini gördünüz mü bu "duyarlı" medyadan? Gazeteci, kameraman Refik Tekin'in tüm internette gezinen korkunç görüntülerini o ekranlarda izleyebildiniz mi?
Diyarbakır'da neler çektiğini anlatan genç pırıl pırıl gazeteci delikanlının sesini duyan oldu mu? Sürekli gözaltı, tehdit, tutuklama ve mermilerin altında koşturan gerçek gazetecilerin hangi haberi girdi o "duyarlı" çöplük medyasının sayfalarına, ekranlarına?
TOFAŞ'ta hak mücadelesi veren, işlerinden atılan ve baskı gören işçilerle ilgili tek satır görebildiniz mi?
İnsanları ötekileştiren, hedef gösteren, nefret kusan, sürekli egemenlerin yanında saf tutan ve gazetecilik yaptıklarını yutturmaya çalışan bu insanların duyarlılığına inanılabilir mi? O timsah gözyaşlarının buram buram sahtekarlık koktuğu anlaşılmaz mı?
Bakınız aynı günlerde yaşamını yitiren ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim insanı, yazar Tahsin Yücel'le ilgili tek satır da göremezsiniz oralarda. Değerli hocamın anısı önünde saygıyla eğilirken, Yalan romanından bir alıntı paylaşmak istiyorum:
"Yaşamım boyunca hiç yalan söylemedim, ama tüm yaşantım yalan olup çıktı. Tüm yaşamım, baştan sona."
Yalanlara, dolanlara boğulmuş bir hayatta yas tutmanın da nirengisi kaymış. Önemlilerle önemsizler, değerlilerle değersizler, sevdiklerimizle sevmediklerimize göre kaftan biçilir bir hayat bu.
O "duygusallıkta" yarışanlar, keşke bir manşeti de asfaltta ölü bedeni bir hafta yatan Gaybet anaya ayırabilselerdi. Keşke torunu üzerine kapaklanmış dedeyi görebilselerdi. Keşke onlar için de yas tutabilselerdi…
Keşke "duyarlı" yetkililerimizin ağzından da kafasına kapsül yeyip ölen çocuklarımız, asfalta küçük bedenleri düşen bebeklerimiz, kentin göbeğinde vurulan genç kızlarımız, buzdolaplarında günlerce saklanan ölü bedenlerimiz için de bir tek kelimecik "yas" duyabilseydik…
Keşke…
"Her ceset, sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz" demiş Tezer Özlü...
Yasta ayırım yapmadığımız kadar insanlaşacağız…
"Analar ağlamasın" tümcesini tüm analar için içselleştirdiğimiz kadar insanlaşacağız...
Üzgünüm, tekrarlamak zorundayım; yasalar gibi yaslar da pörsüdü bu ülkede…
Ne yazık ki...