24 Nisan 2016

Aşağıya değil, yıldızlara bakın...

Ekşimiş, pörsümüş suratlara inat ilk işim limon ağacı dikmek olacak!

Yüzü asık tümceler, bağırışlar çağırışlar hükmünü yitiriyor. "Dünya halleri" sanki çok uzaklardaymış gibi oluyor. Sanırım doğa, insanı güzelleştiriyor, ruhunu zenginleştiriyor.

Köy delikanlısı İbrahim, traktörünü zeytin ağaçları arasında fır döndürüyor. Pamuk bitlerine karşı ilaçlama yapıyor. Onu izlerken ben yoruluyorum…

Cumhurbaşkanı, “Toprak uğrunda ölen varsa vatan, yoksa tarladır tarla!”  demiş bir yerde. Tam üzerinde derin düşüncelere dalacağım, İbrahim'in traktörü bangır bangır engelliyor.

Mahkeme karar vermiş, Ergenekon davası çökmüş. Demek onca yıl darbe korkusu yaşatmışlar bize. Demek yine birileri zeytinyağı gibi suyun üstünde kalmayı başarmışlar.

İbrahim başıma dikilmese "Napıyon abey?" diye sormasa daha derinlere dalacaktım, ama olmadı…

İspanyol denilen bodur zeytin fidanları dikmeye çabalıyordum. İbrahim'e bu ağaçların 3-4 yaşına geldiğinde o bodur halleriyle otuz kiloya yakın zeytin verdiklerini anlatmaya çabalarken, gevrek gevrek güldü, "zor görünüyor abey" dedi. Fazla üstüne varmadım, onu çaya davet ettim.

İbrahim, sabahın yedisinden gün batımına kadar traktör üzerinde yaşıyormuş. Yevmiye usulü çalışıyormuş. Çok yakında bebekleri olacakmış. O eski püskü arabasını da sattığı için epey sevinmiş.

"Neden sattın arabayı İbrahim?"

"Çocuk olacak dedik ya, masraf çoğalacak abey…"

Çocuk istismarına yönelik dava bir çırpıda sonuçlanmış. Çocukların bayramı birilerinin sinirlerini bozuyormuş…

İbrahim doğacak bebeğini anlatırken, içimden doğmuş çocukların başına gelenler geçiyor.

Daldığım derinlikten yine İbrahim o güleç yüzüyle çıkarıyor:

"Boşuna uğraşıyorsun abey…"

Bahçenin önünde zeytinyağı taşıyan bir araç duruyor. Şoför etrafında dolanıyor aracın, bakınıyor. Bir şeye ihtiyacı olup olmadığını, su verebileceğimi söylüyorum. Teşekkür ediyor. Az sonra elinde zeytinyağı dolu bir kiloluk pet şişeyle geliyor. Şişeyi uzatırken "Sizin kibarlığınıza ben de kibarlık yapmak istedim" diyor ve ben şaşkınlıktan bakınırken o gitmiş oluyor.

Buralarda hayat böyle yaşanıyor. Toprağa her basışınızda bedeninize bir haller oluyor. "Yeteri kadar"la yaşamanın anlamını kavrıyorsunuz. "Fazlasına gerek yok" demeyi öğreniyorsunuz. İlişkilere yansıyor. Gerilmiyorsunuz. Kafanızı zeytin dalına vuruyorsunuz, kollarınızı dikenler yaralıyor, çukur açmaktan bitap düşüyorsunuz, ama dert yanmıyorsunuz…

Ne zaman ki kentteki evinizde "dünya halleriyle" buluşuyorsunuz enerjiniz bir yerlere kaybolmuş gibi oluyor.

Hele internet…

Ben artık korkar oldum…

İçinizden güzel bir şeyler akıp geliyor, yazıyorsunuz. O ne şiddet, o ne öteleme, o ne iteleme…

"Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza attıkları için tutuklu bulunan akademisyenler tahliye olmuş. Fotoğrafta her şeye rağmen gülümseyen pırıl pırıl yüzler. İçimden geldi şunları yazdım:

"Şu yüzlerin güzelliğine, asilliğine bakar mısınız..."

Daha elimi klavyeden çekmeden yanıtı geldi. Hem de ta Stockholm'den:

"PKK, zulüm yapmıyor mu? At gözlüğünü bir kenara bırakalım…"

Dayanamadım yanıt verdim:

"Şu güzel yüzlü gençlerden PKK'ye nasıl vardınız anlayamadım. Stockholm'un gri havası sanırım…"

Bu kez imdadıma yetişecek İbrahim de yoktu…

Uyuyayım, unutayım dedim…

Son anda Stephen Hawking'in bir söyleşisine rastladım. Bedeninin büyük kısmını, hatta beyninin ve baş parmağının dışında tümünü kullanamayan zamanımızın en önemli bilim adamı, öyle şeyler söylemiş ki, "işte yaşama sevinci budur" diyorsunuz. Söyleşinin tümünü okumanızı öneririm.*

Ama yine de en hoşuma giden tümceleri paylaşmak istiyorum:

"Aşağıya değil yukarıya yıldızlara bakın... Aşkı bulacak kadar da şanslıysanız eğer, bilin ki aşk orada, ona da sıkıca sarılın. Hayat size ekşi limonlar sunmuş olabilir ama şüphesiz onları kullanmanın bir yolunu bulabilirsiniz”

Yarın sabah ilk işim bahçeye bir limon ağacı dikmek olacak.

Ekşimiş, pörsümüş suratlara inat...


Stephen Hawking'den depresyonda hissedenler için mesaj var!

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"