31 Mayıs 2024

O halde seçmene soralım; Kemal Kılıçdaroğlu'ndan razı mısınız?

Kılıçdaroğlu'nu CHP'de kim hançerlemiştir veya hançerlenmiş midir bilemem; zira kendisi sonuç itibarıyla o kadar başarısız bir Genel Başkan oldu ki, onu hançerleyenler, sadece hâlâ bir şansı olduğunu sanmasını sağlayanlar olabilir, diye düşünüyorum… Bir hançer durumu söz konusuysa, bu hançer ancak ve ancak seçmenin sırtına saplanmış olabilir...

Kemal Kılıçdaroğlu

Kemal Kılıçdaroğlu, üzerine konuşmak ve netleşmek gereken bir siyasi figürdür bana göre. Üzerine konuşmak, meselenin adını koymak, fotoğrafı netleştirmek önemlidir, çünkü bunları yapmazsak Türkiye'de yaşananlar unutulur, hatta bilgiler yer bile değiştirir.

Biliyoruz, bu sistemin içinde yaşıyoruz!

Karanlıkta kalan siyasetçiler bile bu durumdan istifade ederek aynen devam ederler 'kariyerlerine' -ki ortada siyasi bir kariyer yoktur aslında-. Tek faydalı çabaları, vatandaşın hayatına yansıyacak-iyileştirmeye sebebiyet verebilecek girişimleri, hatta bu tarz meseleleri dahi olmaz, ama emrihak vaki olana kadar siyaset sahnesinde kalmak, koltuk işgal etmek isterler.

Normal koşullarda siyasi hayatta başarı elde edemeyen siyasetçiler 'sahneden' çekilir, çekilmelidir de, bunun için misal 13 sene beklemek gibi bir şansları da olmamalıdır.

Ama bunlar normalde olmasını beklediğimiz siyasetçi davranışıdır.

Türkiye'de ise işler tam tersine yürür.

Bir kere koltuğun, gücün tadını alan; istenmese de, başarı sağlayamasa da kalmak, mevcut ve etkisiz alanını korumak için elinden geleni ardına koymaz.

Siyasi tarihimiz ve mezarlıklarımız bu örneklerle doludur.

Kemal Kılıçdaroğlu da koltuğunu kaybettiği andan beri 'siyaset yapmaya devam' arzusunda olduğunu yaptığı sosyal medya paylaşımlarıyla hissettiriyordu.

Önce biraz karnından 'kırgınlık' sinyalleri verdi, sonrasında ise yekten 'sırtından vurulduğu'nu, 'hançerlendiğini' söyledi.

Onun açıklamaları karşısında da gazeteciler Kılıçdaroğlu'nu sırtından vuranların kimliklerini tespit etmeye çalışmaya, tahminler ortaya atmaya başladı.

Oysa, bu gibi durumlarda bir durup önce görüntüde netlik ayarını yapmak önemli.

Öyleyse yapalım…

Kılıçdaroğlu 13 senelik başarısızlığının ardından partisi tarafından bir başkasının, yani Özgür Özel'in seçilmesiyle genel başkanlık görevini tamamlamış oldu.

Yani doğal seleksiyonun çok geç cereyan eden sonucu olarak CHP'de Genel Başkan değişti.

Final, başarısızlığın sonucuydu.

Şimdi oturup Kılıçdaroğlu'nu konuşma zamanı geldiyse evet tabii konuşalım ama yaratılan konuyu değil, bizlerin de bildiği gerçekleri konuşalım.

Kılıçdaroğlu'nu içeride kim hançerlemiştir veya hançerlenmiş midir bilemem -ve bu tabloda çok da ilgilenmem- zira kendisi sonuç itibarıyla o kadar başarısız bir Genel Başkan oldu ki, onu hançerleyenler sadece hâlâ bir şansı olduğunu sanmasını sağlayanlar olabilir diye düşünüyorum.

Kendisinin uğradığını düşündüğü ihanetleri bir kenara bırakıp sebep olduğu, aktörü olduğu 'ihanetlerle' yüzleşmesi çok daha gerçekçi bir bakış açısı getirir, hem kendisine hem de hâlâ ondan siyasi bir fayda sağlamayı düşünenlere!

Net konuşalım; Kılıçdaroğlu milyonlarca muhalif seçmeni defaatle yolda bırakmış, hayal kırıklığına uğratmıştır. Bir hançer durumu söz konusuysa, bu hançer ancak ve ancak seçmenin sırtına saplanmış olabilir. Bunu da 13 yıllık koltuk inadından, kaybetmeye sebep olacak hamlelerinden, seçimlerinden, kararlarından dolayı Kılıçdaroğlu'na yazmak isteyen olursa çok da haksız sayılmaz! Aksini söyleyebilecek olanların argümanlarını dinlemek isterim. İsterim, ama "Kılıçdaroğlu hiç mi iyi bir şey yapmadı" gibi sahte tesellilere karnım tok. Bir insanın, elbette Kılıçdaroğlu'nun da yaptıklarının baştan sona yanlış olduğu iddia edilemez. Elbette iyi niyetle, iyi şeyler de yaptı. Ancak, siyaset sonuç alma işidir. "Sonuçta başarı getirmeyen iyi şeylerle" avunacaksanız, ömür biter teselli bitmez!

Devam edelim…

2010-2023 yılları arasında CHP Genel Başkanlığı koltuğunda oturmuş ve 'etkisiz muhalefet' tanımının, hatta el arttırayım 'kullanışlı muhalefet'in adeta yüzü haline gelmiş olan Kemal Kılıçdaroğlu, şimdi de genel başkanlığa geri dönmek için 'parti içi muhalefet' başlattığını açıkladı.

Ana muhalefet liderliğinde 'başarı' yetmemiş, bir de parti içi muhalefette başarı aramaya karar vermiş anlayacağınız.

Vay be!

Bu kadarı Türkiye için bile fazla değil mi Allah aşkınıza?

Elle tutulur, gözle görülür ve tüm ülke kaderini etkilemiş bir başarısızlığı yok sayarak, kendisine kızgın, kendisine kırgın, kendisini kayıp yıllar konusunda suçlayan milyonlara bir açıklama yapmak durumunda dahi hissetmeden, "ben geri dönmek istiyorum" diyor Kemal Bey.

Kılıçdaroğlu bu açıklamaları da KRT TV'ye konuk olarak yaptı.

Kanal seçimi bile yeterince manidar bana göre!

Kılıçdaroğlu "siyasete döneceğim" yayınının hemen ertesi günü de Selahattin Demirtaş'ı cezaevinde ziyaret etti. Siyaset yapmaya karar veren Edirne'ye gidiyor, malum! Adamı içeriye tıktılar sonra da kapısında kuyruk oldular, yalan değil! Bu konuda da söyleyecek çok söz var ama başka bir yazının konusu belki. Cezaevi çıkışında da "Demirtaş dışarıda olsa sivil siyasetin önü açılırdı, terör biterdi" gibi açıklamalarda bulundu; sanki "dokunulmazlıkların kaldırılması konusundaki tuhaf tutumuyla- Selahattin Demirtaş'ın tutuklanması sürecinin önünü açan kendisi değilmiş gibi! Diyebilirsiniz ki, dokunulmazlıkları savunsa da sonuç değişmeyecekti; Demirtaş için değişmeyebilirdi, ama bu sonuçta CHP'nin parmak izi olmazdı, az şey mi!

İşte netlik buralarda çok önemli!

Yapmadıklarının, yapamadıklarının yarattığı kayıp hissi bile vatandaşta hâlâ çok tazeyken bu hamleler Türkiye siyaseti için bile iddialı!

Hafızamıza, geride bıraktığımız kapkara deneyimlerle, acıyla, dertle dolu 22 yılımıza kimse bu düzeyde hakaret etmemeli bence!

Her şeyin bir sınırı olmalı.

Bu durumda kendi izanı yetmeyene de kendi durumu net bir şekilde anlatmalı.

Özetle; hatalarının sorumluluğunu almadan, özeleştiri vermeden 13 yıl boyunca başarı elde edecek şekilde yapamadığı 'aktif siyasete' aniden atılmış bir Kemal Kılıçdaroğlu'yla karşı karşıyayız.

Her dönemeçte seçmenin bir şans daha verdiği, "Gandhi Kemal" dediği, "Piro" dediği, "Dede" dediği Kemal Kılıçdaroğlu bu tanımların içini doldurduğunu düşünüyor mu, ona bu sıfatlarla yaklaşan, inanan seçmenle arasında bir helalleşme süreci yaşandı mı ki siyasete dönme kararı aldı? Anlamak imkânsız!

Bu aşamada kendisine "hayırlı olsun" mu diyeceğiz yoksa gerçek, yerinde sorular mı soracağız?

Bence Kılıçdaroğlu'na soru sormanın tam zamanı ve yeridir.

Benim de elbette bazı sorularım var, KRT'de sorulmadı bunlar ama ben hemen sıralamak isterim:

- Sayın Kılıçdaroğlu sizin başarınızı 13 sene boyunca kim-kimler ve ne yaparak engelledi?

- Peki Sayın Kılıçdaroğlu, 13 senelik Genel Başkanlığınız döneminde ziyaret etmediğiniz siyasi mahkûmların ziyaretine neden şimdi başladınız?

- Selahattin Demirtaş'ı ziyaret edebilmek için kimden ve nasıl, hangi nedeni öne sürerek izin aldınız?

- Demirtaş'la sohbetinizde, bu mağduriyetin yaratılmasına su taşıyan kişi olarak bir özeleştiri verdiniz mi, özür dilediniz mi?

- Genel başkanlığınız boyunca her önünüze gelen dosyaya "terörle yan yana durdu, denir" endişesiyle imzayı atmadınız ve attırmadınız mı? Bu imzaların çoğu bizi ve ülkeyi daha büyük bir karanlığa ve çözümsüz sorunlara itmedi mi? 

- Şimdi endişelerinizi ortadan kaldırıp, hapishane yollarının açılmasını sağladığınız insanları ziyaret etmek suretiyle 'yan yana gelmekte' beis görmemenizi sağlayan gelişmeler nedir, bize de anlatır mısınız? 

- Peki sayın Kılıçdaroğlu, CHP bir ivme almış ilerlerken, "güzel günler de mümkün olabilir" hissi tüm topluma yayılmışken, bu durum toplumda bir rahatlama ve umut yaratmışken neden sürekli 'çelme' arzusundaymışsınız algısı yaratan beyanlarda bulunuyorsunuz? "Kendi partisine zarar vermeye çalışıyor" algısı sizi rahatsız etmiyor mu?

- Sayın Kılıçdaroğlu, 13 yıllık başarısızlığınız; 2 referandum, 3 genel, 2 yerel seçim kaybetmeniz önümüzde olanca gerçekliğiyle dururken kendinizde gördüğünüz, inandığınız hangi unsurlar sizi yeniden siyasete atılmaya yöneltiyor?

Biz kendini eleştirmeden yola devam etme çabasında olan siyasetçilere alışığız, evet ama onlara net sorular sorarız, geçmişte bu sorularımıza tatminkâr olmasa bile mutlaka yanıt alırdık.

Şimdilerde ise, Tayyip Erdoğan iktidarından öğrenilen ve muhalif siyasetçilerin de sıkıştığında başvurmaktan çekinmediği bu 'gazetecilere cevap vermeme lüksü'nden siz de faydalanabilirsiniz pek tabii. Bizler de uzundur bu ihtimal dahilinde sormaya devam ediyoruz ve edeceğiz de.

Son bir soru Kılıçdaroğlu'na, son bir soru da okura sorarak bu yazıyı bitirmek isterim.

Sayın Kılıçdaroğlu, 13 yıllık başarısızlığınızın her dönemecinde "bu adam Tayyip Erdoğan'a çalışıyor" iddialarıyla bile karşılaştınız, bizler de bunun bir eleştiri değil komplo teorisi olduğunu savunduk durduk.

Bunu dillendirenlerin düşünce insanı değil temelsiz dedikodu yapan trolümsüler olduğunu söyledik.

Peki ama şimdi bu eylemlerinizle o teorileri de bir miktar daha ete kemiğe büründürdüğünüzü düşünmüyor musunuz ve bu pozisyonda anılmak sizi rahatsız etmiyor mu?

Son olarak, özellikle de CHP'ye oy veren okurlara sormak isterim; peki siz Kemal Kılıçdaroğlu'ndan razı mısınız?

Kendisine, çıkmayı düşündüğü bu 'yeniden genel başkanlık yolu'nda helallik verir misiniz?

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Geçmişiyle yüzleşemeyen temiz bir gelecek de kuramaz

Türkiye; devletin/görevlisinin içinde olduğu veya seyrettiği, yargılamayı savsaklayarak örtbas etmeye çalıştığı Madımak Oteli gibi katliam ve cinayetlerle hesaplaşmadıkça, makûs talihimiz de tarihimizle birlikte tekerrür edecek

Bravo bizi maddi-manevi tüm değerlerimizle paramparça edişlerini sineye çekişimize!

Bırakın kayyım yönetimindeki belediyelerden borç bırakılan milyarların hesabını sormayı, yeni kayyım atamasını Hakkari'den başlattılar, bizlerin tepkisizliği sayesinde de devam edecekler, göreceksiniz!

Sebahat Tuncel: İmha 90’larda daha fizikiydi, şimdi siyaseten imha var

“Sol olarak, sosyalistler olarak yeni bir hikâyeye ihtiyaç var. Maalesef sol çok zayıf… Tabii Türklerde egemenlik durumu da var. Devletin sahibi Türklerdir. Bu sebeple de devletin yaptığı haksızlığı, hukuksuzluğu tolere edebiliyor galiba… Türkiye toplumu devletin yarattığı baskıyı doğal bir sonuç olarak görüyor ve bu baskı rejimine şiddetle itiraz etmiyor. Oysa devlet emeğini sömürüyor, duygularını sömürüyor, özgür yaşam hakkını elinden alıyor. Bunu kabulleniş var, bu bir problem… Türkiye’de devlet ailenin bir parçası olarak görülüyor ama Kürtler o ailenin dışında…”