27 Haziran 2023

Tevhid-i Tedrisat yok olurken: "Dersler hiyerarşisi", Kur'an kursları ve ÇEDES kuşatması

Mevcut CHP'nin dışında, meseleyi seçimlere ve oy hesabına indirgemeyen güçlü bir laik odağın gerekliliğine gereksinim duyanlardanım…

Laiklik, genellikle "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" diyerek tanımlanarak kestirilip atılan bir ilke. Oysa bu tanım hem yetersiz hem de yüzeysel.

Yetersiz çünkü devlet yönetiminin ve özellikle de siyasal alanın dinsellikten arınması biçimindeki başat özelliği yeterince yansıtmıyor.

Yüzeysel çünkü ilkenin öz niyetini (telosunu) anlatmaktan uzak.

Laikliğin telosu, yurttaşların (özellikle) egemen dinsel tahakkümden azade olmasıdır. Laik devlet, dinsel tahakkümü ortadan kaldırmakla yükümlü devlettir.

Bunu yapmanın yolu çokludur. Fakat yolu ne olursa olsun en önemli şey, kendisine uygulanacak kuralların ilhamını göklerden değil, kendi aklından alabilecek; bu kuralları üretecek bir yurttaş bilincinin sağlanmasıdır. Bu bilinç evvela eğitimle olur. Bu nedenlerdir ki laiklik, diğer her şeyden önce eğitimde başlar ve eğitimde biter.

Laik eğitim -karşıtlarının iddiasının aksine- dinsizliği veya dindarlığı aşılamaz. İşlevi başkadır. Yuval Noah Harari'nin 21. Yüzyıl İçin 21 Ders isimli kitabında söylediği gibi:

"Laik eğitimin yaptığı, çocuklara hakikatle inancı ayırmayı, acı çeken tüm varlıklara karşı merhamet duymayı, tüm dünya sakinlerinim bilgeliğine ve deneyimlerine değer vermeyi, bilinmezden korkmadan özgürce düşünebilmeyi ve kendi eylemlerinin yanı sıra dünyanın sorumluluğunu da üstlenmeyi öğretmektir."

Yazarın zikrettiği sorumluluk, "tebaa"yı "yurttaş"tan ayıran çizgiyi de çizer. Zaten bu nedenledir ki "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller" yetişmesini amaç edinen Cumhuriyet, devleti laikleştirme işine eğitimle başlamıştır.

1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat (Eğitimde Birlik) Kanunu, dinsel eğitim ve dinsel olmayan eğitim ayrımını kaldırmış; akılcıl, modern ve laik bir eğitim sistemini getirmiştir. Buna koşut olarak da tekke ve zaviyelerin kapatılması, kılık kıyafet ve harf vb. devrimleriyle bu süreç hızlandırılmıştır. Bugün dahi Anayasa (md. 175), anılan devrimleri getiren kanunların (inkılap kanunlarının) "Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini koruma" amacını güttüğünü söyleyerek, bunlara özel bir statü tanımıştır.

Fakat Cumhuriyet'in 100. yılında, bu kanunların ismi var, cismi yok. Laiklik, geçtiğimiz asrın en kötü yerinde. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, güya hâlâ eğitimin tekil olmasını öngörüyor. Ama fiili durum bambaşka. Eğitim, fiilen ve yeniden "dinsel olan" ve "dinsel olmayan" biçiminde ikiye ayrılmış hâlde. Dahası, dinsel eğitim, -bizzat devlet eliyle- gerekenin çok ötesinde yaygınlaştırılmış ve bu eğitimden geçenlerin mezuniyeti daha makbul hâle getirilmiş durumda...

Bu, herkesin bildiği bir sır.

Dolayısıyla aslında sır değil.

Dinci eğitim kuşatması

Adını koyalım: Türkiye'de gençler dinsel eğitim kuşatması altında. Hukuk ve sayılar bu gerçeği nesnel biçimde ortaya koyuyor.

Dinsel eğitim kuşatması: Mevzuat

Mevzuatın tepesinde yer alan Anayasa (md. 24) "Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır." diyor. Anayasa, böyle bir şeyi başka bir ders için demezken bu ders için diyor. Bu bize 12 Eylül rejiminin ve Kenan Evren'in armağanı…

Anayasa'nın altında kanunlar yer alıyor. Bu konuda da en önemli düzenleme, Millî Eğitim Temel Kanunu.

Kanun (md. 25) "Ortaokul ve liselerde, Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur." diyor. Böyle bir kayıt, pozitif bilim veya sanat dersleri için yok. Yani kanun, bilimi veya sanat vb. alanlardaki zorunlu veya seçmeli dersler için yürütmeye takdir bırakmış. Ama din eğitiminde konuyu şansa bırakmamış. (Laik Devletin bir dini ve peygamberi varmışçasına bir tanesini iyelik ekiyle ifade ettiği) bu dersleri "zorunlu seçmeli" hâle getirmiş. Bu da 2012'de AK Parti hükûmetinin bize armağanı…

Yani eğitim sistemimizde şöyle bir "dersler hiyerarşisi" oluşmuş durumda:

En tepede Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi var. Bu dersi kaldırmak için Anayasa'da değişiklik yapmak gerekiyor. Sisteme öylesine güçlü kazınmış. Bir alt düzeyde "Kur'an-ı Kerim" ve "Hz. Peygamberimizin Hayatı" dersleri yer alıyor. Bu dersleri kaldırmak, bir kanun çıkarmayı gerektiriyor. Bu da ilki kadar olmasa da diğer derslere nazaran güçlü. Onların altında ise diğer "lüzumsuz" dersler yer alıyor. İşte bilirsiniz; matematik, fizik, çevre eğitimi, felsefe, biyoloji, hukuk ve adalet gibi, olsa da olur olmasa da olur türünden dersler… Bunlar, yürütmenin düzenleyici işlemlerine bırakılmış hâlde.

Dolayısıyla tablo şu şekilde:

Dinsel eğitim kuşatması: Sayılar ve sosyal gerçekler

Dinsel eğitim kuşatmasını kanıtlamak için elimizdeki bir diğer veri, sayılar olabilir.

Türkiye'de dinsel eğitim işi, prensip itibarıyla imam-hatip okulları paravanıyla gördürülüyor. Normal şartlarda imam veya hatip yetiştirmek üzere açılan bu okulların sayısı (kadın imam olmamasına rağmen) her iki cinsiyete yönelik olmak üzere, ivmeli biçimde arttı. İlkin Demokrat Parti döneminde yaşanan sıçrama, o zamandan bu zamana devam etti. Özellikle 12 Eylül'den sonra hız kazandı ama asıl artış AK Parti döneminde oldu.

2022 verilerine göre Türkiye'deki toplam okul sayısı 32 bin 702. Bunlardan 4 bin 413'ü imam-hatip okulu. Yani oran yüzde 13,49'a varmış hâlde.

Birbirimizi kandırmayalım. İmamlık ve hatiplik mesleğine dönük ülkenin bu oranda bir gereksinimi yok. Bu okullar, fiili dinsel eğitim kurumu niteliğinde. Buna üniversitelerde sayısı hızla artan ilahiyat fakülteleri (2019 yılındaki sayıları 98'di) ile 16 bin 672 bin Kur'an kursu da dâhil edildiğinde devasa bir yekûn ortaya çıkmakta.

Sayısal veriler de eğitimin dinselleştiğini apaçık ortaya koymakta.

Kuran kursları

Laik eğitim konusu açıldığında genellikle örgün eğitime odaklanıyoruz. Oysa meselenin bir de yaygın eğitim ile yurt dışı eğitimi ayakları var.

Yurt dışı eğitimi ayağını, 15 Temmuz'dan sonra Fethullah Gülen'in açtığı dinsel nitelikli okulları ikame etmek üzere kurulan ve yöneticilerini yürütmenin atadığı "Türkiye Maarif Vakfı" yerine getiriyor. Bu vakıfın açtığı okulların laiklik ilkesine göre hareket etmesini zorunlu kılan yeterli hukuki çerçeve yok. Anayasa Mahkemesi sağ olsun, bunda sorun görmedi. Dolayısıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun hilafına alternatif bir dinsel eğitim olasılığı oluştu.

Yaygın eğitim yönünden; Kur'an kurslarının sayısındaki devasa artış göze çarpıyor. AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılında Kur'an kursu sayısı 3 bin 699 idi. Bugün sayı 16 bin 672'ye ulaştığına göre, yaklaşık 4,5 kat artış var. Bu artış da özellikle son on yılda ivmelenmiş durumda. Bu yükselişte da yine "beden, zihin, duygu bakımından gelişimini tamamlamamış ilkokul 5 inci sınıf öğrencileri için yaz aylarında Kur'an kursu açılması"nda sorun görmeyen Anayasa Mahkemesinin payı yok değil. Var.

Bu noktada, yanlış anlaşılmaması için şu notu düşmeliyim. Kuşkusuz, yurttaşların Kur'an eğitimi alma ve (dinsel konularda ayırt etme yaşına ermiş) çocuklarına bu eğitimi aldırmayı isteme hakkı var. Bunda, soyut olarak sorun yok. Fakat diğer kursların gerekenden düşük oranı karşısında bu devasa sayı masum sayılabilir mi? Dahası, bu kurların denetim ve gözetim koşulları ile denetleyecek personelin seçimine dair gerekli güvencelerin olmadığı dikkate alındığında bu kursların laiklikle uyumlu olduğunu kim söyleyebilir?

Özetle, gençlerimiz ve çocuklarımız devasa bir dinsel (hatta politik ajandaya göre olduğu için "dinci") eğitim kuşatmasıyla karşı karşıya. Birileri "dur" demedikçe de bu kuşatma devam edecek, hatta laik Cumhuriyet'i boğacak görünüyor.

CHP'nin böyle bir meselesi yok. Varsa da kerhen var. Diyanet Akademisi'nin kuruluş sürecindeki tutumları bunu gayet net kanıtladı.

Son gelişmeler

Şimdi gündemde iki yeni adım var. Biri, "Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum" (ÇEDES) isimli protokolle okullara imam görevlendirilmesi.

İzmir'deki 842 okula imam, Kuran kursu öğreticisi, vaiz ve din hizmetleri uzmanı görevlendirilerek öğrenciler, Diyanet İşleri Başkanlığına teslim edildi. Bu adım atılınca gerisi de geldi. Geçen hafta bu görevlilere, İzmir Foça'daki okullarda Kur'an kursu tanıtımı yapmaları için ayrıca görev verildi. Başka bir deyişle âdeta, diğer hiçbir ders, kurs veya eğitim için olmayan bir seferberlik ilan edildi.

Yetmedi. İstanbul Anadolu Savcılığı, İstanbul Anadolu Adalet Sarayı'nda hâkim, savcı ve personelin çocukları ve gençler için Kuran kursu açılacağını mesajla duyurdu. Yargının ve yargı personelinin onca sorunu yerinde dururken…

Bu adımlara karşı TBMM'deki ana muhalefet partisinden birkaç soru önergesi dışında yüksek bir ses duyamadık.

Sizce duyacak mıyız?

Ben karamsarım.

Ben, laiklik hassasiyetini bu partiden beklemekten ziyade, "iş başa düşüyor" diyenlerdenim… Dolayısıyla mevcut CHP'nin dışında, meseleyi seçimlere ve oy hesabına indirgemeyen güçlü bir laik odağın gerekliliğine gereksinim duyanlardanım…

Biliyorum, sayımız az değil.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

27 Mayıs ve Avusturya istihbaratı: Avusturya Büyükelçisi Karl Hartl'ın raporları

"Türkei: 1960" ("Türkiye: 1960") isimli Almanca kitap, Avusturya'nın 1958-1963 tarihleri arasında Türkiye'deki Büyükelçisi Karl Hartl'ın döneminin Dışişleri Bakanı Bruno Kreisky'e 1960 yılında yazdığı raporların derlemesinden oluşuyor

Atatürk Kürtlere özerklik vaat etmiş miydi?

Yerel yönetimlere dönük bu özerklik veya diğer bir ifadeyle özyönetim yetkilerini genişletme eğiliminin nedeni halkın, demokrasi kültürünü pekiştirmesidir

Nedir şu “Yerel Özerklik” dedikleri? | Avrupa Yerel Yönetimler özerklik şartı

Bir kişinin terör mahkûmu olursa belediye başkanı olamaması anlaşılır ama daha hüküm yokken peşinen ve bu kadar çok sayıda seçilmiş kişinin görevden alınmasında her hâl ve kârda ağır abeslik var