21 Nisan 2024

Otantik ve deneyimsel eğitimin öncüsü Köy Enstitüleri ve sağlık ekseni

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bugün iş hayatında, yaşamda ve vatandaşlıkta başarılı olmak için ihtiyaç duyulan bilgi ve becerilerin yanı sıra 21. yüzyıl öğrenme çıktıları için gerekli destek sistemlerini tanımlamak ve göstermek amacıyla oluşturulan öğrenme çerçevesinin ilkeleri 84 yıl önce, 1940'ta Köy Enstitüleri aracılığıyla hayata geçiriliyor, ama biz çok kısa bir sürede bundan vazgeçip ezbere dayalı sistemi oturtuyor ve bugün ısrarla ondan vazgeçmiyoruz

17 Nisan Türkiye tarihinde ve özellikle eğitim alanında önemli bir dönüm noktasıdır. Dünyada da benzerine az rastlanan köy enstitüleri, kuruldukları tarih açısından bir ilk oluşturur. 1940'ta kurulmaya başlanan enstitüler, 1946-1947 eğitim yıllarında kapatılmaya başlandıysa da eğitim felsefesi hiçbir zaman gündemden düşmedi. Geçtiğimiz hafta da değişik birçok etkinlik tarafından anılan/kutlanan köy enstitülerinin az bilinen bir yönü, sağlık eksenini Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden sevgili sınıf arkadaşım Prof. Dr. Hilmi Uysal ile konuştum. Hilmi, Mualla Aksu ve Pakize Türkoğlu ile birlikte Temmuz 2023'te Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği'nce kitap olarak da yayımlanan köy enstitülerinin sağlık eksenini inceleyen önemli bir araştırmaya imza attı: Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri – Sağlık Eğitimi ile Canlandırılacak Köy. Kitapla ilgili beni tek üzen şey Pakize Türkoğlu'nun çalışmanın kitap olarak yayımlanmasından bir gün sonra 25 Temmuz 2023'te aramızdan ayrılmasıdır.

Hilmi Uysal, Pakize Türkoğlu ve Mualla Aksu "Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri – Sağlık Eğitimi ile Canlandırılacak Köy" çalışması sırasında

Hilmi şimdi Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı'nda Prof. Dr. Olarak çalışıyor. Hilmi'ye Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri çalışmasının nasıl başladığını, üç uzman bilim insanını bir araya getiren gücün ne olduğunu soruyorum. Hilmi, Pakize Türkoğlu'nun çok özel bir insan, Aksu Köy Enstitüsünün ilk kız öğrencilerinden, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünden yüz elliyi geçmeyen mezunlarından birisi olduğunu söylüyor. Türkoğlu'nu Tonguç ve Enstitüleri kitabı nedeniyle tanımış.

Pakize Türkoğlu'nun Köy Enstitüleri ilgili kitapları 

"Gazipaşa'da oturuyordu ve sanırım onunla yapılan son söyleşilerden birisini yapma fırsatım ve onurum oldu. 1927 doğumluydu ve beyni, kavrayışı ve belleği müthişti, çok etkileyici idi. Ayrıca yaşının verdiği bilgelik sinmişti konuşmalarına. Onunla köy enstitüleriyle ilgili en çarpıcı ortak ilgimiz köy enstitülerinin sağlık alanındaki etkisi idi. Daha önce Akdeniz Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği Başkanı iken Köy Enstitüleri Sempozyumu düzenlemiş ve orada tıp eğitimindeki temel felsefe ile köy enstitülerindeki eğitim felsefesindeki çakışmaları anlatmıştım. Bu konuşma daha sonra derneğin yayın organı Akademik Bilinç'te yayınlanmıştı. Mualla Aksu da Sempozyum nedeniyle tanıştığımız, Antalya'daki Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneğinin kurucu başkanı idi ve ayrıca Eğitim Fakültesi öğretim üyesi idi. Üçümüz de birbirimizi tanıyorduk ve Köy Enstitülerinin ülkemiz sağlık sistemine etkilerinin ne olduğu sorusunun peşinde koşmada kolayca bir araya geldik. Yani bizleri bir araya getiren güç köy enstitülerinin yaşayan ruhuydu!"

Hilmi, bir Köy Bölge Okulları öğretmeninin torunu olarak doğmuş. Köy Enstitüleri ya da felsefesinin onu nasıl etkilediğini merak ediyorum. Hilmi, Köy Bölge okulları aslında Köy Enstitüleri sisteminin içinde planlanmış ve üzerinde İsmail Hakkı Tonguç'un ince ince düşündüğü bir uygulama olduğunu söylüyor:

"Dedemin tek gözünü çiçek hastalığı nedeniyle kaybetmiş olması ve Çorum'un harf devriminden sonraki halk okullarında erişkinlere okuma yazmayı öğreten ilk öğretmenlerden olması benim üzerimde çok etkileyici iz bırakmıştı. Dedemin köy bölge okulunda öğretmen olması nedeniyle babam da ilkokulu köyde okumuştu. Babamın köylülere duyduğu saygının ve onlarla kolayca anlaşmasının altında bunun yattığını düşünüyorum. İster istemez bizlerde bu davranış, bakış ve kavrayış biçiminden etkilenmiş olmalıyız."

Köy Enstitüleri gündemden hiç düşmedi. Ama genelde sanki Köy Enstitülerinin sadece öğretmen yetiştirme misyonu vardı gibi bir bellek var genelde. Niye olayın sağlık ekseninin enstitülerin yetiştirdiği öğretmenler kadar bilinmediğini soruyorum Hilmi'ye.

"Bu, kitabımızın en hassas noktası bence" diyor Hilmi, "İsmail Hakkı Tonguç köy enstitülerinin sadece bir okul değil köye yararlı eleman yetiştiren bir yapı olarak kavraması ve bunu çok sağlam temellere dayandırması sonucunda köy sağlık kolu doğuyor. Sağlık Bakanlığının köylerdeki sağlık sorununu çözmekle ilgili dikey örgütlenme dışında başka bir planı ya da hayali yok. Hatta Sağlık Bakanları, örneğin Dr. Behçet Uz köy enstitüleri sistemini anladığım kadarıyla küçümsüyor ve ciddiye almıyor. 1943 de 4459 sayılı yasanın kabul edildiği zamanki Sağlık Bakanı Dr. Hulusi Alataş idi. Onun daha ılımlı baktığı ve yasayı desteklediği anlaşılıyor. Ancak çözüm yolunu onlar bulmuyor. Sağlık Bakanlığının sorununu çözecek anahtarı Eğitim Bakanlığı buluyor ve sorunu üstlenip elemanları kendisi yetiştiriyor. Benzer bir çekinceli ve hatta pasif agresif yaklaşım Tarım Bakanlığında da var görünüyor. Ziraat elemanımı ben kendim yetiştiririm diye yaklaşıyorlar ve Köy Enstitülerine mesafeli duruş içindeler. Gerek sağlık bakanlığının kerhen tutumu ve gerekse köy enstitülerinin temel omurgasını oluşturan köye yararlı eleman yetiştirme fikrine karşı çıkanlar köy enstitülerinin bu en özgün çözümünün kamuoyunca, halkça bilinmemesini istedikleri sonucunu çıkarıyorum. Zaten kapatılma sürecinde de 'Köy Sağlık Memurlarının yetiştirilmesine son verdik' diyemeyeceklerinden bunu sessiz sedasız yapıyorlar, öğrenci almayarak okulu kapatıyorlar."

  

Fakir BaykurtÜmit KaftancıoğluTalip ApaydınMahmut MakalMehmet BaşaranPakize TürkoğluHatun Birsen BaşaranAli Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmiş değerler. Ben Köy Enstitülerinde yetişmiş sağlık alanında benzer başarılara imza atanlar adına bir tek Prof. Dr. Ayşe Baysal'ı biliyorum (Baysal İvriz Köy Enstitüsü'nden, öğretmen, sonra Türkiye'de ilk Beslenme ve Diyetetik Bölümü'nün kurulmasına imza atıyor). Sağlık alanında yetişen isimsiz kahramanları soruyorum Hilmi'ye.

"Gezici köy sağlık memuru olmak öyle kolay bir görev değil" diyor Hilmi, "Kendi alanlarında 15-20 köy var ve bir ayda bunların hepsini görmeleri gerekiyor. Köylerdeki sağlık sorunu ise dağ gibi ve aslında başlarını kaşıyacak zamanları olmuyor. Okudukları, ifade güçlerini geliştirdikleri ve çok iyi gözlemci oldukları anlaşılıyor. 'Sağlık Ekseniyle Köy Enstitütleri' kitabimizda üç sağlıkçının yazdığı kitaplardan bahsettik: Süleyman Özerdem, Muhsin Civelek ve Rüştü Kartal. Maalesef kitaplar hak ettikleri ilgiyi görememiş. Ayrıca köy enstitüsü yazınını oluşturan diğer mezunların yazdıklarına benzer, anılarını anlatma biçiminde oldukları için de etkileri sınırlı kalıyor. Fakir Baykurt ve arkadaşlarının düzeyiyle karşılaştırmak doğru olmayabiliyor kanımca ancak ülkemiz sağlık düzeyine katkıları, bahsettiğin yazarların ülkemiz yazın dünyasına katkılarından aşağı değil kesinlikle."

Harun Karadeniz, 1960'li yılların gençlik hareketlerinin öncülerinden biri. 12 Mart darbesi sonrası Dev-Genç davasından tutukluyken hapishanede yakalandığı kanser hastalığının tedavisi için izin verilmemiş ve Harun Karadeniz'i 15 Ağustos 1975'te kanserden kaybetmiştik. Karadeniz'in Olaylı Yıllar ve Gençlik, Eğitim Üretim İçindir, Devrimcinin Sözlüğü, Yaşamımdan Acı Dilimler ve Kapitalsiz Kapitalistler kitapları mevcut. Hepsi okunası, ama Tan Oral ve Alper Uygur'un çizgilerinin süslediği Eğitim Üretim İçindir'i ben bir başka severim. Bir eğitim uzmanı olmayan Karadeniz'in kitabı aksaklıkları ve çözümsüzlükleri ortaya koyarak yaptığı saptamalarla bunların çözümüne katkı sağlayan oldukça alçakgönüllü bir kitap. Kitabın en önemli bölümlerinden biri 39-45. sayfalardaki Köy Enstitüleri bölümü. Karadeniz, "eğitim üretim içindir", "eğitim yaratım içindir" ilkeleri ışığında bu incelemeyi yapar ve bölümü şu değerlendirme ile bitirir:

"Çünkü köy enstitüsünün kuruluşuyla köydeki üretim metotları gelişiyor, kullanılan üretim araçları mükemmelleşmeye yöneliyor, alt yapıdaki değişmeler iktidarı etkiliyor ve köydeki yepyeni bir ekonomik yapıya doğru yöneliyordu. Enstitüler salt üreten değil, yeniyi, bir sonraki yeniyi yaratabilecek insanları geliştiriyordu. Enstitüler tabiat karşısında insanın bütün yetilerini geliştirip bir yeniyi yaratacak yapıda öğrenci yetiştiriyordu. Ne var ki bu yaratmaya yöneliş yalnızca birkaç köyde olabiliyordu. Yetmedi."

 

Hilmi'nin Pakize Türkoğlu ile yaptığı söyleşide Türkoğlu tarih derslerinde Perge'ye gittiklerini ve antik tiyatroda ders yaptıklarını anlatır. Bu anlamda Köy Enstitüleri sınıfların duvarlarını yıkan otantik bir girişimdir. Her ne denli 21. Yüzyıl Öğrenimi İçin Ortaklık kuruluşu öğrencilerin iş hayatında, yaşamda ve vatandaşlıkta başarılı olmak için ihtiyaç duyduğu bilgi ve becerilerin yanı sıra 21. yüzyıl öğrenme çıktıları için gerekli destek sistemlerini tanımlamak ve göstermek amacıyla öğretmenlerden, eğitim uzmanlarından ve iş liderlerinden gelen girdilerle bir öğrenme çerçevesini 2017 yılında geliştirdiyse de Köy Enstitüleri'nin felsefesinde bu çerçevenin tüm detayları yer alır. Üstelik, çerçevenin önemli halkalarından olan öğrenme ve yaratma becerilerinin tanımlandığı 4C grubu (4 yaklaşımın İngilizce isimlerinin baş harflerinden) kritik düşünme, iletişim, birlikte çalışma ve yaratıcılık Köy Enstitüleri'nin ruhunda vardır. Bunu çok iyi anlıyorum, benim de kanıma bir şekilde bulaştığı için, Dünya Sağlık Örgütü'nde Küresel Öğrenme Fırsatları ağını kurduğumda geliştirdiğim kurslarda çoğu zaman sınıf dışı etkinliklerimizde ve hep yaparak öğreniyorduk. Albert Camus'un "Kültür ve onun ima ettiği göreceli özgürlük olmadan, toplum mükemmel olsa bile bir keşmekeşten başka bir şey değildir. Bu nedenle her özgün yaratım geleceğe bir armağandır." sözünde olduğu gibi hele o günün sıra dışı yöntemleriyle eğitimde bir çığır açan köy enstitüleri de günümüz dünyasına bir armağandır.

 1940 Köy Enstitüleri'nden 2010'lara Kartoğlu'nun duvarsız sınıfları ve deneyimsel eğitim uygulamaları

Her ne denli Köy Enstitüleri'nin niye kapatıldığı Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri çalışmasının konusu değilse de konuya değinmeden geçemeyeceğim. Kapatılmanın tümüyle Demokrat Partisinin eseri olduğu gibi konu ile ilgili genel bir yanılgının olduğunu sanıyorum, oysa 1940'ta kurulan bu okullar yine CHP döneminde 1946-1947 eğitim yılında kapatılmaya başlandı. Hatta Köy Enstitülerine öğretmen yetiştiren Yüksek Köy Enstitüsü ve eğitmen kursları 1947 ve 1948 yıllarında yine CHP döneminde kapatılıyor. Hilmi'ye rahatsız olunan şeyin ne olduğunu soruyorum. Hilmi, bunun konunun da anlaşılması için çok önemli olduğuna inandığını söylüyor.

"Öncelikle tek parti iken bile CHP aslında tek parti değil! İçinde devrimci ve karşı devrimci güçleri de içeriyor. Tek parti düzeninin temel sorunu bu. Ve daha önce Atatürk zamanında da bunun sakıncası bilindiği için çok partili düzene geçme girişimleri yapılıyor. Ama Atatürk'e suikast düzenleyecek kadar karşı devrimci güçler kısa sürede bir araya gelebiliyor ve henüz kuruluş aşamasında olan bir devrim için çok partililik 1946'dan önce başarılamıyor. Gerek 1940 da 3803 sayılı Köy Enstitüsü yasasına, gerekse de 1943 de 4459 sayılı Köy Sağlık Memurları ile ilgili yasanın görüşüldüğü meclis oturumlarına ve karar oturumuna 120'den fazla milletvekili katılmıyor. Adnan Menderes ve Celal Bayar dahil. Yani yasaya karşı duruş zaten CHP içindeki karşı devrimcilerde var. Ancak Cumhurbaşkanı İsmet İnönü henüz güç kaybetmemiş durumda ve ülke ikinci dünya savaşının tehdidi altında güvenebileceği, dünyadaki karşıt iki cepheye de teslim olmayacak İsmet İnönü'nün varlığına muhtaç. Dolayısıyla 1945'e kadar İsmet İnönü'nün desteği ile Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç alabilecekleri kadar yolu alıyorlar."

"1946'da dünyadaki konjonktür sert şekilde değişip çok partili düzene geçme zorunluluğu doğunca İsmet İnönü gücünü kaybediyor ve gerek CHP içinde kalan takiyyeci karşı devrimcilere, gerek dönek küçük burjuva aydınlarına ve de demokrasi kılıfı ile karşı devrimin partisi olarak konumlanan DP'ye karşı ve hatta Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak gibi ordu içerisinde etkili tutucu güçlere karşı Köy Enstitüleri'ni savunabilecek gücü kalmıyor. Tercihini politik olarak çok partili düzene geçişe yapıyor ve bence ülkesinin köy enstitülerine sahip çıkabileceğini umuyor. Ama ilk çok partili seçimler sonrası alınan yenilgi ile CHP de yönetim karşı devrimcilerin eline geçiyor ve onlarda önce Atatürk'ün de elinin değdiği Eğitmen Kurslarını kapatmakla başlayıp, ardından sistemin beynini yetiştirecek Yüksek Köy Enstitüsünü ve ardında köye yararlı eleman kavramını açığa çıkarıp karalama şanslarını yitirmelerine neden olabilecek sağlık kollarını kapatıyorlar. Köy enstitüsü kurucularını yöneticilerini görevden alıp sürüm sürüm süründürüyorlar. Okuldaki demokratik mekanizmayı ve iş içinde iş ile eğitim çarkına çomak sokup sistemi durdurmaya çalışıyorlar. 1946'da en yüksek düzeyine ulaşan köylere okul yapma imecesini durduruyorlar. Bu da yetmiyor 1954'te Köy Enstitüleri'ni kapatıp ilk öğretmen okullarına dönüştürüyorlar. Ama bu da yetmiyor, okul müdürlerini ve yöneticilerini ırkçı, faşist eğilimlilere teslim edip okulları karşı devrimin ideolojik arka bahçesine çevirmeye ve köy çocuklarının okumalarının önünü kesmeye çalışıyorlar. Bu da yetmiyor ve de 1970'lerin sonunda onları da kapatıp liseye dönüştürüyorlar. Bu da yetmiyor ve köy çocuklarının, müdüründen öğretmenine herkesin katılımı ile yapılan yüzlerce binayı yıkıma bırakıp tarihten silinmesi ve unutulması, toplumun belleğinde izi kalmasın diye uğraşıyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar 'Köy Enstitüleri ruhu' dolaşıyor."

Akçadağ Köy Enstitüsü'nün yıkıma terk edilmiş reviri. Fotoğraf: Hilmi Uysal
Pamukpınar Köy Enstitüsü'nün yıkıma terk edilmiş öğretmen lokali. Fotoğraf: Hilmi Uysal
Hilmi Uysal'ın halen sürdürdüğü Köy Enstitüleri revirlerinin bugününü fotoğraflama çabası. Arka planda Akçadağ Köy Enstitüsü öğretmen lojmanının bugünkü hâli. Fotoğraf: Fikri Demirtaş 

Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri kitabı İsmail Hakkı Tonguç'un bir sözüyle başlıyor: "Kişiler olarak savunmaya hiç ihtiyacımız yok, yaptığımız işin doğruluğundan da hiç kuşkumuz yok. Eser meydandadır ve kendisini savunacak güçtedir, savunuyor, savunacaktır da." Tonguç Baba, Köy Enstitüleri'nin mimarı. Hilmi'ye Cumhuriyet öncesi Tevfik Fikret olayını hatırlatıyorum, Fikret'in 1909 yılında Köy Enstitüsü benzeri bir Yeni Mektep kuruluşunu hayal edişini, hatta bunun kuruluş amacını ve temel felsefesini Tanin gazetesinde yayımlamasını. İstanbul'a en fazla üç dört saat uzaklıkta ağaçları ve çayırları bol, en az bin dönümlük bir arazi üzerinde, devletin değil, milletin teşebbüs ve destekleriyle inşa etmeyi ilke edindiği bu "Yeni Mekteb"i, ünlü şair-eğitimci hiçbir zaman açmayı gerçekleştirememesini. Tevfik Fikret'in yeni okul kurma hayallerinden etkilenen Satı Bey'in, 1915'te Şişli'de "Yeni Mektep" adlı özel bir anaokulu ve ilkokul açmasını. Benim de çocukken büyük bir zevkle okuduğum Tevfik Fikret'in son kitabı olan Şermin'i bu okul için yazdığını. Hilmi, İsmail Hakkı Tonguç'un Canlandırılacak Köy adlı temel kitabında bu konuya en küçük katkısı olmuş herkesten bahsettiğinin altını çiziyor:

"...Ama Köy Enstitülüleri eğitim devriminin teorisyeni İsmail Hakkı Tonguç'tur. O bir eğitim bilimcisidir ve dünyadaki eğitim felsefesi tarihini, aşamalarını bilmekte, incelemekte ve ülkemiz koşullarına uygun olan bir yol izleyerek çağdaş eğitim felsefesini uyguladığı, on yıllık, gecesini gündüzünü katarak pratiğe geçirebilen dünyadaki nadir eğitimcilerden birisidir. Ayrıca eğitim konusunda ondan daha fazla kitap yazmış bir kişi henüz ülkemizde görülmedi. Üzgünüm ki dünyada tanıtılması için hiç çaba gösterilememiş durumda ve Köy Enstitüsü deneyimi aslında dünya düzeyinde örnek oluşturacak bir eğitim deneyimi olup, gözlerden ırak tutmak için çok çaba gösterildiği kanısındayım. Övünç duyacağımız en büyük devrim ile utanç duyan bir topluluk gibiyiz. Varlığından onur duyup gururla dünyaya tanıtacağımız, sınıfına sadık bir devrimciyi suçlu gibi bilinmezler dünyasına hapsetmeye çalışıyor gibiyiz. Ama gerek 'o' ve yazdıkları, gerekse yapılanlar pırlanta gibi pırıl pırıl parlamaktadır."

1943'te 4459 sayılı Köy Sağlık Memurları ile ilgili yasayla birlikte enstitülerde Sağlık Kolu açılmasıyla halk sağlığına giden yol açılmıştı. 1960 sonrası getirilen Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi ve bir anlamda Temel Sağlık Hizmetleri ilkelerinin hayata geçirilmesinde Köy Enstitülerinin rolü konusunda ne düşündüğünü soruyorum Hilmi'ye. Bir halk sağlığı uzmanı olarak eğitimim sırasında bu ülkede halk sağlığını kuran sevgili hocam Prof. Dr. Nusret Fişek'ten bununla ilgili bir şey duymadığım için. "Nusret Fişek köy enstitüleri deneyimini şüphesiz biliyordu" diyor Hilmi, "Nusret Hocanın sağlık eğitimi konusunu en az birinci basamak sağlık hizmetleri kadar, koruyucu sağlık hizmetleri kadar önemsediğini ders kitaplarından biliyoruz. Ancak ben de bu olası etkilenme ile ilgili Nusret Hoca'nın doğrudan ifadelerini, yazılarını aradım ve bulamadım. Bu konu halen araştırılmalı ve açığa çıkarılmalı diye düşünüyorum."

Köy Enstitüleri gibi sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi de kırsal yöreden başlamıştı. Bence kentsel sorunlara cevap verecek benzer bir model geliştirilemediği ya da sosyalleştirmenin kent ayağı planlanamadığı için sosyalleştirme tıkanmıştı. "Köy Enstitüleri devam etseydi benzer kentsel kaygıyı taşır mıydın?" diye soru yöneltiyorum Hilmi'ye. Hilmi, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi olayının bir anlamda Köy Enstitüleri'ne benzediğini söylüyor:

"Nasıl köy enstitüleri baltalandı ise sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi ve basamaklı sağlık hizmeti ile koruyucu sağlık hizmetlerinin temel alınması anlayışı aynı şekilde baltalandı. Nusret Hoca'nın süreci baştan planlandığı gibi götüremediği kanısındayım. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi ülkenin doğu ve güney doğusunda sağlık hizmetlerinin eşitsiz dağılımı nedeniyle başlatıldığı bölgeler kırsal ağırlıklı idi ama sağlık sorununun asıl çapraşık olduğu yer büyük şehirler ve batı bölgeleri idi. Doktor ve sağlık elemanlarının dağılımı sorununu çözmek Gordion'un düğümünü çözmek kadar zordu. Bütçeden de yeterli fon ayrılmayınca da planlanan aşamaya ulaşılamadı."

"Ama bence Sağlık Bakanlığı tedavi edici hizmetleri temel alan anlayış seçimini 1950'lerde yapmıştır ve şimdiye kadar bu yoldan sapmamıştır. Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi girişimi onlar için bir sapmaydı ve karşı çıkıp direnç göstermeleri doğaları gereği beklenirdi. Köy Enstitülülerinin ülkemiz sağlık eksenine en temel katkısı sağlıkta önceliğin koruyucu sağlık hizmetlerine ve sağlık eğitimine verilmesi olduğu kanısındayım. Ve bugünkü sağlık hizmeti anlayışının yani sağlık hizmetini tedavi edici sağlık hizmeti olarak görme anlayışının tam karşıtı olduğunu düşünüyorum."

Hilmi, köy enstitüleri devam etseydi kentlerdeki eğitimin daha düzgün olacağını ve köy enstitülerinin temel felsefesi olan iş içinde iş ile eğitim anlayışı ile demokratik okulun kente yansımasında kasaba ve büyük kentlerde yetişen çocukların şimdikinden çok daha mutlu ve doyumlu, şimdikinden daha yaratıcı ve yapıcı olabileceklerini düşündüğünü söylüyor, "Yani aslında köy enstitüleri şehrin de kurtuluşu olacaktı yaşayabilselerdi." diyor.

Kentten mezun olanların kırsal yöreye gitmediği gerçeğiyle, kırsal yörenin sağlık sorunlarını çözmek için yerel çözüm arayan Köy Enstitüleri'nin sağlık kollarının bir benzerinin aslında Çin'de Mao Zedong'un 1965'teki o ünlü sağlık konuşmasından sonra konseptin geliştirilerek ve kurumsallaştırmasıyla çıplak ayaklı doktorlar olarak devreye giren yaklaşım olduğunu biliyoruz. Bu çıplak ayaklı doktorlar genellikle, çıplak ayaklı doktorun daha sonra hizmet vereceği komün üyeleri tarafından seçilirdi.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, 1978 yılında Dünya Sağlık Örgütü'nün Alma-Ata Temel Sağlık Hizmetleri Bildirgesi'ndeki ilkelerin tamamı, 17 yıl önce, 1961 yılında çıkartılan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un temel çatısıdır ve biz bu kanunu tarihe gömerek piyasa ekonomisine satmışız sağlığı. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bugün iş hayatında, yaşamda ve vatandaşlıkta başarılı olmak için ihtiyaç duyulan bilgi ve becerilerin yanı sıra 21. yüzyıl öğrenime çıktıları için gerekli destek sistemlerini tanımlamak ve göstermek amacıyla oluşturulan öğrenme çerçevesinin ilkeleri 84 yıl önce, 1940'ta Köy Enstitüleri aracılığıyla hayata geçiriliyor, ama biz çok kısa bir sürede bundan vazgeçip ezbere dayalı sistemi oturtuyor ve bugün ısrarla ondan vazgeçmiyoruz.

Köy Enstitüleri'nin yalnız Türkiye'deki eğitim üzerinde değil, aynı zamanda küresel eğitim dünyasında da önemli bir etkiye sahip olduğuna inanıyor ve bunun ayrı bir çalışma konusu olduğunu da biliyorum. Çünkü (henüz o yıllarda isimlerinin bile koyulmadığı) deneyimsel öğrenme, otantik eğitim gibi yenilikçi eğitim yaklaşımlarını uygulayarak, öğretmen eğitimi ve mesleki gelişimi teşvik ederek, kırsal eğitim zorluklarını ele alarak, kültürel mirası koruyarak, sosyal adaleti savunarak ve eğitim reformu çabalarında uluslararası iş birliğini teşvik ederek küresel eğitim dünyasında kalıcı bir miras bırakmaması mümkün değil.

Ümit Kartoğlu kimdir?

Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı.

Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı.

2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi.

2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor.

Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı.

Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor).

Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sağlık Bakanlığı’nın eziyet yönetmeliği

Aile hekimlerinin kendi işini yürütmek için hastaları ile aile hekimlerini karşı karşıya getiren bakanlığın algı oyunlarına artık tahammülleri yok

Bir milyon uçurtma ve 100 yılın hikayesi: Çocuk Hakları Bildirgesi

Geçtiğimiz Kasım ayındaki altı günlük insani duraklama dışında, tüm yıl boyunca bombardımanın olmadığı sadece iki gün vardı. Her üç saatte bir sivil altyapı vurulurken, her 17 saatte bir çadır ve geçici barınma, her dört günde bir okullar ve hastaneler, her 15 günde bir de yardım dağıtım noktaları ve depoları İsrail ordusunca hedef alınıyor

Sağlıkta dönüşümün gölgesinde yenidoğan çetesi-bir sorgulama

“Güya mevcut sosyal güvenlik mekanizmalarının SGK çatısı altında birleştirilmesi, SGK’ya hastane sektöründe hizmetin ve rekabetin yönetilmesi olanağını verecekti. Hatta buna Dünya Bankası tarafından ‘yönetilen rekabet’ gibi bir isim bile verilmişti. Ancak SGK’nın mevcut personel nicelik ve niteliğiyle hastane denetimlerini yapması mümkün değildi. Kamu hastaneleri başhekimlik kurumu üzerinden kendi iç denetimlerini en azından bir ölçüde gerçekleştirebiliyordu. Ancak aynı şeyi tamamen kar odaklı olan özel hastanelerden beklemek zaten akıl dışıydı. Dolayısıyla özel hastaneler tamamen başıboş kaldı ve SGK da bu hastanelere para pompalayan bir tulumba olarak işlev gördü. Bugün yaşadığımız bebek katliamı sorununun özünde bu mekanizma yatar”

"
"