Memlekette mağduriyetler, haksızlıklar o kadar sık ve büyük şiddetlerde yaşanıyor ki, sanıyorum o sebeple çoğu konu hakkı olan gündemi yakalayamıyor.
"Mağduriyetlerin gündem olmasının ne önemi var" demeyin.
Bu ülkede mağduriyetin gündem olması, olabilmesi yaşamsal bir önem taşır.
Gündem, siyasetçileri aslında niyeti olmayan hamleler yapmak zorunda bırakır.
Bazı tahliyeler ve hatta tutuklamalar ona bağlı, sırf gündem baskısının belirlediği tutukluluk hallerinin uzadığı, kısaldığı örnekler de var.
Şüphesiz aynı şekilde aylarca duruşmasız, iddianamesiz hapiste beklemelerin bir kısmı da gündem olamamaktan…
Aslında hepimiz biliyoruz bunu, dürüstlükte fayda var…
Mesela; iktidar partisi milletvekilinin evinde bir kadın ölüyor, üstelik vekilin silahından çıkan kurşunla ölüyor ve bu dosya bir-iki yayın organı, bir-iki kadın hakları savunucusu dışında memlekette bir mesele hâline gelmiyor.
Gelmediği için de, gayet önemli şüpheleri barındıran bu dosya hakkında sessiz sedasız takipsizlik kararı verilebiliyor!
Oysa gündem olsa, bu konunun takipçisi olsak, iş değişir. Şeffaflık mecburi hâle gelir!
Evet siz de haklısınız, biliyorum ki tam o sırada bir adam kendisinden boşanmak isteyen karısını ormana götürüp kulaklarını kesip işkence ediyor, yaşlı bir amca marketten çaldığı şampuanın hesabını "açlık’la açıklamaya çalışıyor ve hepsi aslında tek bir ülke için koca bir sene üzerine konuşacağı ve de travmasından kurtulamayacağı konular…
Maalesef bizde durum farklı, biz günde beş defa insanlığımızdan vurularak yaşamaya, gündemi de takip etmeye çalışıyoruz.
Birçok memleket insanına göre aşırı kalın derimiz!
Evet kalın ama bunu avantaja çeviremiyoruz. Acıya, üzüntüye dayanıklılığımızı davalarımızı takip etme aşamasında bir nevi inada dökemiyoruz. Özetle, fikri takibimiz çok zayıf!
Bir kadının ölümünün aydınlatılmasını sağlayamayız belki ama şüphelilerin hakkıyla yargılanmasını sağlayabiliriz, tavrımızla…
Evet haklısınız biraz önce de söylediğim gibi çok sık ve çok büyük şoklarla bölünüyoruz ve her konuya, her haksızlığa, her hukuksuzluğa yetişmek zor.
Ama şu gerçeği de unutmayalım,
Zaten çok az sayımız ve yetişmediğimiz yerde de konu kapanıyor!
Aynı AKP’li Şirin Ünal örneğinde olduğu gibi.
Ölümündeki şüpheler hâlâ aydınlanmayan Nadira Kadirova’nın cenazesi apar topar memleketine gönderildi.
Nadira Kadirova
Bir dosya açıldı ama sanki en hızlısından "takipsizlik’ verilerek kapansın diye.
Oysa genç kadının ailesi ve avukatı çırpınıyor; sesleri duyulsun, itirazları dikkate alınsın diye.
Avukatı Prof. Dr. İlyas Doğan, Nadira’nın ellerinde atış izine rastlanmamasının intihar iddiasını çok zayıflattığı görüşünde. Aynı zamanda genç kadının bedeninde sadece erkeklerde bulunan Prostat Spesifik Antijen’e rastlandığını, bunun da ölümünden çok kısa süre önce bir erkekle temas anlamına geldiğini, fakat buna rağmen bir DNA incelemesi dahi yapılmadığını söylüyor. Ve tabii birçok ihmalden, bu dosyanın ısrarla kapatılmaya çalışıldığından da söz ediyor.
Diğer yandan Kadirova ailesi 23 yaşındaki kızlarının intiharına asla inanmıyor ve ölümünün aydınlatılmasını istiyor.
Konunun şüphelisi Şirin Ünal.
Bir politikacı.
Seçilmiş, vekil olmuş.
Yani halk için, halk istediği için görevde.
Şayet suçsuzsa buna önce halkı inandırmak ve kendini her şeyden önce kamu vicdanında aklanmak zorunda.
Bu bir mecburiyet!
Tartışmaya açık bir konu değil.
Böyle bir şüpheli olaya adı karışan siyasetçi görevinden ayrılır, pozisyonunun sağladığı zırhtan sıyrılır, kendini yargıya emanet eder ve şeffaf bir yargılama için herkesten önce kendisi talepte bulunur, çünkü suçsuzluğuna da güveniyordur, vatandaşı da, düşüncelerini de önemsiyordur…
Yargı süreci bitince Ünal da siyasi kariyerine kaldığı yerden devam eder. Yani normalde böyle olması mecburidir zaten.
Ama Şirin Ünal bu mecburiyeti unutmuş anlaşılan.
Sessiz sedasız görevine devam ediyor, konu unutulsun diye bekliyor adeta!
Bize düşen de Şirin Ünal’ın unuttuğu bu zorunluluğu kendisine hatırlatmak.
Suçsuzsa ispat edilsin, suçluysa cezasını çeksin.
Yeter ki şefaf, yeter ki hakkıyla bir yargılama yapılsın.
Gelin bu olayın üzerini kapatmalarına izin vermeyelim, gelin bu ölümün takipçisi olalım.