09 Temmuz 2016

Babamın süründüğü yaştayım...

Sırf anama yaptığım haksızlığa özeleştiri olsun diye böyle bir yazıya sıvandım.

Anama haksızlık etmişim. 

Meğer rahmetli yalnız değilmiş, ne kadar da çoklarmış. Bunu anlayabilmem için babamın süründüğü yaşlara gelmem gerekiyormuş...

O zamanlar gençtim.

Anamın önce çocuklarına, sonra akrabalara, daha sonra yakınlara, hatta ve hatta en uzaktakilere “düşkünlüğü”nün, babama bir türlü sıra gelmeyişinin “sırrına” varamadığım zamanlardı. Çok fedakâr, cefakâr bir kadındı benim anam. Bin yabancı, yeter ki bir şey istesin ondan. İki eli hamurda olsa, vız gelirdi.

Ben kızardım.

Onca fedakârlığın, yırtınmanın babama pahalıya mal olduğunu görür kızardım. Bir tek benim anamın öyle olduğunu sanır, kızardım.

Evimizin en değerli kişileri “birileriydi” çoğu zaman. Yemek masasının baş köşeleri hep birilerinin olurdu. Babam masanın bir köşesine zorlukla sıkışır; biraz ekmek, iki dilim domates, bir acı biber  yeter artardı bile ona. Hele yatma faslı bir âlemdi. İki şilteyi yemek masasının altına atar, “en rahat yer burası” derdi garibim, birileri üzülmesin diye.

Anama kızardım.

Kız kardeşlerime, “ne var ne yok” diye sormamla birlikte, artık koca adam olmuş, evlenmiş, çoluk çocuk sahibi evlatlarını anlatmaya başlıyorlar ve arkası da gelmiyor. Artık emekli olmuş, dinginlik zamanına varmış damatları sormaya korkar durumdayım inanın. Yanıt hep aynı oluyor çoğu zaman, “öff bırak şimdi onu”.

Kendime meslek edindim, sağımda solumda ne kadar 60’lı yaşlarda evli barklı kadın varsa, bu konuyu açıyorum. Belki inanmayacaksınız, ama ağlaşmalar, sızlanmalar fotokopi gibi hepsi birbirinin aynı. Anlayacağınız bütün evlerde öncelikler sıralamasında, garibim orta yaş grubu erkeklerin esamesi okunmuyor.

O heybetli yürüyüşleriyle, korkutan bakışlarıyla insanı titreten erkek tayfası, valla evde kuzu mu kuzu. Kadınlar evdeki bilumum gidişatı örgütlüyor, sonuçta babalardan izin alınıyormuş gibi yapılıyor, her sorunun yanıtının da “evet” olması kaydıyla tabii.

Çocuklarının en uçuk istemlerine bile sevgiyle bakan gözler, kocalarının, “onca masrafa değer mi? Nasıl öderiz?” yakınmaları karşısında “faltaşı” gibi açılıyor, “kredi kartı ne güne duruyor” naraları atılıyor. Daha da ileri gidebilen analar, “sen de erkek misin”li bakışlarıyla zaten bir köşeye kısmış; artık tekavüte ayrılmış kocalarını  haşat etmenin tadını çıkarıyor.

Sizin anlayacağınız, emekliye ayrılıp evine çekilmiş erkek milletinin durumu içler acısı. Bunu da kimselere söyleyemiyorlar. Racona ters bir kere...

Bu ve benzer konuları çocuklarla konuşmaya kalktığımda, başıma taşlar yağıyor.

"Hiç kimsenin aklına gelmeyen ve asla gelemeyecek olan şeyler babamdan sorulur" diyor kızım, gevrek gevrek gülerek.

Oğlum biraz daha insafsız:

"Sanırım yaşlanıyorsun. İlgi çekmek için hep aykırı bir şeyle çıkıyorsun ortaya…"

Fikirlerini önemsediğim, uzun konuşmalar ve tartışmalar yaptığım sevdiğim birinin teşhisi ise muhteşem. Ona göre, yanıtını bildiğim soruları gündeme getirmeye bayılıyordum…

Aslında üzerinde uzun uzun durulacak bir konu.

Şimdi sorular sormaya kalksam, "al işte" diyecek, "ben demedim mi…"

Bu konuya iyi hazırlanmam lazım. Çok iyi bildiğim yerlerden sormam için.

Belki de soru sormaktan vazgeçmeliyim, kim bilir...

Nereden nereye geldim...

Sırf anama yaptığım haksızlığa özeleştiri olsun diye böyle bir yazıya sıvandım. Bugünlerde nereye baksam rahmetli anamı görüyor gibi oluyorum.

Görmekte, anlamakta epeyce geç kalmış olabilirim.Babamın süründüğü yaşlara gelmeseydim, tüm bunları nereden bilecektim ki...

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"