02 Eylül 2016

Demek sıra "ham çökelek"e geldi

Biz demokrasiyle hiç karşılaşıp, tanışmadık ki...

Kıpır kıpırdı...

"Ham Çökelek"in nağmelerine uyarken yerinde duramayan o delikanlıyı "zıpır"  biri sanırdım, meğer "zıpkın" gibiymiş.

Atilla Taş'ı çoğunuz bilirsiniz. Demek sıra ona da gelmiş.

Bazen nerede olursanız olun, ne yaparsanız yapın canınızı acıtacak ne kadar olay varsa gelip önünüzde sıraya geçiyorlar. Hangi birine bakacağınızı, üzüleceğinizi, içinizin kavrulacağını bilemiyorsunuz...

Oysa Kazdağları'nın en sevdiğim yeşilliklerinde, Mehmetalan köyünde oksijen takviyesi yapıyordum.  Yorgunluk çayımı içerken, ayaklarım Zeytinli deresinin buz gibi sularında kendine geliyordu. Hiç yağmur havası yoktu. Üzerimden geçen bir avuç bulut salıverdi kendini. Toprak mis koktu. 

Dere boyunca sıralanmış piknik masalarından şen şakrak sesler geliyor. Yaşama sevinci "fışkırıyor". Büyükler sofrayı hazırlarken çocuklar serin sularda yeni oyunlar keşfediyor. 

Hemen üstünüzde Milli Park'ın sınırları başlıyor. Sarıkız tepesinden süzülüp gelen sular, Kazdağları'nın içinde kan damarları gibi dolaşıyor, bize hayat veriyor. Bu sularda bir sihir var sanırım. Gençleştiriyor, dinçleştiriyor. 

Çadırınızı alın gelin. İster Hızır ister Akaleos'a kurun kampınızı. Kente dönerken ne kadar değiştiğinize şaşıracaksınız.

Ne diyordum, nereye geldim.

Atila Taş'ı gözaltına almışlar. Gözaltına alınma kararını duyunca atlamış arabasına internette de "nereye başvuracağını" sormuş. Yani teslim olmaya gidiyor. Medyada "yakalandı" olarak vermişler.

Bir tarafa bakıyorsunuz, hayat tüm doğallığıyla, yumuşacık akarken diğer tarafta ağızlar bıçak açmıyor. Kendini gazeteci, yazar diye tanımlayan bazı tetikçiler, tutuklanması gerekenlerin listesini veriyor. Hatta bazılarının neden tutuklanmadığının hesabını soruyor. 

Daha dün, "demokrasi" diye çınlayan ülkede,  bir tuhaf vurdumduymazlık...

Aslına bakarsanız tuhaf da değil...

İçselleştirilmemiş kelimeler yalnızca ağzımızdan çıkmış oluyor.

Biz demokrasi üzerine düşünmeye hiç alışık değiliz ki.

Biz demokrasiyle hiç karşılaşıp, tanışmadık ki...

Yıllarca hazır "reçeteleri" demokrasi sandık.

Demokrasinin güvencesi kim? Ordu...

Laikliğin güvencesi kim? Ordu...

Eeee,  bir koruyucu varsa, bize de yan gelip şekerleme yapmaktan başka bir şey kalmamış.

Bütün hayatımızda, çok önemli kelimelerin içi boş olarak ortalığa savrulmasından başka bir şey olmamış.

Bir koruyucu olduğunda, bir güce tapınıldığında asıl güç olması gerekenler sessizleşiyor. Giderek umursamaz oluyorlar. Umursayanlar da kalabalıkların tahakkümüne uğruyor, linç ediliyor.

Ağzımdan hiç düşmeyen bir tümce vardı: "Hayat öğretir..."

Sonraları vazgeçtim bu tümceden. Geriye baktığımda ve bugüne baktığımda hayatın bize fazla bir şey öğretmediğini gördüm. Dönüp dönüp aynı şeyleri, aynı acıları yaşamışız.

Çok mu unutkanız?

Ercan Kesal, Birgün'e verdiği röportajda, unutmanın vicdansızlık olduğunu söylemiş:

"Vicdan insanın belleğidir. Belleğin evidir. Daha doğrusu, iyisiyle kötüsüyle her şeyin biriktiği yerdir. Sadece iyilikle ilgili duygular yoktur vicdanımızda, kötülük yapma eğilimimiz de mevcuttur. Bellek unutmanın panzehiridir, vicdan da unutmayı engeller Asıl vicdansızlık ise unutmaktır!"

Unuttukça mı vicdanlarımız bizi terk etti acaba?

Belki de unutmak için vicdanlarımızdan vazgeçtik...

Kim bilir...

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"