19 Mayıs 2024

Sanat ile daha hızlı iyileşmek

Hekimlik pratiğimden hastanelerde sanatın girdiği iki servis hatırlıyorum, psikiyatri ve çocuk. Kuskusuz çok şey değişti o günden bu yana. Olayın ne derece profesyonel yaklaşımla organize edildiği merakıyla, Dr. Neslihan Yukarıkır'a yönelttim soruyu. Neslihan, ülkenin en genç halk sağlıkçılarından, halk sağlığı uzmanlığının üstüne cila olsun diye bir de çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlığı yaptı. Şimdi Gaziantep'te zorunlu hizmetini yapıyor

Meksika'nın en büyük sanatçılarından biri olarak kabul edilen Frida Kahlo, 6 Temmuz 1907'de Meksiko Şehri'nin Coyocoan bölgesinde doğdu. Frida Kahlo, altı yaşında çocuk felcine yakalandı ve dokuz ay boyunca yatağa mahkûm kaldı. Bu hastalık, sağ bacağı ve ayağının solundan çok daha ince bir şekilde büyümesine neden oldu. İyileştikten sonra topallıyordu. Geri kalan hayatı boyunca bunu örtmek için uzun etekler giymeye başladı. 1922 yılında doktor olma hayaliyle Meksiko kentinde ünlü Ulusal Hazırlık Okulu'na başladı. Bir eylül öğleden sonra o dönemde aşık olduğu Gomez Arias ile birlikte okulda unuttuğu şemsiyesini almak için otobüsle okula geri dönerken, trajik kaza meydana geldi. Otobüs, tramvayla çarpıştı ve Frida ölümden döndü ama ciddi şekilde yaralandı. Çelik bir korkuluk kalçasından geçerek omurgası ve pelvisi kırılmıştı. Frida, Kızılhaç Hastanesi'nde birkaç hafta yattıktan sonra, iyileşmeye devam etmek için eve döndü. Üç ay boyunca tam vücut alçısı içinde yatağa çakıldı. İlerleyen zamanda Frida defalarca hastaneye yatmak ve ameliyat olmak zorunda kaldı. Zamanı öldürmek ve acıyı hafifletmek için resim yapmaya başladı. Frida o zaman "boyuyorum, çünkü ihtiyacım var" diyordu. Desenlerle birlikte tuttuğu güncesine de şöyle yazdı: "Kim düşünebilirdi ki renkler, lekeler canlanacak ve birine yaşamında yardımcı olacak."

Frida'nin 1950'deki ameliyat ve hastane macerası 9 ay sürdü. Fotoğrafta, Frida tamamlanmamış olan "Frida'nın Aile Portresi" adlı tablosunu yaparken görülüyor. Frida, bu tabloyu ölümüne kadar birkaç kez değiştirmiş ve yeniden düzenlemiştir. Tabloda, ressamın anne ve babası, büyükanneleri, kız kardeşleri ve yeğenleri ile kimliği belirsiz bir çocuk görünmektedir. Fotoğraf: Meksika, 1950, Juan Guzmán koleksiyonundan.

Resim, Frida'nın sağlık sorunlarıyla başa çıkma yolculuğunda önemli bir rol oynadı, öncelikle Frida için duygusal bir çıkış noktası oldu. Sanatı aracılığıyla, acı, üzüntü ve kırılganlık hislerini dile getirdi. Boyama eylemi, içsel sıkıntılarını dışa vurmasına ve duygularını tuvale kanalize etmesine yardım ederken, sağlık zorluklarıyla yüzleşebileceği ve onlarla başa çıkabileceği terapötik bir süreç olarak hizmet etti. Resim, fiziksel kısıtlılıklarına karşın, Frida'ya bedeni ve hikayesi üzerinde kontrolü yeniden kazanma gücü verdi. Sanatı aracılığıyla, sağlık sorunlarının ötesinde kendini yeniden tanımlayabildi ve hem bir sanatçı hem de bir kadın olarak özerkliğini ifade edebildi. Sonuçta, bu müthiş direnç, kişisel deneyimlerini resimleri aracılığıyla paylaşarak, insan deneyimine ve insan ruhunun dayanıklılığına ışık tutan güçlü bir miras bıraktı.

Sanatın sağlık ve özellikle iyilik hali üzerine etkisi yeni keşfedilmiş bir şey değil. Sağlıkta sanatın iyileştirici rolünün en erken tarihli örneklerinden bazıları, sanatın bir tür terapi ya da iyileştirme uygulaması olarak kullanıldığı Mısır, Yunanistan ve Çin gibi antik uygarlıklarda bulunabilir.

2019'da WHO'nun sağlık ve refahı artırmadaki sanatın rolüne ilişkin kanıtların incelenmesi üzerine yayımlanan raporu, sanatta aktif ve alıcı katılımın iyi sağlık ve sağlık eşitliğini teşvik etmede, hastalıkları önlemede ve yaşam boyu akut ve kronik durumları tedavi etmede önemli bir rol oynayabileceğini gösterdi. COVID-19 pandemisinde hatırlarsınız, eve kapanmaların yaşandığı dönemde, bozulan psikolojilerin imdadına balkon performansları yetişmişti.

Hekimlik pratiğimden hastanelerde sanatın girdiği iki servis hatırlıyorum, psikiyatri ve çocuk. Kuskusuz çok şey değişti o günden bu yana. Olayın ne derece profesyonel yaklaşımla organize edildiği merakıyla, Dr. Neslihan Yukarıkır'a yönelttim soruyu. Neslihan, ülkenin en genç halk sağlıkçılarından, halk sağlığı uzmanlığının üstüne cila olsun diye bir de çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlığı yaptı. Şimdi Gaziantep'te zorunlu hizmetini yapıyor. Neslihan konuya bambaşka bir açıdan giriyor, Agnes Varda'nın Mekanlar ve Yüzler (Visages Villages) belgeselinden. Belgeseli izlerken çalıştığı mekanları bir kalem alıp boyadığını hayal etmenin kendine özel bir his olmadığını anladığını söylüyor:

"Belgeselde; bir sinemacı olan Agnes ile genç bir sokak fotoğrafçısı, Fransız kırsalında insanlardan topladıkları hikayeleri fotoğrafladıktan sonra devasa fotoğrafları kasabanın binalarına, duvarlarına yapıştırıyorlar. Belgeselin en etkilendiğim sahnesi, yıllardır yaşadıkları lojmandan çıkartılmak istenen emekli bir işçinin lojmana boydan boya portresinin yapıştırıldığı sahneydi."

Varda'nın belgeseli yardımıyla konuyu bir de sağlık çalışanları açısından değerlendiriyor:

"Sağlık ve sanattan bahsedeceksek çokça yönü olmakla birlikte iş yeri, tıp okulu, topluma yönelik birimler olarak, tanı ve tedavi alanları olarak pek çok perspektiften değerlendirmek gerektiğinden, farklı dönemlerde farklı disiplinlerde ele alınışları değişkenlik göstermekte. Örneğin çalışanlar açısından; sağlık tesisleri modern haliyle sadeliği, aydınlığı, temizliği yansıtmaya yönelikken; kullan at ürünlerin-geçiciliğin hükmünün sürdüğü çalışma alanlarıdır. Kolay kolay hiçbir eşyaya bağlanamaz ve sahiplenemeyiz. Su içilen bardakların üzerine kalıcı olması niyetiyle ojeyle isim yazılmasından ibarettir sanat, çalışanlar için. Agnes'in yaptığı gibi bir sağlık çalışanı olarak ben, emekli bir hemşirenin portresini görebilmek istiyorum duvarda. Zihnimde sağlıkta şiddet nedeniyle kaybettiğimiz çalışanların kucakta taşınan portrelerinden başka portre ne yazık ki yok."

Neslihan, sağlıkta sanatın rolüne yönelik geçmişten bir örnekle devam ediyor. Sağlığın tarihine inerek, eski Mısır uygarlığında keşfedilen kalıntılarda Dracunculus medinensis paraziti ile enfeksiyon sonucu ortaya çıkan Dracunculiasis (Gine kurdu hastalığı) hastalığının yüzyıllardır insanları nasıl etkilediğini anlatıyor:

"Hastalığın kesin kanıtları, Mısır'da 3000 yıl önce yaşamış bir kız çocuğuna ait mumyada bulunmuştu. Yetişkin kurdu yavaşça bir çubuk ya da dal etrafına sararak enfeksiyonu 'tedavi etme' eski uygulamasının, bazı tıp tarihçilerine göre iyileştirme sanatlarının simgeleri olan caduceus ve Aesculapius asası için ilham kaynağı olduğu düşünülmektedir. Batıda tedavi hizmetlerinin örneğin Orta Çağ'da manastırlardan ve manastırlardan büyüyen hastanelerde Avrupa genelinde verildiğini görüyoruz. İkonografiler, freskler, baskılar ve heykellerle süslü hastanelere rastlıyoruz. Günümüzde hala bu haliyle korunan hastaneler var. Kimileri müzeye dönüştürülmüş kimileri hala kullanılmakta. Örneğin Barcelona'daki Hospital de la Santa Creu i Sant Pau, 1401 yılında Santa Creu Hastanesi olarak kurulmuş ve bu yapı zamanla kentin ana hastane kompleksi haline gelmişti. 20. yüzyılın başlarında, artan nüfus ve modern tıbbi gereksinimler nedeniyle daha büyük, daha modern bir tesisin gerekliliği ortaya çıkmıştı. Yeni hastane kompleksi, modernist mimar Lluís Domènech i Montaner tarafından 1930 yılında tamamlanan bu yeni yapı, Hospital de Sant Pau olarak bilinir. Domènech i Montaner'in tasarımı, dönemin modernist akımının etkileyici örneklerinden biri olarak kabul edilir ve geniş bahçeler, renkli seramikler, vitraylar ve dekoratif sanatlarla bezeli karmaşık bir yapıdır. Hospital de la Santa Creu i Sant Pau, hem işlevsel bir hastane olarak hizmet vermiş hem de mimari ve tarihi açıdan büyük önem taşımaktadır. 1997 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilen bu kompleks, günümüzde hem sağlık hizmetleri sunmaya devam etmektedir hem de kültürel etkinliklere ve turistik ziyaretlere ev sahipliği yapmaktadır." 

Hospital de Sant Pau, Barcelona, İspanya, Fotoğraf: Thomas Redi, Wikipedia

"Osmanlı döneminde tıp bilimi önemli bir yer tutmaktaydı. Osmanlı'da birçok tıp okulu ve hastane (darüşşifa) kurulduğunu biliyoruz. Bu sağlık kurumları hem tedavi merkezi hem de tıp eğitimi veren yerler olarak hizmet vermiştir. Osmanlı'da sağlık ve sanat arasındaki ilişki, özellikle mimari ve dekoratif sanatlar alanında kendini göstermiştir. Hastaneler sadece tedavi merkezleri olarak değil, aynı zamanda estetik ve sanatsal değeri yüksek yapılar olarak da tasarlanmıştır. Mimari açıdan Osmanlı'daki sağlık kurumları, genellikle avlulu, geniş bahçeleri olan ve su öğeleri ile zenginleştirilmiş kompleksler olarak inşa edilmiştir. Bu tasarım, hastaların iyileşme sürecine katkıda bulunan huzurlu ve sakin bir ortam yaratmayı amaçlamıştır. Dekoratif sanatlar açısından hastane iç dekorasyonunda kullanılan çini panolar, duvar resimleri ve oyma işçilikleri gibi öğeler hem mekanı güzelleştirmiş hem de simgesel anlamlar taşıyarak iyileşme sürecine manevi bir boyut katmıştır. Ayrıca, hat sanatı ve tezhip gibi unsurlar da medikal metinlerin ve tıbbi kitapların süslenmesinde kullanılmıştır, bu da bilginin aktarımını hem daha etkili hem de sanatsal bir şekilde gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda, Osmanlı'da sanat, sağlık hizmetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmüş ve estetik, mekanın ve sunulan hizmetlerin kalitesini artırarak hastaların iyileşme sürecine pozitif katkılar sağlamıştır."

Dr. Neslihan Yukarıkır

Neslihan sanat terapisi programları açısından Türkiye'de bazı hastane ve rehabilitasyon merkezlerinin, onkoloji hastaları, zihinsel sağlık sorunları yaşayan bireyler ya da yaşlılar gibi farklı hasta grupları için sanat terapisi programları sunduklarını belirtiyor:

"Resim, müzik veya dans gibi sanatsal faaliyetler, hastaların duygusal ve psikolojik iyileşmesine yardımcı olmak için kullanılmaktadır. Çocuk hastaneleri, genellikle çocukların moralini yükseltmek ve hastane ortamını daha dostane hale getirmek için renkli ve interaktif sanat eserleriyle donatılmış olmalıdır. Duvar resimleri, çocuk oyun alanları ve interaktif sanat eserleri, çocukların hastanede geçirdikleri süreyi daha keyifli hale getirmeye yöneliktir. Bazı hastaneler, iyileşme sürecine destek olması için sanatsal olarak tasarlanmış terapötik bahçeler kurmuştur. Bu bahçeler, doğal öğeler ve sanatın terapötik etkilerini birleştirerek, hastaların stresini azaltmaya ve genel iyilik halini artırmaya yardımcı olur. Ancak tüm bu tasarım ve planın modern yaşamın getirdiği zorluklara yenik düştüğü görülmektedir. Hastane içi nüfusun arttığı, iş yükünün baş edilemez boyutlara geldiği günümüzde ne yazık ki sanatın sağlık hizmetlerindeki ve tıp eğitimindeki rolü geri plana itilmiştir."

Bu noktada Dünya Sağlık Örgütü'nde Sanat ve Sağlık bölümünün başı Christopher Bailey'in 4-9 Mart 2024'te Dublin Trinity Koleji'nde düzenlenen Yaratıcı Beyin Haftası'nda Dominic Campbell ile söyleşinde söylediklerini hatırladım. Chapbell, Christopher'a hastanelerin değişip değişmediğini sorduğunda Christoper şöyle cevap vermişti:

"Evet, değişiyorlar, ama bu değişim bir anlamda eskiye dönme. Jameel Arts and Health Lab ile birlikte üzerinde çalıştığımız projelerden biri hastanelerdeki duvar resimleriydi. Çalışmada bu duvar resimlerinin etkilerini araştırıyorduk. Ama biliyoruz ki bu yeni bir fikir değil. Örneğin Rönesans devrindeki İtalyan hastanelerine bakarsak duvarlarında şahane resimlerin olduğunu görüyoruz. Florence Nightingale'in yazılarına baktığımızda estetik değerlerin iyileşmede nasıl kritik bir rolü olduğunu okuyoruz. 1920lerde modernist hareketle hastaneler nasıl antiseptik ve steril ortamlara dönüştürüldüğünü de biliyoruz. Bu bilimsel değil, estetik bir seçimdi. Dış ve iç mimarların metaforik olarak boş bir duvarın daha steril görüneceğine inanarak hastane yapmaları söz konusuydu, kuşkusuz bu bilimsel olarak saçma bir şeydi, çünkü mikroplar duvarda pigment (boya) olup olmadığına bakmıyordu. Bu sembolik jest inanıyorum ki hastalar üzerinde psikolojik zarara neden oldu. Bu yüzden şimdi estetik kaygıları geri getirmek için kanıt sunmak durumunda olmamız biraz ironik. Çünkü estetik kaygılar bizden alınırken kimse daha iyi olacağı yolunda bir kanıt sunmamıştı."

Christopher Bailey (DSÖ) 4-9 Mart 2024'te Dublin Trinity Koleji'nde düzenlenen Yaratıcı Beyin Haftası'nda Dominic Campbell ile söyleşide

Neslihan çocuk servislerinin kimilerinde, servis duvarlarında tasarımlara rastladığından söz ediyor:

"En azından boya seçimlerinde, perde ve çarşaflarda çocuk kliniklerine esneklik tanındığını biliyorum. Sağlık çalışanlarının kimi özel gün ve haftalarda ihtiyaca cevap olarak ve özellikle tecrübeli personellerin teşvikiyle gösteriler, eğlenceler, partiler düzenledikleri oluyor. Bazen sağlık alanında giderek katılaşan protokollerin içinden sıyrılıp o ışıltılı hayatı hatırlatan şen kahkahaları işitmek elbette hem hastalara hem de çalışanlara bir nefes niteliğinde oluyor. Ancak bahsi geçen şen kahkahaların çoğuna sebep girişimler daha çok gönüllülük esasına dayanıyor. Bir kişinin öncülük edip diğer herkesin hemen heyecanlanarak yola çıktığı bu amatör denemeler için profesyonel bir sanat danışmanının rolü olmuyor. Bütçe daha çok gönüllülük esasıyla oluşturuluyor. Sanat danışmanları ile çalışmak, bütçe ayırmak ve elbette personel ve toplum katılımlı düzenlemeler ile sanatı geçmişte olduğu gibi sağlıkla kaynaştırmak önceliklendirilebilir."

Organize ve profesyonellerce desteklenen bir program olmayınca iş çalışanların başına kalıyor doğal olarak. Neslihan da "Sanatı ve estetiği kendi çabasıyla arıyor çalışanlar." diyor:

"Örneğin, yenidoğan yoğun bakım hemşirelerimizden biri, flasterı kalp yapıp yapıştırırdı mutlaka. Bakımı onun yaptığını anlayabilirdik. Başka bir hemşiremiz damar yolu için kullanılan flasterlere çocukların istediği resimleri çizerdi. Bunun için internetten yardım aldığına çok şahit oldum. İş listelerinde dahi personelin kendi çabalarına rastlamak mümkün."

"Biliyoruz ki tıp hem bir bilim hem de bir sanat olarak görülür. Bilimsel yönü, hastalıkların tanı ve tedavisi için gereken bilgi ve teknikleri kapsar. Tıbbi araştırmalar, deneyler ve kanıtlara dayalı uygulamalar bu bilimsel temeli oluşturur. Sanat yönü ise, doktorun hastayla iletişimi, empati kurma yeteneği, bireyselleştirilmiş tedavi planları oluşturma becerisi ve etik değerleri içerir. Her hastanın benzersiz olduğu ve her durumun özel bir yaklaşım gerektirdiği düşüncesi, tıbbı bir sanat olarak tanımlamada önemli rol oynar. Dolayısıyla tıp hem kesin bilimlerin disiplinini hem de bireysel yaratıcılık ve insani değerleri birleştiren bir alandır. Sağlığın iyilik hali olduğunu ve bu iyilik hali için sanata yer açmak gerektiğini, sanatı sağlıktan ayıramayacağımızı biliyorum. Hastanede sanatla uğraşmak, çocukların daha hızlı iyileşmelerine ve daha erken taburcu olmalarına yardımcı oluyor. Ayrıca, ihtiyaç duydukları ağrı kesici miktarını da azaltıyor. Kendilerini ifade etmeleri, duygusal refahlarını iyileştirmeye ve daha güçlü bir benlik duygusu geliştirmelerine yardımcı oluyor. Sağlıkta sanat programları, çocukların ve gençlerin hastane dışındaki dünya ile bağlantıda kalmasını sağlıyor. Çocuklar bu etkinliklere katıldığında, diğer hastalarla bağlantı kurduklarından birlikte çok eğleniyorlar."

Organize anlamda nelerin yapılabileceğini soruyorum Neslihan'a. "Yerel topluluklarla bağlantılar kurarak sanat koleksiyonu oluşturabilir, hastalar, aileler ve personel için anlamlı ve ilham verici olacak sanatçılara ulaşarak bağışçılar aracılığıyla sanat eserleri sipariş edebilir, sanat eseri kurulumu, kataloglama, bakım, sigorta ve yayınlama işlemleri için sağlık hizmetleri yöneticileri ile birlikte çalışabilir, hastalar, aileler, ziyaretçiler ve personel için müzik, canlı performanslar ve çeşitli sanat alanlarında atölyeler dahil sanat programları ve etkinlikler geliştirebiliriz. Sanat stratejileri, politikaları ve prosedürler geliştirebiliriz. Savunuculuğunu üstlenebiliriz."

Varda'nın belgeseli ile söze başlayan Neslihan sözü yine bir filme getiriyor, Tarsem Singh'in o müthiş Düşüş (The Fall) filmine:

"Kalbimde büyük etkisi var o filmin" diyor, "Tarsem Singh tarafından yönetilen ve 2006 yılında yayınlanan görsel olarak büyüleyici bir eserdir. Film, bir hastanede yatan küçük bir kız ile düşme sonrası bacakları paralize olan dublör Roy'un dostluğunu ve onun anlattığı fantastik bir hikayeyi konu alır. Filmde sanat ve sağlık arasındaki ilişki derinlemesine işlenir. Film, anlatılan hikaye aracılığıyla sanatın iyileştirici gücünü vurgular. Roy'un hikayeleri, küçük kız Alexandria'nın hastane hayatına renk katarken, aynı zamanda kendi içsel ve fiziksel iyileşme sürecine de katkıda bulunur. Bu fantastik hikaye, hem anlatıcı hem de dinleyici için bir kaçış ve moral kaynağı haline gelir. Filmdeki hastane ortamı, başlı başına bir sanatsal ifade alanı olarak dikkat çeker. Hastanenin soğuk ve steril atmosferi, Roy'un rengarenk ve hayal gücüyle dolu hikayeleriyle tezat oluşturur. Bu da sanatın sıkıcı ve sert gerçekliklerden kaçış sağlayabilecek bir araç olduğunu gösterir. Tarsem Singh'in yönetmenlik tarzı, görsel bir şiir olarak değerlendirilebilir. Filmdeki sahneler, ressamane bir detay ve kompozisyon zenginliği içeriyor. Bu görsel stil, filmde anlatılan hikayelerin etkisini artırıp ve izleyicinin duygusal deneyimini de zenginleştiriyor. Düşüş, sanatın ve hikaye anlatıcılığının, insanların hayatlarında ve iyileşme süreçlerinde ne kadar etkili olabileceğini etkileyici bir şekilde gösteren bir film. Film, aynı zamanda izleyiciye sanatın ve yaratıcılığın kısıtlayıcı bir ortamda bile nasıl bir umut kaynağı olabileceğini de hatırlatıyor."

Agnes Varda'nın Mekanlar ve Yüzler ile Tarsen Singh'in Düşüş filmlerinin afişleri

İngiltere'deki Paintings in Hospitals (Hastanelerdeki Tablolar) projesi geliyor aklıma. Hastanelerdeki Tablolar, dünya standartlarında sanat kullanarak İngiltere'nin refahını dönüştürmeyi amaçlayan bir girişim. Sanatın bizi iyi tutmaya, hasta olduğumuzda iyileşmemize yardımcı olabileceğini ve daha uzun, daha tatmin edici bir yaşam sürmemize destek olabileceğini gösteren çalışmaları var.

Benzer projelerin, daha bilinçli, organize ve profesyonelce bizim insanlarımıza da ulaştırılması en büyük dileğim. Unutmayalım, sanat bizi daha mutlu ve hayatımızdan daha memnun kılar.

Bu arada ne yapıp edip Agnes Varda'nın Mekanlar ve Yüzler ile Tarsen Singh'in Düşüş filmlerini seyredin derim.

Ümit Kartoğlu kimdir?

Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı.

Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı.

2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi.

2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor.

Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı.

Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor).

Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bilimsel dürüstlükten ve bilim ahlakından nasibini almamış araştırma yapmak kişilik hakkı mıdır?

Bilimsel bir yayın bir şekilde geri çekildiğinde dergi tarafından (ya da yazarlarının notu olarak) bilimsel dürüstlük gereği geri çekilmenin gerekçesi ilgili sayfada açıklanır. Geri çekilmiş olsa bile, makaleye ulaşabilirsiniz, ama makalede geri çekildiğini belirten büyük bir notla izleyebilirsiniz makaleyi. Bu bilimsel dürüstlük gereği tarihe not düşen ahlaklı bir davranıştır

Genişletilmiş Bağışıklama Programı'nın 50 yılı ve yarını

"Bu çalışmada modellenen aşıların 1974 yılından bu yana 154 milyon hayat kurtardığı tahmin edilmektedir; bunların yüzde 95'i 5 yaşından küçük çocuklardadır. Bu, 9 milyar yaşam yılının kurtarıldığı anlamına geliyor ve ayrıca hastalık oranlarının azalmasının sağladığı ek fayda da dikkate alındığında, aşılama sayesinde 10,2 milyar sağlıklı yaşam yılı kazanıldı"

Yasalar yaşatmak içindir, öldürmek için değil

Ahlak filozofu Jeremy Bentham, 235 yıl önce, 1789'da hayvanlar hakkında şöyle demiştir: "Soru, 'Akıl yürütebilirler mi?' ya da 'Konuşabilirler mi?' değil, 'Acı çekebilirler mi?' olmalıdır"