Türkiye’de anayasanın, iktidarı sınırlandıran bir belge olmaktan çok, iktidarın amaçlarına ulaşma aracına dönüştüğü konusunda yaygın bir kabul var.
Ama buraya bir günde gelmedik. Yıllara yayılan bir süreçte Anayasa fiilen delindi, birileri de bunu normalleştirdi.
Normalleştirenler, icra edenler kadar ihmalleriyle bu sürece katkı sundular.
Bir hukuka aykırılık, birtakım davranışlarla gerçekleşir.
"Davranış" kavramı, hukukumuzda daha çok "hareket" biçiminde ele alınır. Hareket dendiğinde de bunun icrai ve ihmali olmak üzere iki türü vardır.
Örneğin bir kişiyi silahla vurmak icrai bir davranıştır. Buna karşılık mesela kendini idare edemeyecek durumda olan yaşlı ve hasta bir kişiyi yaralı olarak görmüşken ona yardım etmemekte ihmali bir davranış vardır.
İkisi de ölüme neden olabilir.
Türkiye’de Anayasa’nın bitkisel hayata girmesinde AK Parti’nin "icari" hareketlerine çok yoğunlaşıyoruz.
Peki ama bu sonuçta acaba CHP’nin "ihmali" hareketlerinin payı yok mu?
Bence var. Çok sayıda örnek verilebilir ama en bilinenlerden bazılarını aktarmak istiyorum.
"Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz"
2016 yılına dönelim. AK Parti, bir yıldan az zaman önceki Haziran seçimlerindeki travması aşamamıştı. O günlerde (üstündeki sis perdesi hâlâ kalkmamış olan) tuhaf terör eylemlerinin etkisi de devam ediyordu.
"Kürt açılımı" taze bitmişti. Söylemler 180 derece dönmüş, otoriterleşmede vites arttırılmıştı. Nisan ayı olmalıydı. İşte o günlerde Recep Tayyip Erdoğan ani bir kararla milletvekili dokunulmazlıklarını kaldıracaklarını açıkladı. Bunun üzerine AK Parti milletvekilleri bir anayasa değişikliği teklifi sundu.
Teklif, Anayasa’ya bir madde (geçici 18) koyuyor ve tüm dokunulmazlıkları kaldırıyordu.
Bunun üzerine Kemal Kılıçdaroğlu, tarihe geçecek o açıklamasını yaptı: "Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz." Gerçekten de "evet" dediler. Anayasa değişikliği güle oynaya geçti.
Önce HDP’li milletvekilleri tutuklandı. Sonra sıra CHP’lilere geldi. Enis Berberoğlu tutuklanınca Kılıçdaroğlu "Adalet Yürüyüşü" yaptı. Fakat neden destek verdiklerine ikna edici bir yanıt vermedi.
Daha önemlisi CHP, bu değişikliğe karşı iptal davası açmadı.
İhmalin afilisi.
2017 anayasa değişikliği "açık oy"la kabul edildi
Benzer zamanlarda AK Parti yeni bir anayasal hamle yaptı. Yine Nisan ayı olmalıydı. Bugün içinde olduğumuz "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" gündeme geldi. AK Parti, TBMM’ye bu "ne deve ne kuş sistemi"ne geçiş için bir anayasa değişikliği paketi sundu.
Bu değişiklik paketi, Anayasa’nın değiştirilemez nitelikteki ilkelerine, hukuk devleti ve demokrasiye uymuyor, bunların altını oyuyordu.
Neyse ki CHP bu değişikliği desteklemedi. HDP de öyle. Ama MHP destek verdi.
Kabul için gereken 330 oya hayli tartışmalı biçimde ulaşıldı. AK Partili milletvekilleri parti komiserlerinin nezaretinde "açık oy" kullandılar.
Yani göz göre göre Anayasa’ya aykırı hareket ettiler.
Metin, 339 oyla kabul edildi ve halkoylamasına sunuldu. Bu oylamaya ise "mühürsüz oylar" damgasını vurdu. Pek çok seçmen YSK’yı protesto etti. Ama nafile kaldı.
CHP’nin bu durum karşısında Anayasa Mahkemesine iptal davası açması gerekiyordu. En azından oylamanın açık yapılmasına diyeceği birkaç kelam olmalıydı.
Fakat iptal davası açmadı…
Nedeni?..
Muamma…
Diyanet akademisi
Geçtiğimiz 20 yılda Cumhuriyet’in nitelikleri içinde en çok zarar göreni kuşkusuz laiklik oldu. Anayasa Mahkemesinin 2008 yılında "laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği"ni tespit ettiği AK Parti, laiklikle uyumsuz çok sayıda uygulamaya imza attı.
Bu süreçte özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) önemli bir rol oynadı. Kurum, hiç olmadığı kadar gündelik politikaya karıştı ve tartışmalı hâle geldi. İş, üniversite öğrencileriyle polemiğe varacak düzeye kadar geldi. DİB bu denli tartışılırken AK Parti, yine vites yükseltti. Diyanet Akademisi kurulması konusunda bir kanun teklifi verdi.
Kanunda laiklik ile onun parçası olan Öğretim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Yasasına aykırı çok sayıda hüküm vardı.
O sıralarda CHP’nin laiklik ilkesinden vazgeçtiği söylentileri yaygındı. Bu kanun, tevatürü doğruladı. Bazı CHP’li milletvekilleri kanuna destek verdi.
Yetmedi. Parti bu kanunun anayasa aykırı olduğunu ileri sürmedi.
Anayasa Mahkemesine iptal davası yine açılmadı…
Erdoğan’ın üçüncü defa adaylığı
2023 yılının en önemli tartışmalarında biri Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü defa milletvekili olup olamayacağıydı. Aslında bu tartışma, üç beş söne öncesinden başlamıştı.
Makaleler yazıldı. Demeçler verildi.
Anayasa hukukçularının ezici çoğunluğu, bunun mümkün olmayacağını açıkça ortaya koydu. Pek çok siyasetçi de benzer çıkışlarda bulundu.
Fakat CHP bu konuda pek "zekice" bir strateji benimsedi. Formülleri şuydu: "Mağdur etmek istemiyoruz, onun için buyurun aday olsun yarışalım, nasıl olsa yeneceğiz."
Yenemedi.
20 yıllık iktidarın hâlâ mağdur olabileceklerini düşünmeleri bir tarafa, böylelikle anayasal hükümlere saygıyı bir prensip meselesi yapmadıklarını bir kez daha itiraf etmiş oldular.
Üçüncü defa adaylığa karşı aktif bir kampanya yürütmediler. Bu hukuka aykırılık karşısında yargısal yolları canla başla tüketmediler.
"Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz" söylemi ve gabin
Bu örnekler genelde hukuksal oldu. Dediğim gibi çoğaltılabilir ama gerek yok. Amaç hasıl olmuştur sanıyorum.
Fakat yine hukuktan ilerleyerek şu notu da düşüp tamamlayalım:
Muhalefet etmeyi sadece "yetki" sayıp onun "görev" niteliğini göz ardı edenler, bu yetmezmiş gibi çaresiz ve seçeneksiz durumdaki muhalif seçmenlere, aday dayatıp "tıpış tıpış sandığa gideceksiniz" demekten geri durmuyor.
Ben buna da hukuksal bir kavram kullanarak "ihmal failinin gabini" diyorum.
Hukukta gabin, "aşırı yararlanma" anlamına gelir. Bu kavram, bir kişinin, muhatabının zor durumundan ölçüsüzce yararlanmasını, hattâ daha çarpıcı söyleyecek olursak sömürülmesini ifade eder.
Hukuk fakültesi derslerinde, "hayati tehlike altında bulunan bir hastanın kurtulması için, piyasada bulunmayan bir ilacı üç katı bedelle satın almak zorunda kalması" buna örnek gösterilir. Gabin varsa sözleşme sakattır.
Sizce muhalif seçmenin adaylarıyla kurduğu varsayımsal akit, bir nevi "gabin" koşullarını taşımıyor mu?
Bence "Ekmek için Ekmeleddin" vakasından bu soru pek çok kişinin aklında. Geldiğimiz noktada bunu daha açık tartışmalıyız.
Tolga Şirin kimdir?
Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.
Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.
TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.
Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir.
2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.
Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.
Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.
|