24 Haziran 2016

Bizim sandığımız hayatlar...

O "ince şeyler"in tadına bir varabilsek...

Ne kadar müdürsek, profesörsek, doktorsak, mühendissek, yazarsak, “bey”sek o kadar var olabiliyoruz.

Toplumsal rollerimizle üzerini sımsıkı örttüğümüz “ben”imizi soluksuz bırakıyor, boğuyoruz. "Ahmet”i, “Mehmet”i, “Ayşe”yi doyasıya yaşayamadığımız için başka hayatlar bizim hayatımızmış gibi oluyor.

Bizim hayatımızmış gibi olan rollerimiz gittiğinde sudan çıkmış balığa dönüyor, kalakalıyoruz. Rollerimizin hayatımızı çalıp götürdüğünü fark ettiğimizde çok geç oluyor... 

Tıp profesörü çok yakın bir aile dostum var. Doktorluğunu, profesörlüğünü unutabildiği zamanlarda çok keyifli zamanlar geçiririz. Edebiyattan, sanattan, yaşamdan konuşur, saatlerin nasıl akıp gittiğinin farkına varmayız.

Ta ki, o ana kadar.

Ne zaman ki bir hastalıktan konu açılır, büyü bozulur. Dostum doktorluğunu ve profesörlüğünü anımsamıştır artık.

 Saatlerdir Ümit ve Hasan olarak sürdürdüğümüz sohbetin devamına olanak kalmamıştır. Benim de her zaman olduğu gibi içten içe güleceğim zamana varılmıştır.

Hasan’ın önce doğasal yüzü gider, yerine “etkili ve yetkili” bir maske gelir.

Her zaman olduğu gibi sağ elinin baş parmağıyla kaşının üzerini kaşır gibi yaparken, “eeeee”ye benzer bir ses çıkarır. “Bak şimdi” diye başladığında da artık bizim Hasan başka biri olmuştur, onu geri getirmek için epey zaman gerekecektir.

 Bunun tam tersi de olur. Hiç tanımadığınız biriyle tanıştırılırsınız. “Arkadaşım Ümit” diye takdim edilirsiniz. Karşınızdaki bey ya da hanımla gündelik yaşamdan konuşmaya başlar, hayatın içine dalmaya başlarsınız.

 

Her şey doğasaldır. “Ne iş yapıyorsunuz” sorusu geldiğinde büyünün bozulma zamanına varıldığını anlarsınız.

 

Söylediğiniz mesleğe göre karşınızdakinin yüzü çeşitli biçimlere girer. 

Yanıtınız emekli, işsiz ise farklı, genel müdür, doktor, yönetici ise farklı bir yüzle karşı karşıya gelirsiniz.

Sonraki konuşmaların artık hükmü kalmamıştır.

Yaşamımızın en acıklı halidir bu.

Rollerimizle avunarak tükettiğimiz hayatların çoğu kez farkında bile değilizdir. Farkında olsak da rollerimizle var olmak daha çekici gelir. Rollerimiz olmadan kendimizi tanımlayacak tümce bulmakta güçlük çekeriz.

 Prof. Dr. Üstün Dökmen, TRT’de yaptığı “Küçük Şeyler” programlarının birinde, rütbelerin, makamların, rollerin bir ayrıkotu gibi yaşam bahçemizi kapladığından yakınmış, bu ayrık otlarının sökülüp gittiğinde, geriye artık ekilip biçilemeyen bir bahçe, işe yaramayan bir ömür kaldığını söylemiş, Çinli bir bilgeden güzel bir yaklaşım aktarmıştı. 

Çinli bilge şöyle diyor: 

“Doğduğun zaman sadece 1’sin. Büyüdükçe 1’in yanına sıfırlar eklersin. Diplomaların, unvanların, rozetlerin olur. Evlerin, arabaların olur. Bunların her biri sıfırdır, ama 1’in sağına konuldukça senin değerin artar. Ancak bütün bu sıfırların değeri sen hayatta olduğun sürece vardır. Sen öldün, 1 gitti. Sıfırların hiçbir anlamı kalmadı....”

Ne hoş değil mi?

Sıfırların üzerine kurulan hayatlar, aslında olması gerekene var oluşumuza en büyük engeli oluşturmuyor mu?

Eşyalarımızın, unvanlarımızın, rollerimizin dışında başka bir dünya olduğunu bir anımsayabilsek…

 Hesapları, paraları, pulları bir yana koyabilsek...

Gören yanımızla buluşabilsek, insan olduğumuzun güzelliğine varabilsek…

Mutluluğun hemen yakınımızda bir yerlerde olduğunu kavrayabilecek kadar bir zaman ayırabilsek...

Tam da burada sevgili Gülten Akın'ın serzenişi geliyor aklıma: 

"Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya."

Bir durabilsek…

O "ince şeyler"in tadına bir varabilsek...

Hayatımız, ne güzel olurdu...

Hayatlarımız ne güzel olurdu…

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"