Meclis’te yaşanan ana dil tartışmaları birçoğunuz gibi benim zihnimde de yıllar yıllar önce yaşanan o ünlü ‘Kürtçe yemin’ anını canlandırdı.
1991 yılına zihnimde yaptığım seyahatte, sadece 11 yaşında olan ben ve o anın bana hatırlattıklarını düşündüm. Günlerce haber bültenlerinin ana konusu olan, tartışma programlarında uzun uzun konuşulan o ‘Kürtçe yemin’ günleri.
11 yaşında aklıma kazınan Leyla Zana, Hatip Dicle isimleri…
Leyla Zana’nın saçındaki taç, üzerindeki kıyafet bile dün gibi aklımda -nasıl bir endişe yaşatılmış çocukların dahi zihninde siz düşünün-
Endişeyi pompalayan şüphesiz görüntüleri ekranlarda tekrar tekrar döndürülen o an, yani Meclis’te tuhaf sesler çıkaran bir erkek kalabalığı tepkisi, uğultusu ve sıralara vurularak protesto eden güruhtu.
O gün konuya dair ne düşündüğümü, nasıl yorumladığımı elbette hiç hatırlamıyorum. Ama o anı, konuşmayı, sesleri, karmaşayı ve ardından yaşanan kaosu dün gibi hatırlıyorum.
Leyla Zana, Türkçe “Bu yemini Kürt ve Türklerin kardeşliği için ediyorum” diyordu, aklıma kazınmış… Gel de bu sözün yetişkinleri neden bu derece delirttiğini anla 11 yaşında!
Elbette detaylar, sonradan yaşananlar (parti kapatma, tutuklamalar, öldürülmeler) o an için flu zihnimde. Belki birçoğundan haberim bile yok, hâlâ çocuksun sonuçta.
Sonra memleket meseleleri üzerine çalışırken anladığın, yeniden açılan, çözümsüz kılınmış ve üzerine detaylı düşünmene neden olan konular, aslında kara siyasi tarihimizin yazılmaya devam ettiği, o senin de bir şekilde tanıklık ettiğin anlarda gizliymiş.
DEM Parti Mardin Milletvekili George Aslan, kürsüde Süryanice Noel kutlamıştı
Şimdi 43 yaşındayım.
Ve yine aynı Meclis, evet isimler değişik, denkleme katılan yeni partiler var ve fakat bu defa tartışılan ana dil Kürtçe değil, Süryanice.
Ülkenin yine ‘azınlık politikalarından’ fazlasıyla yara almış, yok edilmeye mahkûm edilmiş dillerden biri olan Süryanice…
Meclis’te Süryanice bir Noel kutlaması yapılmış olmasını tartışıyoruz günlerdir.
Ama tepkiler, sesler, itiraz biçimleri yine aynı!
Toplantıyı terk edenler, sesli itirazlar, sıralara vurarak tepki koyanlar ve aradan sıyrılan bir “Nereden bileceğiz bize küfür etmediğini” sorusu.
Bakın bu yorumu, bu tepki koyma sebebi olarak ortaya sürülen soruyu 11 yaşındaki bir çocuğun düzeyine indiğiniz iddiasında bile soramazsınız, böyle bir soru hiçbir yaş düzleminde mantıklı, hakkaniyetli, vicdanlı, uygar bir ‘sebep sonuç ilişkisi’ kurmaz çünkü.
Sağlıklı bir zihin yabancısı olduğu dili konuşan insanlara “Ya bize küfür ediliyorsa” diye yaklaşamaz, yaşı kaç olursa olsun.
Seyahate gitmişsiniz ve insanlar size yönelik kendi dillerinde konuşuyor.
“Vay ya bunlar bana küfür ediyorsa” diye mi düşünüyorsunuz?
Hiç sanmam.
Şayet öyle bir düşünceye giren varsa, muhakkak psikiyatrik yardım almalıdır, mesele siyasetin konusu olmaktan çoktan çıkmış, ruh sağlığı alanında uzman yardımına muhtaç bir hâle dönüşmüş demektir.
Meclis’te siyaset yapan, ülkenin her türlü ilerleme alanında görev alma iddiasında bulunmuş koca koca insanlar -çoğunluğu erkek- günler süren bir tartışmayı “ya anama küfür edildiyse” düzeyinde ele alıyorsa, çok acıklı -ve neredeyse geleneğimiz hâline gelmek üzere olan- bir tablo ile bir kere daha karşılaşmışız demektir.
Aslan'ın, Noel kutlamasıyla ilgili sözlerini Süryanice tekrar etmesine "tepki" gösteren İYİ Parti Milletvekili Lütfü Türkkan
Geçen 32 yıllık süreci ‘yerimizde saymışız’ veya ‘her şey aynı’ diyerek de yorumlamak imkânsızdır artık, çünkü 90’lı yılların üzerine konmuş bir sürü süreçten geçmiştir Türkiye halkları.
Birçok tartışma, birçok heyet çalışması, uzman değerlendirmesi görmüşüzdür.
Üzerine tonla okumuş yazmışızdır.
2000’li yıllar, barış süreçleri ve bu süreçler doğrultusunda Meclis çatısı altında yüzlerce ana dil hakkı, ana dile saygı çalışması yapılmış, konuşulmuş ve tartışılmıştır.
Şimdi yaşanan bu tartışmalara ‘yerimizde saymışız’ yorumuyla yaklaşmak gerçekliği olmayan bir iyimserlik düzeyinde kalır. Gerçeği yansıtan ise maalesef geçen 32 yıllık süreç zarfında adımları hep ileriye doğru atacağımıza geriye doğru atmışlığımızın bir göstergesidir.
Her tartışma, her anlatım, her tanıklık, her tecrübe, her süreç -süreç konusu Avrupa Birliği süreçlerinden barış süreçlerine kadar geniş bir yelpazedir ve bu süreçlerde yapılmış onlarca ‘iyileştirme’ iddiasında adımlar da atılmıştır-, her kriz, her ölüm, her kayıp, her acı bizi bir adım ilerletiyor sanırken hep daha da geriletmiş.
Yaşamsal belleklerimiz dahi gerilemiş buradan bakıldığında, ne büyük acı!
Sonuçta tüm yaşadıklarımızı bir araya toplamış ve ‘kimliklere saygı’ alanında sosyolojik ve politik araştırma konusu olmaya değer bir gerileme öyküsü yazmışız Türkiye’de.
Bu da toplumsal cinnetimizi analiz etmek adına çarpıcı bir örnek daha koyuyor ortaya.
Meclis’in iddiası toplumdan önde olmak, toplumun henüz hazmedemediği düzeydeki fikirleri dahi tartışabilir etkinlikte bir okur- yazarlığın yanında zihin yapısına da sahip olmaktır.
Burada ya Meclis’in toplumun da gerisinde olduğu ya da Meclis de dahil tüm toplumu insan hakları düzeyinde fikir birliğine asla ulaşamayacağımız bir dehlizde kaybettiğimiz sonucuyla yüzleşmemiz gerekir.
Ortada bir fikir tartışması yok, ortada bir dayatma yok, ortada sadece bir vekilin “Türkçe anlamayan Süryani vatandaşları adına ana dillerinde Noel kutlama mesajı” var. Ve biz 2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti Meclisi çatısı altında buna bile tahammül gösteremez vaziyetteyiz.
32 yılı geride bırakmış ve bu toplumda siyaset yapan insanlara bu hususta tepki göstermenin ayıp olduğunu dahi öğretememiş, ana dile saygı göstermenin basit bir insanlık hâli olması gerektiği edebini dahi yerleştirememiş, özetle kapkara tecrübelerle geride bıraktığımız 32 yıldan hiçbir ders çıkartmamışız. Yani sadece yerimizde saymış olsak, şükredecek düzeyde bir zihinsel gerileme olurdu!
Oysa tek yapmamız gereken, bu Noel kutlamasına dahi tahammül etmeyenleri ayıplamak, düşünce dünyasından soyutlamaktan başka şey olmamalıyken, ‘koca koca adamların’ ağzından “Ya küfür ettiyse, biz nerden bileceğiz” düzeyinde dillendirilen bir ‘sorunu’ tartışıyoruz.
“Yahu neden sana küfür etsin, hasta mı bu insan” diyerek dert anlatmaya çalışıyoruz.
Oysa ülkenin önündeki engel ana dil hakkını savunanlar değil, ana dil hakkının ne olduğunu bile anlamamış insanların siyaset sahnesinde hâlâ yer bulabiliyor olmalarıdır.
Tartışmamız gereken; bizi zihnen bir karanlık kutuya hapseden bu insanların yerine yeni, gerçekten tartışılması gereken yaraların farkında, gerçeklerden haberdar, toplumun tümünü kapsayabilecek bir dilde siyaset yapmasını engellemeyecek kadar berrak bir zihin kapasitesinin üzerindeki kişilerin konuşmasını sağlayamamış olmaktır.
Leyla Zana’nın yemininden bugüne bir arpa boyu yol kat edememiş olmak hepimizin ayıbıdır, hepimizin başarısızlığıdır, evet ama esas acıklısı, kitaplarda okumamıza gerek olmadan bizzat kendi yaşadığımız süreçlerden, toplumca ödediğimiz bedellerden zerre kazanım sağlayamamış olmamızdır.
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|