03 Nisan 2016

O an, bazen hayatınız olur…

Belli mi olur, tam da o an'ı yaşıyorsunuzdur, sizin de aklınıza yeni sorular geliveriyordur...

Ayvalık'ın insanı derinlere çeken sokaklarında dolanırken, İda'nın binlerce yıllık öyküleriyle "cebelleşirken" içinizden sürekli birileri seslenir gibi olur…

Elimizin tersiyle ittiğimiz geçmişle umursamadığımız gelecek arasında kalan " o an" gerçekten hayatımızın en anlamlı zamanı mıdır?

O gün, "içimdeki birileri" gündemi böyle belirledi…

Zamanımızın "modası", o anı yaşamak, ille de o anı…

O an geçince geçmiş mi oluyor?

O an çok değerliyse neden elimizin tersi oluyor?

Her türlü "ilişki"ye aşk dediğimiz bu koşturmaca içinde acaba yalnız o an'lara mı sığındık, yalnızca o an'lar mı mutluluk aracımız oldu?

İçimde arka arkaya sorular dolanırken, Meryl Streep'in hüzünlü yüzü geldi karşıma oturdu. Çoğunuz izlemişsinizdir. Bizde kötü bir çeviriyle "Yasak İlişki" diye oynamıştı The Bridges of Madison County.

O an'ın tüm hayatı kapsadığı büyük bir aşkı, "bizimkiler" günün modasıyla ilişkiye indirgeyivermişler.

Mütevazi bir hayat süren evli bir kadının, yöreye fotoğraf çekmeye gelen Robert'la (Clint Eastwood) yaşadığı o an'ın nasıl tüm hayatı kapsadığını anlatıyor film.

Çok sevmiştim o filmi…

Belki de o an'ın hayatımızı kapsadığı kadar değerli olduğuna inananlardan olduğum içindir.

Aşka dair ahkam kesecek halim yok. Sizi bilemem, aşkın kendimizle ilgili ve tek kişilik olduğu ruhuma daha yatkın gelir.

Sıradan ilişkilerde bitip tükenmez o an açlığı olduğunu düşünmüşümdür hep… Harika bir o an, geçti, yenisi gelsin… Sanki içimiz boşalıyormuş, ruhumuza yer kalmıyormuş gibi olmuyor mu?

Ruhumuza iyice "sıvanan" bazı zamanlar ömrümüzün büyük kısmını hatta tümünü kapsadığında gerçek anlamını bulmuş olmuyor mu? O an dediğimizde gerçekten bir "o an"dan söz etmiş olmamız gerekmiyor mu?

Ayvalık'ın dar sokaklarında artık ayakta duracak "takati" kalmamış asırlık evlerinin hüznüne, İda söylenceleri eşlik ediyor, boyuna yürüyorum. Onca sorudan sonra yanıtlar sıralıyorum kendimce.

O an'ı yaşarken geçmişteki o an'ı elinizin tersiyle kovalıyorsanız, başka bir o an peşinde koşmaktan yorulacaksınız demektir.

O an öyle bir şey olmalı ki, içinize, ruhunuza, her yerinize sinmeli. Sinmeli ki gerçek anlamını bulsun.

O an dediğinizde aklınıza hayatınızın en vazgeçilmez, bazı zamanlar en katlanılmaz an'ı gelsin.

Ruhunuz o an'ların peşinde koşuşturmaktan bitap düşmesin.

Zordur…

Biliyorum…

Ama böyle insanlaşıyoruz.

Ya da ben öyle sanıyorum.

Belki de zırvalıyorum.

Belki de o an'ı çok abartacağım tuttu…

Neyse, unutun gitsin…

Ama, şu günlerde özlemle andığımız Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sına okuduysanız bile yeniden göz gezdirmeyi unutmayın.

Belli mi olur, tam da o an'ı yaşıyorsunuzdur, sizin de aklınıza yeni sorular geliveriyordur...

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"