16 Mart 2016

Karıncayı okşamak

Dediklerine göre bahar gelmiş. Tahir ‘in başucuna nar ağacı fidanı dikeceğim. Tahir, nar ağaçlarını çok severdi...

Bir kuşluk vakti barış anının durduğu kırık bir kol saati, ölü bir kolda yerle yeksan oldu. Ölüm karşısında birkaç saat dayanabilmiş direnmiş camı çatlayarak durmuş bir kol saati. Bizim kırıldığımız gibi, barışın kırıldığı gibi, bizim acıdan çatladığımız gibi. Kuşluk vakti, bir ikindi hüsranına döndü. Ölü koldaki kırık camda katilin gölgesi mühürlendi. Daha sonra gerçekleri telaffuza çalışan dudaklar mühürlendi. Ölümle toplumun vücuduna şekil verilmek istendi. İçimizde konuşmaya çalışan vicdan dile değmeden içimize hapsedildi. Göğüs kafesimizde kendi ellerimizle beslediğimiz hapishaneler durmadan çoğaltıldı.

Tahir Elçi dervişane duruşuyla bir kuşluk vakti onuncu köyden kovuldu. Saltanatı yıkılacakların telaşı kurşun olup düşünen bir kafada yer buldu. Çimentosu çalınmış kumlarla karılmış yalandan briketleri ayaklarımızın altına döşeyenlerin telaşı. An geldi ayaklarımızın altından döşenen briketler kayıp gitti. Geriye kalan kaybolan hayatların ağıtları oldu. Ölümler kutsallaştırılıp masumane yok oluşlara bahaneler bulundu. Ölümden korkanlar, saltanatlarının yıkılacağından korkanlar, ölümü yüceleştirip şehitlik mertebelerinden dem vurarak bir dizesi bile değiştirilemeyecek kutsal şarkılar bestelendi. Kulakları sağır, gözleri kör eden şarkılar.

Birkaç gün sonra her zamanki gibi bahar hissedilecek. Tahir’in çok sevdiği nar ağaçları tomurcuklanacak. Tam bağrının üzerinden otlar fışkıracak. Sonra, Nevroz kutlaması olacak mı, olmayacak mı, nerede kutlanacak, kaç kişi ölecek sendromları başlayacak. Oysa geçen Diyarbakır Barosu'nun tarihi Cemil Paşa Konağı'nda verdiği resepsiyonu ,davetli olanlar hatırlarlar. Keman eşliğinde taş avlulu  mekanın birleştirici gücüyle, bin yıllar öncesinden gelen tarihin gücüyle, herkese ait gök kubbe altında bir nevroz kutlandı. Ama bugün ne bir arada kutlanacak bir nevroz resepsiyonu, ne tarihi mekanlar ne de devlet erkanını ve aralarına duvarlar barikatlar örülen yerel yönetimleri, kanaat önderlerini bir araya getirecek Tahir Elçi var. Normal kutlanması gereken bayramlar bile hastalıklı ruh hallerine olan meyillerden dolayı yine korkudan telaştan beynimize kan pompalanacak. Yaşam hakkının kutsallığından bihaber toplumun fertlerince, öldürülenlerin çetelesi tutulacak. Galibi olmayan her defasında da mağduru halk olan kargaşaların, keşmekeşliklerin gözü aydın olacak.

İşte o zaman gözleriniz, zor günlerde yangına körükle gitmeyen kem küm etmeyen dürüstçe ve vicdanı sızım sızım sızlayan Tahir Elçi’yi arayacak. Fakat önemli olan Tahir Elçi’nin değil sizin vicdanınızın sızlaması. Ama olmayan şey nasıl sızlasın.

Bir gün  toplum için sarf ettiğiniz bunca işin gücün arasında zamanınız olursa muktedirler, bir mezarlık ziyaret edin. Toprağın altından yüzeye doğru çıkan dünyadan bihaber kendi dünyasında telaşlı karıncalar göreceksiniz. Ölüm sessizliğini yüreğinize bedeninize taşıyan karıncalar. Ama sadece bedeniniz varsa yüreğiniz yoksa hiçbir karıncayı ne görecek ne de okşamak isteyeceksiniz. Benim yüreğim toprağın altında olduğu için karıncaları bu nedenle okşamak istiyorum, bilmem karıncaları siz de okşamak ister misiniz, halkı halktan daha çok severler.

Dediklerine göre bahar gelmiş. Tahir ‘in başucuna nar ağacı fidanı dikeceğim. Tahir, nar ağaçlarını çok severdi. Nar tanesi gibi dağılan hayatların  vebali kimin boynunda kalacak muktedirler ve halkı halktan daha çok severler. Her geçen gün biraz daha  dağılıyoruz ,biraz daha azalıyoruz. Dağılan nar tanelerini bir araya yeniden kimler toplamaya cesaret edebilecek? Tahir nar ağaçlarını da dağılan nar tanelerini de çok severdi. Tahir yaşasaydı, bugün dağılan taneleri o toplayacaktı. Bence siz de toplamak isterseniz toplayabilirsiniz dağılan taneleri. Toplayabilirsiniz muktedirler ve halkı halktan çok severler. NAR TANELERİNİ SEVİYORSANIZ!

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kabuğa çekilme hakkı

İnzivaya çekilme duygusu, duymaktan imtina ettiğimiz sözcükleri dışarıda bırakmak kadar, yorgun omuzlarımızı dinlendirme meramından da kaynaklanabilmektedir

Devlet bizi gözlerimizden tanıyor

İçerde haksız hukuksuz yere hücrelerde izole edilenler dışardaki sevgililerini görmekten mahrum. Enselerindeki tek kurşunla toprağın altında uyuyanlar çocuklarının büyüdüklerini görmekten, sonbaharda kızıllaşan yapraklara, denizin serinliğine dokunmaktan, bulutların beyaz beyaz gökte ilerleyişini izlemekten mahrum...

Üstü açık mezarlık

Biz her ne kadar sonsuz yolculuğun karanlık odada nihayetleneceği fikrine sahip olsak da deprem gibi bir felaketle karşılaşınca koca şehirlerin üstü açık mezarlıklara da dönüşebileceğine tanık olduk

"
"