Hepimiz, ama hepimiz çocuklarımızın tırnağına zarar gelmesini istemeyiz değil mi? Peki bu ölen çocuklar kimin çocukları?
Saliha Garan, 20-30 kişilik bir grupla birlikte iki kızını kollayarak çatışmalı mahalleden uzaklaşmaya çalışıyor. O karmaşada bir ara önden giden kızına, "Bişenk nerede" diye soruyor. Bir de arkasına bakıyor ki…
Televizyon ekranını acılı ananın gözyaşları kaplıyor:
"Elinde aha bu çantası vardı. Battaniye de üstündeydi. Yukarıdan suikastla vurmuşlar, kafasında iki delik vardı…"
Çocuk ve insan hakları örgütlerinin verilerine göre, Suruç katliamından geçen yılın sonuna kadar 61 çocuğumuz yaşamını yitirmiş. Yaralanıp hastaneye gidemeyen, anasının karnında gün yüzü göremeyen, mermilere direk hedef olan bebeklerimiz, çocuklarımız…
Bir insan düşünüyorum. Gerçekten silah küçük bir bedene doğrultulup, göz, gez, arpacık bir çocuğu görebilir mi, o mermi o küçük bedene değebilir mi? Tam o anda evde bekleyen çocuğu gözünün önüne gelmez mi insanın? Eve gittiğinde yavrusunun saçlarını okşarken eli titremez mi, yanmaz mı?
Doksanlı yılların en çatışmalı dönemlerini düşündüm. Ortalık neredeyse kan gölüydü. Çocuklar böyle ölüyor muydu? O korkulu günlerde Batman, Diyarbakır, Cizre, Şırnak başta olmak üzere tüm yöreyi Cumhuriyet gazetesi adına neredeyse adım adım gezmiştim. Sokakta insanlar enselerinden vuruluyordu. Hiç unutmam, Batman'da güpegündüz ana caddede bizim vardığımız noktada az önce birini vurmuşlar, ambulans bağıra bağıra geliyordu. Gabar dağlarında evlerin yüzü kurşun deliklerinden görünmez olmuş, insanlar evlerinin altına kazdıkları mağaralara sığınıyorlardı. Başbakan'ın sözünü ettiği "beyaz renolar" her gün birilerini alıp götürüyor, onlardan bir daha haber alınamıyordu.
O yıllarda iletişim bu denli yaygın değildi. İnternet yoktu. İnsanlık için kötü olan ne varsa yaşanıyor, ama göz göre göre, televizyonlarda izlediğimiz çocuk ölümleri yaşanmıyordu. Hafızam beni yanıltmış olabilir miydi?
Gecenin bir vakti. Sevgili dostum Celal Başlangıç'ı aradım. O yıllarda Cumhuriyet'in Adana temsilcisiydi. Bütün Güneydoğu ondan soruluyordu. Köylülere pislik yedirilmesi olayını tüm dünyaya o duyurmuştu. "Celal" dedim, "o yıllarda böyle çocuk ölümleri oluyor muydu, ben mi anımsamıyorum". "Hayır" dedi Celal, "Her şey oluyordu, ama çocuklar bugünkü kadar tehdit altında değildi. Böyle orta yerde çocuklar ölmüyordu"
Sabaha karşı beynimde fırtınalar esiyor. Kendi kendime kurgular yapıyor, değişik hayatlar kuruyorum. Onlardan biri aynen şöyle:
Kasım seçimlerinde oyumu kullanıp kendimi Kazdağları'na atıyorum.Yakın zamana dek oralarda kalıyorum. Gazete, televizyon, internet hiçbir şey yok. Ülkede neler olup bittiğini bilmiyorum. Bugünlerde kente iniyorum. Televizyonu açıyorum. Ellerinde beyaz bayraklarla koşturan kadınları görüyorum. Yolun ortasında yatan bir kadın görüyorum. "Yazık şu Filistinli insanların çektiğine" diyorum. İnterneti açıyorum. Bir baba kucağında kanlar içinde çocuğu, yanında beyaz bayrak taşıyan biriyle koşturuyor. Yol ortasında küçük çocuğun üzerine sarılıp kalmış bir dede. Bir elinde ekmek diğer elinde beyaz bayrak taşıyan korkulu yüzlü çocuk..."Acaba Suriye mi Afganistan mı" diye soruyorum kendime. Aynen böyle oluyor. Sizde de böyle olmaz mıydı?
"Dünyada bir tane dahi çocuk mutsuz olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur" diyor Albert Einstein.
"Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın" demiş Albert Camus.
Çok mu abartıyorlar?
Asker ve sivil yetkililer her gün ölenlerle ilgili çeşitli sayılar açıklıyor. Çocuklar var mı o sayıların arasında? Bir tek yetkiliden ölen çocuklarla ilgili tek kelime duydunuz mu?
Eğer bu ülkede hedef gözetilerek çocuklara nişan alınıyorsa, bana ne anayasanızdan, hukukunuzdan, ekonominizden, bana ne dolarınızdan, borsanızdan, bana ne yeni havaalanınızdan, otoyolunuzdan, AVM'nizden, bana ne, bana ne...