03 Kasım 2024

Bir milyon uçurtma ve 100 yılın hikayesi: Çocuk Hakları Bildirgesi

Geçtiğimiz Kasım ayındaki altı günlük insani duraklama dışında, tüm yıl boyunca bombardımanın olmadığı sadece iki gün vardı. Her üç saatte bir sivil altyapı vurulurken, her 17 saatte bir çadır ve geçici barınma, her dört günde bir okullar ve hastaneler, her 15 günde bir de yardım dağıtım noktaları ve depoları İsrail ordusunca hedef alınıyor

“Evimde en çok özlediğim yer odam.
Her şey var orda. Oyuncaklarım ve…
ve… istediğim her şey.
Geri gidip bir şey alacak olsam
Bütün evimi alıp giderdim.”

Lina Al Thaher, 7 yaşında, Gazze, Kasım 2023

* * *

Cenevre Bildirgesi olarak da bilinen Çocuk Hakları Bildirgesi, Eglantyne Jebb tarafından kaleme alınmış, ‘Birleşmiş Milletler’in atası Milletler Cemiyeti tarafından bundan tam 100 yıl önce, 1924’te kabul edilmiş, çocuk haklarını destekleyen uluslararası bir belge. Eglantyne Jebb (1876-1928), I. Dünya Savaşı sonrası açlıktan etkilenen Avusturya-Macaristan ve Almanya’daki çocuklara yardım ulaştırmak için yapılandırdığı Save the Children organizasyonunun kurucusu, İngiliz bir sosyal reformcu. Eglantyne, 1919'da Save the Children'ı kurduğunda, “çocukların sağlıklı, eğitimli ve güvende büyüme hakkına sahip olmaları” henüz yaygın kabul gören bir fikir değildi.

23 Şubat 1923’te Eglantyne tarafından Cenevre’de duyurulan, 26 Eylül 1924’te Milletler Cemiyeti tarafından onaylanan Çocuk Hakları Bildirgesi, insanlığın “Çocuğa verebileceğinin en iyisini borçlu olduğunu” belirtiyordu ve sadece 5 maddeden oluşuyordu:

1. Çocuğa hem maddi hem de manevi olarak, normal gelişimi için gerekli imkanlar sağlanmalıdır.

2. Aç olan çocuk beslenmeli, hasta olan çocuk bakılmalı, geride kalan çocuk desteklenmeli, suça yönelmiş çocuk yeniden kazandırılmalı, yetim ve kimsesiz çocuklar korunup yardım edilmelidir.

3. Sıkıntılı zamanlarda yardıma ihtiyacı olan ilk kişi çocuk olmalıdır.

4. Çocuklar geçimlerini sağlayacak bir konuma getirilmeli ve her türlü istismara karşı korunmalıdır.

5. Çocuk, yeteneklerini insanlığa hizmet için kullanması gerektiği bilinciyle yetiştirilmelidir.

Bu metin, Milletler Cemiyeti Asamblesi tarafından Dünya Çocuk Esirgeme Şartı olarak kabul edilmiş ve hükümetler arası bir kurum tarafından onaylanan ilk insan hakları belgesi olmuştur.

Milletler Cemiyeti’nin 5. Asamblesinde 26 Eylül 1924’te kabul edilen Cenevre Bildirgesi

Bildirge her ne kadar hükümetler arası bir kurum tarafından onaylanan ilk insan hakları belgesi olsa da giriş bölümünde yer alan “Asamble, üye devletleri çocuk refahı çalışmalarında deklarasyon ilkelerine göre hareket etmeye davet eder” cümlesi, 1924 belgesiyle hiçbir zaman üye devletlere bağlayıcı yükümlülükler getiren bir belge oluşturma amacı güdülmediğini göstermektedir. İnsanlığın “Çocuğa verebileceğinin en iyisini borçlu olduğu” görevi bir anlamda Cemiyet tarafından yetişkin erkek ve kadınlara yani ülkelerin vatandaşlarına verilmiştir. Bildirgede çocuklar özel hakların sahipleri olmaktan çok, ilkelerde sayılan yaklaşımların birer alıcısı durumundaydılar. Çocukların uluslararası hukukun öznesi değil nesnesi olarak görülmesi gibi temel bir sınırlılığa karşın bildirge tarihsel açıdan çok önemli bir belgedir.

* * *

Hammoud’un kardeşi ‘günaydın’ dediğinde –

“Hiç de aydın bir gün değil.
Korkunç bir rüya gördüm.
Seni aldılar…
Aldılar seni…”

Hammoud, 7 yaşlarında, Gazze, Ocak 2024

* * *

Gazze

1924’te kabul edilen Çocuk Hakları Bildirgesi, 1938’de Milletler Cemiyeti tarafından yeniden onaylanır. 1945’te Milletler Cemiyeti’nin yerine kurulan Birleşmiş Milletler, yeni bir bildirge hazırlama dahil farklı seçenekleri tartışıp, 1946’da ilk kabul edilen bildirgeye 2 madde daha ekler, bu yeni genişletilmiş bildirge 1948’de kabul edilir. Daha sonra, 1948’de onaylanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ışığında, 1924 bildirgesinin yapısına ve içeriğine sadık kalınarak 10 maddelik yeni bir Çocuk Hakları Bildirgesi hazırlanır, 20 Kasım 1959’da da Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi’nde kabul edilir. Yeni bildirgede 10 madde halinde sayılan çocuk hakları şöyle özetlenebilir:

  1. Irk, din ya da ulusal köken ayrımı yapılmaksızın eşitlik hakkı
  2. Çocuğun fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimi için özel korunma hakkı
  3. İsim ve vatandaşlık hakkı
  4. Yeterli beslenme, barınma ve tıbbi hizmetlere erişim hakkı
  5. Çocuğun fiziksel ya da zihinsel engelli olması durumunda özel eğitim ve tedavi görme hakkı
  6. Ebeveynler ve toplum tarafından anlaşılma ve sevilme hakkı
  7. Eğlence faaliyetleri ve ücretsiz eğitim hakkı
  8. Her koşulda yardımdan ilk yararlananlar arasında olma hakkı
  9. Her türlü ihmal, zulüm ve sömürüye karşı korunma hakkı
  10. Anlayış, hoşgörü, halklar arası dostluk ve evrensel kardeşlik ruhuyla yetişme hakkı

* * *

Gazeteci dünyaya ne söylemek istediğini sorduğunda Layana gözyaşları içinde cevap verir -

“Dünyanın bizim için hissetmesini istiyorum
Mesajımın anneme ulaşmasını istiyorum
Onları görmek istiyorum. Çok özledim onları
Annem, babam ve iki erkek kardeşim
Onlara geri dönmek istiyorum. Onlarla birlikte olmak istiyorum.
Onları öyle çok özlüyorum ki.”

Layana Shhebar, 10 yaşlarında, Gazze, Ocak 2024

* * *

1959 bildirgesi, 1924 bildirgesinden farklı olarak yalnız ebeveynlere, kadın ve erkeklere birey olarak çağrıda bulunmaz, gönüllü kuruluşlara, yerel yönetimlere ve ulusal Hükümetlere bu hakları tanımaları ve aşağıdaki ilkelere uygun olarak aşamalı olarak alınan yasal ve diğer tedbirlerle bu hakların gözetilmesi için çaba göstermeleri gerektiğinin altını çizse de ülkelere bağlayıcı bir yükümlülük getirmeyen bir bildirgedir.

1970'lerde çocuk refahı ve hakları konusundaki farkındalığın artmasıyla, 1978’de Polonya Birleşmiş Milletler'e bağlayıcı bir sözleşme önerisi sundu. BM İnsan Hakları Komisyonu’nda, hükümet temsilcileri, sivil toplum kuruluşları ve çocuk hakları savunucularının oluşturduğu bir çalışma grubu bu taslağı hazırlama görevini üstlendi. Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme Taslağı Çalışma Grubu Başkanlığı ve Raportörlüğü görevini Polonyalı hukukçu Prof. Adam Lopatka üstlendi. Neredeyse on yıl süren bu süreçte, taslakta birçok kez düzenlemeler yapıldı, uluslararası geçerliliğin ve farklı kültürel, siyasi, yasal yapılarla uyumun sağlanması için detaylı tartışmalar yürütüldü.

Bu süreç sonunda Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 20 Kasım 1989'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından oybirliğiyle kabul edildi. Sözleşme, çocukları birey olarak tanıyan ve onlara sivil, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar tanıyan ve bağlayıcı karakterde olan ilk uluslararası antlaşmaydı. 2 Eylül 1990’da yürürlüğe giren sözleşme, dünya çapında en çok onaylanan antlaşmalardan biri oldu. Bu sözleşme, çocuk haklarının korunmasına yönelik küresel taahhüdü temsil etmekte olup uygulamanın denetlenmesini sağlamak amacıyla BM Çocuk Hakları Komitesi gibi çeşitli izleme ve uygulama mekanizmalarının da temelini oluşturmuştur.

Eglantyne Jebb ve Adam Lopatka

“Özgür olabileceğimizi ve bu uçurtmaların havada tadını çıkardığı özgürlüğün aynısını yaşayabileceğimizi umuyoruz.
Aradığımız tek şey normal çocuklar gibi büyümek.”

Marwan Mohammad, 11 yaşında, Gazze, Temmuz 2009

* * *

1989 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'yi imzaladığı halde onaylamayan tek ülke ABD’dir.

İsrail sözleşmeyi 1991 yılında onayladı. İsrail, çocuk hakları konusunda atanan bir komisyon oluşturmadığı ve çocuk haklarına yönelik çeşitli İsrail yasalarını uygulamaya yönelik ulusal bir çocuk hakları programı geliştirmediği için UNICEF tarafından 2010 yılında eleştirildi. UNICEF raporunda, İsrail'in, sözleşmenin Batı Şeria'da geçerli olmadığını söylemesi ve İsrail yasalarının sözleşmeye uygun olarak 18 yaşın altındakileri çocuk olarak tanımlamasına karşın işgal altındaki topraklarda Filistinli çocuklar için bunu daha aşağıya çekmesi konusuna dikkat çekiyordu. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi, 2012 yılında İsrail'i Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere yönelik bombalı saldırılarından dolayı eleştirmiş ve “Evlerin yıkılması, okullara, sokaklara ve diğer kamu tesislerine zarar verilmesi çocukları ciddi şekilde etkilemektedir” ifadesini kullanmış, çocukların silahlı çatışmalara dahil edilmesine ilişkin İhtiyari Protokol'ün ve uluslararası insancıl hukukun ağır ihlalleri olarak nitelemişti.

* * *

“Yıldızların parladığı göğe götür beni.
Huzur içinde yaşayan yıldızlara.
Birlikte yaşayabiliriz, yıldız olabiliriz.
Sevgiyle yaşamak için bir çatıya ihtiyacımız yok
İhtiyacımız var
yalnızca kalbimizdeki insanlara.”

Joudy Isleem, 11 yaşında, Gazze

* * *

Gazze

Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’nin Milletler Cemiyeti’nce kabul edilmesinin üzerinden 100 yıl geçti. Eylül ayında Cenevre Bildirgesi’nin 100. yıl dönümünde Gazze’deki hükümetin Medya Ofisinden yapılan açıklamada İsrail ordusunca 7 Ekim’den bu yana süren saldırılarda öldürülen çocukların 15 bin 821’e, kadınların ise 10 bin 475’e ulaştığı ve 10 bin kişinin üzerinde de kayıp olduğu bildirildi.

Gazze'de gönüllü olarak görev yapan Dünya Cerrahi Vakfı’nın başkanı Amerikalı Yahudi bir el cerrahı, İsrailli keskin nişancıları Filistinli çocukları kasten tam noktadan atışlarla hedef alıp öldürmekle suçladı. Dr. Mark Perlmutter, Gazze'deki ilk haftasında tanık olduklarının profesyonel kariyerinde gördüğü tüm trajedileri aştığını söyledi. Mark, “Doğal afetler ve ABD Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanması da dahil olmak üzere, 40 saha gezisi boyunca gördüğüm tüm felaketlerin toplamı, Gazze'deki ilk haftamda sivillere karşı gördüğüm katliamın düzeyine eşit değil” dedi. “Neredeyse sadece çocuklar, bunu daha önce hiç görmemiştim. Hayatım boyunca gördüğümden daha fazla yakılmış çocuk gördüm. Çoğu bombalama sonucu yıkılan binaların altında parçalanmış çocuklar gördüm. 8 yaşındaki bir çocuktan baş parmağım büyüklüğünde şarapnel parçası çıkardım. Ve sonra keskin nişancı mermileri var, iki kez vurulan çocuklarım vardı. Hiçbir çocuk, ‘dünyanın en iyi keskin nişancısı’ tarafından yanlışlıkla iki kez vurulmaz.”

Silahlı Şiddete Karşı Eylem (Action on Armed Violence) 23 Eylül'e kadar toplanan verilerin, İsrail'in savaşın başlamasından bu yana ortalama her üç saatte bir Gazze'deki sivil altyapıyı patlayıcı silahlarla vurduğunu gösterdiğini belirtti. Geçtiğimiz Kasım ayındaki altı günlük insani duraklama dışında, tüm yıl boyunca bombardımanın olmadığı sadece iki gün vardı. Her üç saatte bir sivil altyapı vurulurken, her 17 saatte bir çadır ve geçici barınma, her dört günde bir okullar ve hastaneler, her 15 günde bir de yardım dağıtım noktaları ve depoları İsrail ordusunca hedef alınıyor. Londra Üniversitesi’nde bir araştırma kuruluşu olarak çalışan Adli Mimarlık (Forensic Architecture) geçtiğimiz hafta ‘Soykırımın Kartografyası’nı yayınladı. Ekim 2023'ten bu yana İsrail'in Gazze'deki askeri harekatına ilişkin verileri toplayan ve analiz eden araştırma kuruluşunun bulguları İsrail'in sistematik olarak sivil yaşamın her yönünü hedef aldığını gösteriyor.

* * *

“Ellerimle yaptığım bu küçük uçurtma,
kuşatma altındaki Gazze çocuklarını ve beni temsil ediyor...
Uçurtmayı değil, kendimi uçuruyorum.”

8 yaşlarında bir çocuk, Gazze, 2015

* * *

Cenevre Bildirgesi’nin 100. Yıl dönümünde bir de Gazzeli çocukların şiirlerinden ve tanıklıklarından oluşan bir derleme yayınlandı. Leila Boukarim ve Asaf Luzon, Gazzelilere yardım eden kuruluşları desteklemek için fon toplamak ve akıl almaz adaletsizliklere maruz kalan ve acı çekmeye devam eden Gazzeli çocukların seslerini yükseltmek amacıyla Aralık 2023'te bir araya geldi. Bu küçük Bir Milyon Uçurtma kitabı o zaman doğdu. Bu kitabın satışından elde edilen tüm gelir Gazze halkına yardım eden kuruluşlara bağışlanıyor.

Aslında 1924'te Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilenden çok önce bir Çocuk Hakları Bildirgesi'nin gerekliliğinden bahseden ilk isim, Polonyalı Yahudi çocuk doktoru, eğitimci, çocuk yazarı Janusz Korczak’tı. Korczak, yasa koyucuların ‘görevleri’ ‘haklarla’ karıştırdıklarını söylüyordu. Onaylanan bildirgelerdeki dili beğenmeyen Korczak “Bildirgeler iyi niyete hitap ediyor, oysa ısrar etmesi gerek. Talep etmesi gereken yerde sanki yalvarıyor.” diyordu. 1959’da kabul edilen ikinci Bildirge de yasal bağlayıcılığı olmayan ve uygulanmasını sağlayacak bir prosedür içermeyen bir belge olmanın ötesine gidememişti. 1979’da Polonya, Korczak’ın öğretilerinden ilham alan bir metne dayalı olarak bir sözleşme taslağının hazırlanmasını önerdi. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989’da oybirliğiyle kabul edildi. Yani, ülkelerin Korczak’ın kitaplarında ortaya koyduğu çocuk haklarını somutlaştırması ve bunu yasal bağlayıcılığı olan bir boyutta sözleşmeye dönüştürmesi 50 yıldan fazla sürmüştü.

Varşova Gettosu'nun Naziler tarafından tasfiyesi sırasında, birçok Polonyalı hayranı ve arkadaşı tarafından Korczak’a sayısız kurtarma girişimi teklif edildi, bu teklifleri reddeden Korczak, Varşova Gettosu'ndan çıkıp Treblinka'nın gaz odalarına giden trene iki yüz yetimiyle birlikte bindi. İngiliz çocuk psikoterapisti Sandra Joseph, Korczak için “Binlerce Yahudi ve Polonyalı çocuğu yetiştiren bu adam, ölürken bile ona olan güvenlerini ve insanın iyiliğine olan inançlarını sürdürebilsinler diye onları terk etmeyi reddetti.” diye yazdı. Polonyalı yönetmen Andrzej Wajda’nın da Korczak'ın yaşamının son günleri ve Varşova Gettosu'ndaki Yahudi yetimleri korumaya olan bağlılığının yani ölüme gidişinin filmini çektiği Korczak bugün İsrail’in soykırım kurbanları için yaptığı resmi anıt Yad Vashem’de Moldovalı Yahudi heykeltraş Boris Saktsier’in eseri, muhteşem anıt heykelde Varşova Gettosundaki çocuklarını kucaklıyor.

Solda: Andrzej Wajda’nın efsanevi Polonyalı pedagog Dr. Janusz Korczak'ın yaşamının son günleri ve Varşova Gettosu'ndaki Yahudi yetimleri korumaya olan bağlılığının filmi (Korczak, 1991), sağda: Yad Vashem’de Moldovalı Yahudi heykeltraş Boris Saktsier’in yaptığı Korczak anıt heykeli (1978)

Gettonun çocukları mı? Yok yok, Gazzeli olmasın o çocuklar?

“Hadi canım” demeyin.

O çocuklar Gazzeli... Hani çocuk hakları bildirgelerinde kullanılan dili eleştiriyordu ya, Korczak bu eleştirilerini alternatif kelimelerle ördü hep. Bildirgelerin “çocuğun sevilme hakkı var” deyişine karşı oldukça yalın, açık ve net konuşuyordu Korczak:

“Sadece kendi çocuğunuzu değil, her çocuğu sevin.”

Bugün Korczak’a sorarsanız, “sarıldıklarım Gazzeli çocuklar” diyecektir…

Ümit Kartoğlu kimdir?

Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı.

Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı.

2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi.

2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor.

Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı.

Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor).

Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sağlıkta dönüşümün gölgesinde yenidoğan çetesi-bir sorgulama

“Güya mevcut sosyal güvenlik mekanizmalarının SGK çatısı altında birleştirilmesi, SGK’ya hastane sektöründe hizmetin ve rekabetin yönetilmesi olanağını verecekti. Hatta buna Dünya Bankası tarafından ‘yönetilen rekabet’ gibi bir isim bile verilmişti. Ancak SGK’nın mevcut personel nicelik ve niteliğiyle hastane denetimlerini yapması mümkün değildi. Kamu hastaneleri başhekimlik kurumu üzerinden kendi iç denetimlerini en azından bir ölçüde gerçekleştirebiliyordu. Ancak aynı şeyi tamamen kar odaklı olan özel hastanelerden beklemek zaten akıl dışıydı. Dolayısıyla özel hastaneler tamamen başıboş kaldı ve SGK da bu hastanelere para pompalayan bir tulumba olarak işlev gördü. Bugün yaşadığımız bebek katliamı sorununun özünde bu mekanizma yatar”

Beyaz önlük efsanesi ve madalyonun iki yüzü

Beyaz önlüğün taşıdığı sembolik anlamın ötesinde, hekimin günlük pratikte nasıl davrandığı, hastalarla nasıl iletişim kurduğu ve profesyonel ilişkilerini nasıl yönettiği, hasta deneyimini ve tedavi sürecinin başarısını doğrudan etkiliyor. Her ne kadar beyaz önlük güven sembolü olarak algılanıyorsa da asıl olan hekimin hasta odaklı bütüncül bir yaklaşımla, hastaya değer verildiğinin hissettirilmesi, yani ‘sen’ söylemini, ‘emir kipini’ bırakmış, empati kuran, konuşurken hastasının gözüne bakan, özetle beyaz önlüğün arkasına gizlenmemiş etik ve insani bir davranışlar bütünü sergilemesidir hastada güveni oluşturacak. Önemli olan beyaz önlüğü çıkartmak değil, nasıl giydiğimizdir

Sağlık Bakanlığı’nın anormal doğuma karşı açtığı savaş

Bu önlemlerle, 40 haftada ne sonuç alınacağı büyük bir soru işareti. Çünkü, saptanan bir soruna karşı geliştirilen eylem planları sorunun temel nedenlerine yönelik oluşturulmadığında olumlu bir sonuç beklemek, olmayacak duaya “amin” diyerek başlamaya benzer. Bu eylem planından anlaşılan, sorunun baş failinin anne adayları olduğudur. Bakanlık bunu ilk yaptığı kamu spotu ile tescillemiştir üstelik

"
"