10 Aralık 2023

Bir fincan kahve: Günlük hayattan örnekler (3)

Gerçekten sıcak bir fincan kahve ya da çay istiyorsak burada hangi kontrol önlemiyle karşı karşıyayız?

Fotoğraf Roman Sigaev, Shutterstock

Kahve içmeyi tercih etmiyorum. Çayı daha çok seviyorum. Ama konu kahve mi çay mı değil. Her ikisi için de geçerli olan bir kural konumuz. İster kahve ister çay olsun, kahve de çay da sıcak olmalı, sıcak yani, ılıman değil. Paşa çayını hepimiz biliyoruz (paşa kahvesi var mı bilmiyorum), ondan değil yani… Her iki içecek de kaynamış su ile hazırlandığı için servis edilmeden önce gerçekten sıcak olduklarını düşünüyorum. Bir kafede kahve istediğinizde, gelen kahve sizin standartlarınıza göre yeterince sıcak değilse, garsona konu ile ilgili şikâyette bulunursunuz. Şanslıysanız, garson fincanı bir mikrodalga fırına koyacaktır (bunun seveni olur mu bilmem), aksi takdirde size bugüne kadar kahveyi hep böyle hazırladıklarını ve hiç kimsenin böyle bir şikâyette bulunmadığından dem vuracaktır. Garsona kahveyi fincana koymadan önce fincanı ısıtmasını istediğinizde garson boş gözlerle size bakabilir. İşte o anda artık buraya gelmemeye karar verebilirsiniz. Konu kapanmış, siz sıcak kahveyi bulmak için yeni bir maceraya atılmaya hazırlanırken, onlar bir müşteri kaybetmişlerdir.

Eşimin kahve hazırlaması dillere destan, tam bir ritüel (ben çaycıyım, eşim kahveci). Hani uğraşsan kitap bile yazarsın bu törenle ilgili… Bir kere, o klasik kahve makinelerini unutun. Kahve, illa yavaş pişecek, pişecek ki tadı istenildiği gibi evrimleşsin… Bunu en iyi eski tarz mokka cezvesinde bulduğunu söylüyor eşim. Cezvede kaynayan su, oluşan buharın baskısıyla bir üst bölmedeki taze çekilmiş kahvenin olduğu bölümden geçerek kahveyi en üstteki bölmeye fokurdaya fokurdaya doldurur. Bu sırada eşimin kullanacağı kap/fincan ya kaynamış su ile doldurulmuş durumda kahvenin fokurdamasını beklemekte, ya da sütlü içecekse, fincan sütün ısıtıldığı cezvenin üstüne ters yerleştirilmiş şekilde ısınmasını sürdürmektedir.

Benim buna benzer bir törenim yok aslında ama çayımı koyacağım kabı mutlaka ısıtırım, kaynamış suyu kaba ekler ve termodinamiğin işini yapmasını beklerim. Kuşkusuz çayımı ince porselen ya da klasik ince belli çay bardağı ile içeceksem, buna gerek yok.

Fotoğraf: Gençer Yurttaş

Titiz bir çay/kahve tiryakisi uçak yolculuklarında, hele ki kıtalararası uçuyorsa kesinlikle zorlanacaktır. Havayollarının çoğu ekonomi sınıfında içecekleri plastik bardaklarda servis eder- eğer servis edilen çay/kahve gerçekten sıcaksa, doğal olarak bir sorun yoktur ve çay/kahvenizi sıcak içebilirsiniz. Havayolu plastik yerine seramik fincanlar kullanıyorsa (ki bunlar her zaman kalın seramiktir), sıcak bir çay ya da kahve içme şansınız ne yazık ki pek olmaz. Yemek tepsisi size verildiğinde, yemekten sonra dolmayı bekleyen boş fincan resmen soğuktur, özellikle kahvaltı tepsilerinde. Neden böyle? Çünkü tepsiler, üzerindeki soğuk yiyecekler, çatal-bıçak takımı ve boş [seramik] fincan ile birlikte soğutucularda tutulur. Sıcak yiyecek ayrı soğutucuda saklanır ve tepsiye konmadan önce ısıtılır. Sunulan kahve ya da çay ne kadar sıcak olursa olsun, soğuk fincana döküldüğü anda, termodinamik sizin lehinize çalışmaz. Business class uçuyorsanız bile uçuş görevlilerine çay/kahve servisinden önce fincanınızın ısıtılmasını istediğinizde boş gözlerle size bakacaklardır. İtiraf etmeliyim ki uçak yolculuklarında çay ya da kahve içmeyi bıraktım.

Fotoğraf: Process, Shutterstock

Gerçekten sıcak bir fincan kahve ya da çay istiyorsak burada hangi kontrol önlemiyle karşı karşıyayız? Fincanı ısıtmak... Bu doğası gereği koruyucu bir kontrol önlemidir (içeceğin soğumasını engeller). Burada tehlike soğuk fincandır. Zarar, ılıman ve sıcak olmayan bir kahve içmektir (ya da kahve içememek). Bu etki, özellikle bir kafeden söz ediyorsak müşteri memnuniyetsizliği ile kendini gösterebilecek, anında ortaya çıkacak bir etkidir. Zamanla, bu memnuniyetsizlik müşteriyi kaybetme noktasına gelebilir- bu da bir zincirleme başarısızlık etkisidir. Yani istenmeyen olaylar olduğunda her zaman anında ortaya çıkacak bir etkisi ve daha sonra ileride kendini gösterecek bir başka zincirleme etkisi vardır. Eminim ki kafe sahipleri, sahip oldukları süreçleri gözden geçirmek için bir risk yönetimi gözlüğü kullansalar, soğuk fincanı yol ortasındaki bir muz kabuğu gibi fark edeceklerdir.

Kim bilir, belki müşteriler gerçekten sıcak kahve ya da çay servis edilmediğinde çok da fazla şikâyet etmiyorlar. Risk yönetimi özellikle yeni, değişmiş ya da başarısız olmuş süreçlerle ilgilidir. Özetle, müşterilerinin çoğu kahvelerinin yeterince sıcak olmadığından şikâyet etmedikçe, sürecin değişmesini beklemek yanlış olur.

Sıcak çay /kahveyi bir kenara koyarsak, bunlara zıt bir örneği, soğuk bira içme üzerinde benzer düşünceyi geliştirebiliriz. Size oldu mu bilmem ama, yurt dışında oldukça yoğun bir trafiği olan bir barda, biranın (bardağa döküldüğünde soğuk olsa da) bulaşık makinesinden yeni çıkmış sıcak bir bardağa konularak getirildiğini gördüm ben. Kupayı kulpundan tuttuğum anda olay ortaya çıktı doğal olarak (tabii o bira geri gitti). Buna karşın, boş bira bardaklarını derin dondurucularda bekleten ve o buz gibi bardaklarla bira servisi yapan barlar da gördüm.  Bira bardağını özel soğutucularda tutarak bira servisi yapan barların, herhangi bir resmi risk değerlendirmesi yapmasalar da müşteri memnuniyetinin ne anlama geldiğini çok iyi bildikleri aşikâr.

Fotoğraf: Pogonici, Shutterstock

Önümüzdeki hafta merdiven inip merdiven çıkacağız, merdivenlere farklı bir açıdan bakıp etrafta muz kabuğu arayacağız.

Çay, kahve ya da bira… Ne içiyorsanız, umarım istediğiniz kadar sıcak ya da soğuktur…

Afiyet olsun…

Ümit Kartoğlu kimdir?

Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı.

Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı.

2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi.

2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor.

Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor).

Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/

Yazarın Diğer Yazıları

Sağlık Bakanlığı’nın eziyet yönetmeliği

Aile hekimlerinin kendi işini yürütmek için hastaları ile aile hekimlerini karşı karşıya getiren bakanlığın algı oyunlarına artık tahammülleri yok

Bir milyon uçurtma ve 100 yılın hikayesi: Çocuk Hakları Bildirgesi

Geçtiğimiz Kasım ayındaki altı günlük insani duraklama dışında, tüm yıl boyunca bombardımanın olmadığı sadece iki gün vardı. Her üç saatte bir sivil altyapı vurulurken, her 17 saatte bir çadır ve geçici barınma, her dört günde bir okullar ve hastaneler, her 15 günde bir de yardım dağıtım noktaları ve depoları İsrail ordusunca hedef alınıyor

Sağlıkta dönüşümün gölgesinde yenidoğan çetesi-bir sorgulama

“Güya mevcut sosyal güvenlik mekanizmalarının SGK çatısı altında birleştirilmesi, SGK’ya hastane sektöründe hizmetin ve rekabetin yönetilmesi olanağını verecekti. Hatta buna Dünya Bankası tarafından ‘yönetilen rekabet’ gibi bir isim bile verilmişti. Ancak SGK’nın mevcut personel nicelik ve niteliğiyle hastane denetimlerini yapması mümkün değildi. Kamu hastaneleri başhekimlik kurumu üzerinden kendi iç denetimlerini en azından bir ölçüde gerçekleştirebiliyordu. Ancak aynı şeyi tamamen kar odaklı olan özel hastanelerden beklemek zaten akıl dışıydı. Dolayısıyla özel hastaneler tamamen başıboş kaldı ve SGK da bu hastanelere para pompalayan bir tulumba olarak işlev gördü. Bugün yaşadığımız bebek katliamı sorununun özünde bu mekanizma yatar”

"
"