23 Ağustos 2016

Hangi arada bu hallere geldik?

Kahpe bir bombayla yaşamlarını yitirenleri daha toprağa vermeden ortaya dökülen nefret söylemleri bizi neden utandırmıyor?

Merhamet, vicdan, utanç arıyorum; göremiyorum...

Meydanları "demokrasi" diye dolduran milyonları arıyor gözlerim, göremiyorum...

Ölü çocuk bedenleri, bir merhamet, vicdan ortamı yaratır diye umutlanıyorum.

Heyhat...

Kendini gazeteci, yazar ve insan sanan bir kadın, Twitter hesabından, "HDP vekilleri bölgeye gidiyorsa Antep saldırısı danışıklı dövüştür, provokasyona gidiyorlardır" diye yazarken yüreği sanki buz bağlıyor.

AKP'li yetkili, ölü bedenler üzerinden politika yaparken ekrandaki yüzü kızarmıyor, bozarmıyor.

FETÖ'yü göklere çıkardığı görüntüleri önümüzde "canlı canlı" dururken az önce küfürler yağdıran o insanın yüzüne bakamıyorum, yerine ben utanıyorum...

Ülkeyi kana bulayan, geleceğimizi karartmak isteyen FETÖ'yü hayatımızdan silmek için ayağa kalkılmadı mı? Meydanlar, bu nedenle doldurulmadı mı? Tüm ülke hep bir ağızdan "demokrasi"yi çağırmadı mı?

Peki, neler oluyor, neden oluyor?

Üstü başı yırtılarak gözaltına alınan gazeteciler, evleri basılan aydınlar, bir tek tümcesiyle linç edilenler, hücrelere tıkılan anasıyla iki dakika görüşmesine izin verilen yazarlar, korkular, tedirginlikler, umutsuzluklar, bekleyişler...

Gerçekten neler oluyor?

Yoksa bu ülkede darbe oldu da bir tek benim haberim mi yok?

Kahpe bir bombayla yaşamlarını yitirenleri daha toprağa vermeden ortaya dökülen nefret söylemleri bizi neden utandırmıyor?

Uzun yıllar başına gelmedik kalmayan, saldırılarla, ölümle burun buruna yaşayan, ama yılmayan, en son evi basılan  İnsan hakları savunucusu, İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkez yöneticisi, İstanbul Barosu üyesi avukat Eren Keskin, “Ben 90’larda da çok baskın yaşadım, iki kez silahlı saldırıya uğradım ama ilk kez evim maskeli timlerce basıldı. Ben 30 yıldır insan hakları mücadelesi içindeyim, kendimi bu kadar çaresiz hissetmemiştim. 90’ların her gün ölüm tehditleri aldığımız, her gün bir arkadaşımızın ölüm haberini aldığımız günlerinde bile ben bu kadar umutsuz değildim" derken bugünkü halimizi özetliyor.

Biz hangi arada bu hallere geldik?

Ülkenin üzerinden zaten hiç kalkmayan korku perdesi ne zaman aralanacak?

Evimizin bir yerlerini temizlerken diğer yerleri kir pas içinde.

Bütün odalarımızı temizlemeden, güzelleştirmeden nasıl rahat edeceğiz?

Yan odadan çığlık sesleri gelirken nasıl hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşayacağız?

Çektiği onca acıya karşın, "Nerede bir can ölse/Oralı olur yüreğim, olmalı zaten/ Olmazsa 'insan' olmaz yüreğim..." dizelerine hayat veren Ahmed Arif'ler bu topraklardan fışkırmadı mı?

Tüm baskılara, darbelere, itilmeye, kakılmaya, işkencelere, ölümlere, korkulara karşın güzellikler yaratan bu topraklara, artık bahar gelsin, güneş yüzünü göstersin. Ölüm kokan bu topraklar artık çiçek koksun.

Yeter ki, ülkede tüm meydanları doldurarak "demokrasi" diye haykıranlar bunu sözde bırakmasın.

Şu ölümlü dünyada, vicdanımızdan, insanlığımızdan özgürlüğümüzden başka neyimiz var?

Ne yazık ki, kaybedilince bulunmuyor...

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"