24 Ocak 2020

Uğur Mumcu'dan bugüne mektup var!

Mumcu'nun mektupları; paramparça edilmiş sol ve demokrasi güçlerini, 27 Mayıs’ı ve getirdiklerini, ulaştığı doğru noktayı anlatıyor. Sanki bugüne de aittir. Demokrasi/Anayasa ve Cumhuriyet ekseninde kurulacak "uzlaşma" ve "ittifak"

Uğur Mumcu'nun 1967-1973 yılları arasında yazdığı mektupların orijinallerini ve ilgili fotoğrafları kapsayan çocukluk arkadaşı Önder Pekcan'ın anıları "Uğur Mumcu'dan Mektup Var" adıyla bir kaç gün içinde kitapçılarda olacak.* Anılar, Ankara Bahçelievler'de 50'li yılların sonunda başlayan Mumcu'nun yanında ve yakınında geçen 1961, 1965, 1967, 1970 ve sonrası her kilometre taşını kapsıyor. İlk gençliğin çiçek dürbünü; Bahçelievler'de(n) başlayan politikleşme sürecini ve nedenlerini paramparça haliyle yerli yerine koyuyor. İzah ediyor.

Mektuplar bu çerçevede başlıyor, genişliyor, gelişiyor. Hatırlattıklarından biri de; "Uğur Mumcu gazeteciliğine" giden süreçte yaşananlar ve sol. Uğur Mumcu Kemalizminin hiç bir dönem kopmadığı, hep önemli bileşeni ya da bir parçası olduğu sol. Bugüne mesajı ise, "ittifak ve birleşme"... Yoksa "son" kaçınılmaz.

Kitaptaki ilk mektup 25 Temmuz 1967 tarihini taşıyor ve öğreniyoruz ki Mumcu, ekim ayında İngiltere’ye gidecek. Dil okuluna. Bu arada, İstanbul’da olan Önder Pekcan’ın da yurtdışına burslu çıkış işlemlerini takip ediyor. Verdiği "önemli" haber ise yeni çıkmakta olan Kim dergisinde yazmaya başlaması. Şöyle diyor:

"Kim’i okuyor musun? Bak ne hale getirdik dergiyi. Şimdi bayilerde bulunmuyor. Üstünden ortanın solu lafını da kaldırdık. Sol dergi böyle olur. Öyle Ant gibi gevezelik değil."

Mumcu, o dönemde, "siyasi olarak daha kalıcı izler bıraktığı" söylenebilecek Ant dergisine iğneli bir gönderme yapıyor: "Gevezelik"!

Önder Pekcan’dan Kim’in, Ant’tan geri kalır yanı olup olmadığını incelemesini istiyor:

-Sol dergi böyle olur! diye ekliyor.

Ant dergisi, 3 Ocak 1967’de yayıma başlamıştır. Nedeni ise dönemin etkili gazetesinin başında bulunan Doğan Özgüden’in, gazetenin patronu Malik Yolaç’la, TİP’ten milletvekili olarak seçilen Çetin Altan nedeniyle girdikleri tartışmadır. Yolaç, ilanların Çetin Altan nedeniyle kesildiğini belirterek onu işten atmak istemiş, Özgüden ve arkadaşları buna karşı çıkmışlar ve ayrılmışlardır. Daha sonra, "kara listeye" alındıklarını ve yeni bir gazete çıkarma imkânlarının kalmadığı söyleyen Özgüden, Yaşar Kemal ve Fethi Naci (ikisi de bir süre sonra dergiden ayrılacaktır) ile birlikte derginin üç kurucusundan biri olacak, siyasi tarih açısından önemli ve özgün Ant macerası başlayacaktır. Mektubun yazıldığı Temmuz 1967, onun 1965 yılında "Biz Anayasayı Savunuyoruz. Ya siz?" başlıklı makalesiyle "genç bir hukuk öğrencisi olarak" yazmaya başladığı Yön’ün kapandığı tarihten yaklaşık bir ay sonrasıdır. Ancak Mumcu, yayın hayatına geniş bir yazar kadrosu ile başlayan Ant’ın içinde yer almamıştır. Kim ve Akşam’da yazmaya devam etmiştir.

Mektubun "çok özel" bu satırlarının gösterdiği ilk budur: Türkiye solunun "Sosyalist devrim mi, Milli Demokratik Devrim mi" diye girdiği tartışma dallanıp budaklanmış, çıkarılan dergilerin adıyla tanımlanan "fraksiyonlar" zuhur etmiş, verimli toprağa kök salmaya başlamıştır. İki uç arasında "uzlaştırmacı" üçüncü bir yol önerisinde bulunan Ant’a göre bu hâl; her ne hâl, "diyalektiğin gereği" olsa da, gerçek fraksiyondan fraksiyonların türediğidir.

Uğur Mumcu’nun mektubu aslında onun bir "Yöncü" olduğunu tescillemekte. O, Doğan Avcıoğlu ve Yön’ün bir parçasıdır, müttefik değil, eleştirilecek hedeflerden biridir! Tersi de doğrudur. Uğur Mumcu da sonraki mektuplarında, yurtdışına çıktığında, Önder Pekcan’dan "Ant dergisi alarak, okuduktan sonra kendisini göndermesini" isteyecektir. Ant kurucuları, kendi deyimiyle "bilimsel sosyalizm" ekseninde uzlaşma zemini ararken, her ne kadar tasfiye edildikleri TİP’in de dışında, Milli Demokratik Devrim hareketinin içinde sayılsalar da Yön hareketine sert eleştiriler yöneltmekteydiler.

İlginçtir ki, bir süre sonra Ant’tan ayrılan Yaşar Kemal’in gerekçesi de, yine TİP genel başkanlığından biraz da zorunlu ayrılan Mehmet Ali Aybar’ın Ant tarafından eleştirilmesi olmuştur. Yaşar Kemal, Aybar’ın eleştirildiği yerde duramayacağını açıkça belirtmiştir ki; resimsel derinlik, o günlerde parçalanmış (daha da parçalanacak) olan Türkiye solunun embriyonik bir görüntüsüdür:

Aybar, partiden ayrıldıktan sonra TİP, Behice Boran ve Sadun Aren tarafından daha Sovyetik bir çizgiye yönlendirildi. Yeni TİP’in, Zeki Baştımar tarafından yurtdışına taşınmış olan TKP tarafından zoraki ve gönülsüz bir destek aldığı düşünülebilir.

Düşe kalka yollarda paramparça dillerle

Partiyi pasifist/parlamentarist görenlerin ve Kürtlerin de ayrı örgütlenmeler peşinde koşmasıyla birlikte (ilginçtir ki, TİP’in kapatılma gerekçesi Kürt meselesini dile getirmesiydi) parti gücünü yitirmiş, entelektüel bir motor olmaktan da çıkmıştır. 70’lerde "Atılım" dönemiyle Türkiye’ye dönen TKP- TİP ilişkileri de bu nedenle hep sorunlu olmuştur. Milli Demokratik Devrim Hareketi ise; 1951 tevkifatı ve ardından yaşananlarla kendisi de yurtdışına çıkarak TKP’yi tamamen yurtdışı bir örgüt haline getiren Zeki Baştımar ile o günlerden yollarını ayıran parti yöneticilerinden Mihri Belli’nin "manevi babası" sayıldığı harekettir. Başlangıçta Türk Solu ve Aydınlık dergilerinden, Doğan Özgüden’in Ant, Doğan Avcıoğlu’nun Yön dergilerine ve TKP ile daha önceden yolları ayrılmış olan Hikmet Kıvılcımlı’ya kadar pek çok isim ve hareket hayli enli MDD bandının üzerine oturmuştur. Çok kısa bir zaman içindeyse, bazıları 1970’lerin ikinci yarısına damgasını vuran, aralarından bazılarının eriyerek de olsa 2000’lere dek uzandığı çok sayıda yeni örgüt ve hareketin doğmasına da neden olmuştur. 1970 öncesinin Deniz Gezmişli THKO’su, ikinci yarısının Halkın Kurtuluşu ve TDKP, 2000’lerde Emek Partisi; keza aynı zaman dilimleri içinde Mahir Çayan’ın THKP-C’si, Devrimci Yol ve ÖDP’si, yakın zamanda "'Sol Parti" oldu, benzer dönüşüm ve aşamalardan geçmiştir. Bu iki geleneğin özelliği TKP-TİP sovyetik eksenin dışında kalarak, ciddi bir kitle tabanı oluşturmalarıdır. 2000’lere uzanan bir diğer örgüt de, Mihri Belli’nin Aydınlık’ından koparak "Proleter Devrimci Aydınlık" dergi grubunu oluşturan, sonrasında bugünkü Vatan Partisi’ne kadar dönüşen Doğu Perinçek’in (TİİKP) Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’dir. Ki o da Belli’den ayrıldıktan hemen sonra İbrahim Kaypakkaya’nın TİKKO’sunu (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) doğurmuştur. O Kaypakkaya, bugün Türkiye’nin doğusunda "sosyalist" olduğunu söyleyen belediye başkanlarına "ilham" verecektir.

Bu gruplar arasındaki tartışma ve ayrılıklar sert ve keskindir. Ana yatağından koparak ayrı bir mecrada akmaya çalışan Kürt hareketi ve ondan da kopuk ve bağlantısız olarak 70’lerin sonunda geleneğin dışında peydah olan PKK (Abdullah Öcalan, THKP-C’ye sempati duyduğunu söyleyerek geniş şeridin içine girmeye çalıştığı vakidir) ile silahlı çatışmalara kadar varan ayrılıklar başka bir konudur. Ancak, Uğur Mumcu’nun "gevezelikle" itham ettiği Ant, Doğan Avcıoğlu ve Yön’ü "Bilimsel Sosyalizm/Marksizm" ile alakası olmamakla eleştirmektedir. Ant, Yön’ü biraz da kestirmecilikle "askercilik yapmakla" suçlarken, Mihri Belli’yi dahi pasif bulan Gezmiş-Çayan mecrasının "devrim yapacak işçi sınıfının olmadığı ülkede elbette aydınlar veya suni dengeyi kuracak gerillalar gerekiyor" tezine verdikleri cevap Yön’den pek de farklı değildir: Sivil, aydın kadrolar... Çünkü artık, işçi sınıfının çoğunluğunun ve önderliğinin gerektiğini söyleyen ve "MDD değil sosyalist devrim" diyerek özgün yolunu oluşturan, çok daha keskin bir ayrılık yaşadıkları Behice Boran ve onun TİP’idir. Ant’ın bir diğer farklılık yaratma çabası, İdris Küçükömer’in ünü bugünlere uzanan "Düzenin Yabancılaş- ması" kitabındaki tezlerdir. Kitap ilk kez Ant Yayınları tarafından Nisan 1969 tarihinde basılmış ve tartışma yaratmıştır. Türkiye’nin klasik anlamıyla "feodal" olmadığı, Avrupa’dan farklı bir sosyo-ekonomik yapısal bir gelişim gösterdiğini, bunun Marx’ın sonradan yayımlanan çalışmalarındaki Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) olduğunu düşünenlerle içiçe geçen bu tezler zaman içinde vulgarize edilerek günümüze kadar uzandı.

Şerif Mardin‘in öne sürdüğü devlet elitlerine karşı sivil toplumun ilerici bir rol oynadığı görüşü, 1980 askeri darbesiyle ezilen sola, Kemalist ve batılılaşmacılara, elbette CHP’ye karşı yöneltilen en önemli ideolojik silah oldu. 2000 sonrasında "sivilleşmenin ve demokrasinin motoru İslam ve cemaatler" olarak ilan edilirken sol içinden de destek gören AKP, yelkenlerini bu rüzgârda şişirdi. "Türkiye’de sağcılar aslında ilerici ve solcu, solcular ise muhafazakâr ve sağcıdır, dolayısıyla İslamcılar ilerici, Kemalistler ve devletçiler daima gericidir, devlet dışı her şey ilericidir, yeni uluslararası sistem, küreselleşen dünya bu tür despotik devletleri, Saddam’ın Irak’ı gibi yok edecektir, Avrupa Birliği ile işbirliği yapan AKP demokrattır, demokrasiden yanadır, liberaldir" gibi karikatürize çözümlemelere ulaşan bu görüş, AKP’nin izlediği siyasi çizgi ve Temmuz 2016’daki "sivil cemaat" FETÖ’nün askeri darbe girişimiyle ağır bir darbe yedi. 1967 Haziranı’nda kapanan Yön’de yazan Uğur Mumcu’nun, Temmuz 1967 tarihli mektubunda Ant’a atfettiği sıkıştırılmış gibi duran sözcüğün gerekli ve bir o kadar önemli açılımı "kısaca" budur.

CHP ve TİP gerisi hikâyedir

Mesaja gelirsek: Sonraki paragrafta bir cümle daha vardır; o da öylesine söylenmiş gibi durur. Fraksiyonlar üstüdür... Net bir saptamayı içerir:

"Stratejimiz şu: TİP ile CHP’nin ortak noktalarını savunmak. Kurtuluş burada, öbür tarafı hikâye."

Türkiye solunun o günlerde "Diyalektiğin gereği!" saydığı ve sandığı bölünmenin gerçek hayat pratiğinde ortaya çıkardığı; parçalanma, kutuplaşma ve güç kaybıdır. Mumcu’nun, "Anamız ağlıyor... Sindirme devri başladı. Sanırım biraz sonra da faşist cunta gelecek. Devrimciler, sosyalistler hâlâ birbirlerine Lenin’i, Marks’ı, Engels’i anlatıyorlar. Türkiye hiç böyle günler yaşamadı" diye Önder Pekcan’a yazacağı günlere az kalmıştır.

Menderes döneminin tanığı genç Uğur Mumcu’nun saptaması doğrudur; benzeri yaşanmamıştır. Dönem ile 2000’lerin ikinci yarısına yapılan benzetmeler kaba ve biçimsel sığlığının ötesinde, eksiktir. Gazetecileri, muhalifleri içeri atan, ülkeyi kutuplaştırarak, birbirinden nefret eden iki kampa bölen, buradan oy devşiren, demokrasiyi öldüren, NATO ve Amerika’yı; Rusya (SSCB) ile yakınlaşarak tehdit ederek kendine yeni manevra alanları yaratmaya çabalayan Menderes’in son döneminin aksine Uğur Mumcu’nun beklediği; "ilerici bir askeri darbe" değil, "faşist bir cuntadır." Avcıoğlu’nu, Yön ve Devrim’e yöneltilen "askerci" (hâlâ) eleştirilerinin atladığıdır. Güncellenmeye muhtaçtır.

"TİP ve CHP’nin ortak noktalarını bulmak ve savunmak" ise ilk bakışta o günlerden başlayarak bugünlere dek uzanan bir sonsuz "sol fantazi!" gibi görünse de, gerçekçidir. Yapılması gereken "ortak noktaları bulmak ve savunmaktır"; Mumcu için bu biraz da "birlik ya da birleşmek" değil; olanı korumaktır.

Sol'un muhafazakâr bandı!

27 Mayıs (darbesinin) radikal kazanımlarının büyük ölçüde dahil olduğu bant, Türkiye’de "sol muhafazakarlığın" da oluştuğu zemindir. Ant dergisi de aynı bantta bir diğer "kurumsal muhafazakarlık" örneği vermiş; dışında kalsa da, karşı dursa da TİP’i, solun meşru ve ortak zemini olarak görmüştür. 1969 seçimlerindeki "yenilgi" ardından partiden ayrılan, Çekoslavakya’nın (Sovyetler Birliği tarafından) işgaline karşı çıkan Mehmet Ali Aybar’ı eleştirirken, bu kez kurucularından biri olan Yaşar Kemal’i bu nedenle kaybetmesi bunun bir göstergesidir. Sol parçalanmakta, kazanımlar kaybedilmektedir. Bunun bir fantazya mı kabus mu yoksa çıplak gerçek mi olduğunu tarih yazdı. "Sol", "CHP" ortak noktaları bularak savunduğu 1974’ü (Daha sonra ‘Aşırı sol’ diye yaftalanarak tamamen CHP’nin dışına ve karşısına itildi), 1989’u (SHP), 2019 İstanbul’u başarı hanesine yazmıştır. 60’lı yıllarla yapılacak en yakın benzetme bu olabilir: Kürtlerin de içinde olduğu geniş "sol" bant.

Mumcu'nun kitapta yer alan diğer mektupları da tek tek geniş değerlendirmelere açıktır. Örneğin, "10 Kasım, This is BBC one" diye başlayan mektupta, BBC'de izlediği Rus İhtilali (John Reed'in ünlü kitabından uyarlanmış olmalı) hakkında yazdıkları, sendika liderleri hakkında düşündükleri tarihidir, önemlidir. Yine kitapta yer alan, Hasan Cemal’in tarihi Önder Pekcan'a Devrim antetli olarak Amerika'ya gönderdiği mektubu, "Bundan önce yolladığın kitaplardan fazlasıyla yararlandık. Önümüzdeki 46. sayıda yine aynı kitaptan bir arka sayfa hazırladık. Sağ olasın" dediği mektup, uluslararası literatür ve gelişmelerin Avcıoğlu çevresince nasıl dikkatle takip edildiğini gösterir. 60’ların solu dünyadan kopuk değildir.

Yurda ve 70’li yıllara gelindiğinde, bu kez Önder Pekcan yurtdışında, Uğur Mumcu Türkiye’den ona durumu anlatmaktadır. 7 Aralık 1970 tarihindeki mektubuna şöyle başlar:

"Evet... işler böyle... siyasal işler çok karışık. Ya sağcı ya da solcu bir darbe bekleniyor. Silahlı çatışmalar arttı. Adam kaçırmalar, vurmalar birbirini kovalıyor. Tehditler birbirini kovalıyor. Bana da 'tedbir al' diyorlar, nasıl alacağız?"

27 Mayıs’ı ve getirdiklerini, "Anayasayı savunan" Mumcu’nun geldiği "doğru nokta" sanki bugüne de aittir. Demokrasi/Anayasa ve Cumhuriyet ekseninde kurulacak "uzlaşma", "ittifak" ya da "cephe" Mumcu’nun gayet yerinde tespit ettiği gibi tek çaredir. "Belki de sol darbe olur" beklentisinin naif bir "temenni" olduğu ortadadır. Ama ne çare; 27 Mayıs kataliktik konvektöründe oluşan "demokrasi bloku" parçalanmış "Cumhuriyet ekseni" ise çoktan başka doğrultuya kaymıştır. "Anayasayı savunmak", eski uzlaşma noktasına, çıkış noktasına dönmek, böylelikle en geniş cepheyi oluşturma çabasıdır. Mumcu, "bugüne" daha ne yazsın?


*Uğur Mumcu'dan Mektup Var. Çocukluk Arkadaşı Önder Pekcan'ın anıları. Uğur Mumcu ve mektupları.Telgrafhane Yayınları.

Bu yazının tamamı kitabın "Giriş" bölümünde yer almakta.

Yazarın Diğer Yazıları

Becerikli Bay Kemal'in masası ve sosyalist sol

Türkiye'de gerçekten sol bir muhalefetin kök salarak etkili olması için sosyalist solun parlamento içindeki ve dışındaki parçalarının seçim sonrasında ittifaka girmeleri, giderek bütünleşmeleri gerekecektir

Faika ve Hilmi Artan ile son söyleşi

Faika Artan'ı geçtiğimiz cuma bir avuç insan toprağa verdi, İstanbulda. Sessizce. Ağlayıcıları yoktu.

HDP ne yapmalı, CHP ne yapmamalı?

Liberal illüzyon biterken CHP, oy bandını genişletmek için sahibi olduğu "kurucu merkez postuna" yerleşiyor. Bir yandan ağır topunu ateşliyor: Kürt sorununu çözeriz. Elbette, meşru çözüm mührü belindeki kuşaktadır. Ancak bu HDP ile ittifaktan değil, merkeze yerleşmekten geçiyor. HDP ise çıktığı ana yatağa dönmeli, sosyalist solun parçası olmalı, bugün yaptığının tam tersini yapmalı