16 Ocak 2016

Bu nasıl aşk

Öyle günlerden geçiyor ve öyle şeyler yaşıyoruz ki insanın inanası gelmiyor...

İşkencecilerine aşıklar, oluk oluk kan akıtacaklarmış, kanımızda duş yapacaklarmış. Biz işkencecilerimize hiç aşık olmadık. Biz kanı kanla değil, suyla yıkayacağız, oluk oluk sevgi akıtacağız. Nefret onları zehirleyecek, çürütecek, biz misler gibi kokacağız…

Şaka değil, gerçekten düşünüyorum, bazıları "Stockholm Sendromu"na mı tutuldu. Genel olarak "işkencecisine aşık olma hali" olarak biliniyor. Bilmeyen yoktur, ama yine de kısaca öyküsünü anlatayım:

Stockholm'de 1973 yılında yaşanan olay nedeniyle sendrom, adını bu kentten alıyor. Bir banka soygunu hikâyesi. Soyguncular altı gün boyunca banka görevlilerini rehin tutuyor. Görevlilerden biri soyguncuya aşık oluyor. Serbest kaldıklarında hem soyguncuyu savunuyor, hem nişanlısını terk ederek hapisteki soyguncunun çıkmasını bekliyor. Sonunda kendisini rehin almış olan soyguncuyla evleniyor.

Sendrom İlk kez Psikiyatr Bejerot tarafından tanımlansa da benzer olaya George Orwell, 1949 yılında yazdığı 1984 isimli romanında Winston karakterinin, kendisine işkence yapan kişiye aşık olduğunu anlatarak yer veriyor. Başta ilk çekimi 1933 yılında yapılan King Kong filmi olmak üzere birçok filmde de sendrom önemli yer tutuyor.

 

Öyle günlerden geçiyor ve öyle şeyler yaşıyoruz ki insanın inanası gelmiyor. İçinde devlet kelimesi geçen bir tümcede biraz eleştiriniz varsa yandınız. Devlet dediğimiz, güzel, sağlıklı, mutlu ve korkusuz yaşamamız için, hayatı kolaylaştırmak için var değil mi?

 

Peki bir aksaklık olduğunda, mağdur olduğumuzda sesimizi çıkaramayacak mıyız?

Hayır…

Dayak yiyorum…

Olsun, ille de aşık olacaksın…

 

 

İşkence görüyorum, bak şurada neler oluyor, bak burada neler olmuş, bak şunlara neler yapılıyor…

Olsun, aşka devam et…

Olmazsam…

 

Hainsin…

"Oluk oluk kan akıtırım, kanında duş yaparım…"

 

Hesabını verirsin…

Hayatımız böyle geçti, yaşlandık, devam…

Yalnız şu son bir haftada yaşananlara bakar mısınız?

"Çocuklar ölmesin…"

Hoop, sen teröristlere arka mı çıkıyorsun.

 

Yok kardeşim, çocuklarımız ölmesin, analarımız ağlamasın diyorum…

Olmaz, aşka devam et...

Peki özür diliyorum, aşkıma devam ediyorum...

Tam burada Aldous Huxley’in "Cesur Yeni Dünya" tezi aklıma geliyor. Ne diyordu Huxley:

"İnsanlar süreç içinde üzerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme melekelerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır."

Gerçekten bu durumda değil miyiz?

Akademisyenler bir bildiri yayınlamışlar.

 

Dur bakalım, hele gel bi hesap ver.

Bildirinin içinde beğenmediğiniz, aklınıza yatmayan yerler de olabilir. Hele bir dur, hele bir sor, hele bir konuş…

Az önce, İzmir Ülkü Ocakları'nın bir bildirisi düştü internete. Başlık aynen şöyle:

"1128 hain kampüsten defol…"

İmzacıların isimleri de eklenmiş. "Bakın bu adamlar" demek istiyorlar.

Sen 1128 kişinin hep birlikte hain olduğunu nereden biliyorsun?

Türk Devleti’ne yönelen her saldırıya karşı canı pahasına kendisini siper etmekten geri durmayacaklarmış.

Ülkede her yer "hain" kaynıyor sanki. Devlete aşık olmayan "hainler."

Tamam, aşk güzel şey kardeşim, ama su ister, bakım ister, sevgi ister, güvenme ister velhasıl dünyada ne kadar güzel şey varsa hepsini ister.

Ama oluk oluk kan istemez, nefret istemez, şiddet istemez, iki yüzlülük istemez, yalakalık istemez, sırtından hançerlenmek istemez, yalan istemez…

Benim kafam mı karıştı yoksa…

Bu ülkede yaşanan "aşk" benim bildiğim aşka hiç benzemiyor da...

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar