12 Kasım 2024

Savcı Sisli Vadi’de “olası kasıtla adam öldürme”den ceza isterken, mahkeme “bilinçli taksirle” suçu neden hafifletti!

"Bakan Yardımcısı Mehmet Yılmaz, Ceza İşleri Genel Müdürü iken Ankara’da makamındaki görüşmemizde bu sonucu bize söyledi... Son duruşmada, karar okunalı daha bir dakika olmuştu. Mehmet Yılmaz Bey bana kararı attı. Ankara’da kendi makamında söylediği gibi karar çıktı. Bizce karar önceden verilmişti"

Kırklareli’nin İğneada bölgesindeki longoz ormanlarında “kaçak” olarak faaliyet gösteren Sisli Vadi (Foggy Valley) adlı tesiste geçen yıl eylülde yaşanan ve 6 yurttaşın yaşamını yitirdiği faciayla ilgili yargılama tamamlandı.

Yargılamayı yürüten Kırklareli 2. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu sanıklardan, kaçak tesisin sahibi Bülent Bayrak’ı “bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ve yaralanmaya sebep olma” suçundan 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırdı.

Mahkeme; tutuksuz sanıklar Cenan Aydın ile Büşra Gökgöz için 7 yıl 6’şar ay hapis cezasına hükmetti. Diğer tutuksuz sanık Sevcan Ulutürk hakkında beraat kararı verildi.

Sisli Vadi konusu, Büyüteç’in takipçilerinin yakından bildiği dosyalardan. Facianın yaşanmasıyla birlikte gelişmeleri yeri geldikçe aktardım.

Kırklareli Valiliği’ne bağlı il özel idaresine ait arazide turistik faaliyet yürüten tesisteki bugalovların sular altında kalması, Sisli Vadi’yi merkezine alan ve bir süredir devam eden yasa dışılığı ortaya çıkardı.

Facianın ardından başlatılan adli soruşturmada, devletten kiralanan araziye inşa edilen ve selde kullanılamaz hale gelen 18 bungalovun ruhsata aykırı, yani kaçak olduğu anlaşıldı.

Valilik tarafından mühürlenmesi gereken tesisin faaliyetlerine, Önceki Kırklareli Valileri Osman Bilgin ve Birol Ekici başta olmak üzere kamu personelinin göz yumduğu ortaya çıktı! Yıkım kararı verilmesine rağmen tesisin faaliyete devam ettiği belirlendi.

Turistik tesisin, resmi kayıtlarda “karma çiftlik” olarak gösterildiği ve usulsüzlük yapıldığı gün ışığına çıktı.

Ayrıca, olayın ardından başlatılan adli soruşturmayı yürüten ve HSK’nın yaz kararnamesiyle tenzil-i rütbe ile Yargıtay Savcısı yapılan dönemin Kırklareli Cumhuriyet Başsavcısı Hazım Aslancı, soruşturmayı yürüten ve yine hakkındaki şikâyetlerin HSK’ca değerlendirilmesi sonucunda Van’a tayin edilen Cumhuriyet Savcısı Muzaffer Lekesiz’in, sanık Bülent Bayrak’la tanışıklıkları ortaya çıktı. Hatta, savcıların Bayrak’ın kaçak olarak işlettiği Sisli Vadi’deki “adliye pikniği”ne katıldıklarının görüntüleri kamuoyuna yansıdı.

Yargı boyutundaki skandal bununla bitmedi.

İddianamenin kabul edilip yargı aşamasına geçildiğinde davaya görevlendirilen Kırklareli 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve aynı zamanda Kırklareli Adliyesi Adalet Komisyonu Başkanı Hüseyin Gedik’in de Bayrak’la tanışıklığı olduğu ve adliye pikniğine katıldığının fotoğrafı gündeme geldi.

Yargılama sürecinde yakınlarını kaybeden aileler, birden fazla kez Gedik’in davadan çekilmesini talep etti. Öyle ki, bu durumu Ankara’da görüştükleri hükümet yetkililerine de aktardılar.

Buna karşın Gedik, çekilmeyip davayı yönetmekte ısrarcı oldu.

Dosyanın savcısının değişmesi sonrasında süreci araştıran savcı, mahkemeye sunduğu mütalaasında, savcılıkça ilk aşamada göz önüne alınan “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek” suçu yerine “olası kastla ölüme teşebbüs” iddiasıyla ceza verilmesini mahkemeden talep etti.

Şunu notu ekleyim; bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme suçunun Türk Ceza Kanunu’ndaki karşılığı 2-6 yıl hapis cezasıyken, olası kastla ölüme teşebbüs suçunun yasadaki karşılığı 9-15 yıl hapis cezası.

Bu cezayı, yaşamını yitiren 6 kişi için 6 kez ayrı ayrı verildiği düşünülürse, hüküm niteliğinin değişmesi, sanıkların yüksek cezadan kurtulmasının önünü açıyor.

Gelelim, karar duruşmasına, mahkeme sanıklar hakkında savcının talep ettiği hükme uymak yerine, “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek” suçundan cezayı uygun buldu.

Yani; cezaları hafifletti, nedense?!

İlk derece yargılaması tamamlandı, elbette daha istinaf süreci var.

Ancak, yerel mahkeme kararı aileleri umutsuzluğa sürükledi, doğal olarak.

Faciada kızı ve damadını yitiren Safiye Yaşa, daha ilk andan itibaren süreci çok yakın takip eden mağdur yakınlarından.

İstanbul’da yaşıyor ailesiyle birlikte. Ancak yine ailesiyle birlikte bir ayağı Kırklareli’nde, diğer ayağı Ankara’da.

Savcılık ve Adalet Bakanlığı arasında adeta mekik dokudu. Sadece kendi iki evladının değil, diğer yaşamını yitirenlerin de hakkının peşine düştü.

Karar duruşmasından sonra Safiye Yaşa’ya telefonla ulaştım; duygularını sordum:

“Bu sonucu maalesef bekliyorduk. Çünkü mahkemenin gidişatı belliydi. Bülent Bayrak’ı tanıyan kişiler, Bülent Bayrak’ı yargıladı! Çok mücadele ettik. Belki ‘adalet tecelli eder’ dedik ama olmadı. Türkiye’de adalet yok.

Biz, bakan bazında da girişimlerde bulunduk. Adalet Bakanı ile Cumhurbaşkanımızın yanında TBMM’de görüştük. Hatta bakan yardımcılarıyla görüştük. Bakan Yardımcısı Mehmet Yılmaz, Ceza İşleri Genel Müdürü iken Ankara’da makamındaki görüşmemizde bu sonucu bize söyledi. Cezanın ‘bilinçli taksirden verileceğini’ anlattı. Mehmet Yılmaz Bey bize çok net biçimde söyledi. Biz kendisine olası kast olduğunu anlattık, dosyayı aktardık.

Saklanan ve gizlenen tüm kamera kayıtlarına rağmen adaletin tecelli edeceğine inandık, ama olmadı. Mehmet Yılmaz Bey bize, ‘bilinçli taksirden ceza verilir, istinafta düzelir’ dedi.

Son duruşmada, ben daha dışarı çıkmamıştım. Mahkeme Başkanı ile konuşuyordum. Karar okunalı daha bir dakika olmuştu. Salon boşalmamıştı bile. Telefonum boynumdaydı. Sinyal gelince baktım, Mehmet Yılmaz Bey bana kararı attı. Ankara’da kendi makamında söylediği gibi karar çıktı. Bizce karar önceden verilmişti.

Bundan sonra, gözümü kapayıncaya kadar bu işin takipçisi olacağım.”

29 Ekim, 10 Kasım ve fetva alan polis teşkilatı

Mahmut Demirtaş

Önce 29 Ekim’de Cumhuriyet’in kuruluşunu kutladık, ardından kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ölüm yıldönümünde andık.

Emniyet’in çiçeği burnunda Genel Müdürü Mahmut Demirtaş, 29 Ekim için yayımladığı mesajda şu cümleye yer verdi:

“Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefi doğrultusunda, daha çok çalışarak, daha çok üreterek ve milli birliği koruyarak ülkemizi daha da ileriye taşıyacağız.”

Demirtaş, sonrasında 8 Eylül’de beraberinde bazı üst yöneticilerle birlikte Anıtkabir’e gitti ve Atatürk’ün mozolesinde saygı duruşunda bulunup, özel deftere “Kurucu Önder”e ithafen mesajını yazdı:

“Biliniz ki Türk Polis Teşkilatı, emanetiniz olan Türkiye Cumhuriyeti'ni daha aydınlık yarınlara taşıma hedefinden asla taviz vermeyecektir.

Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında da asil milletimizin huzurunu, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü koruma sadakatimizi her daim sürdüreceğiz. Tarih boyunca gösterdiğimiz cesaret ve iradeyle; milletimize, devletimize ve mukaddes değerlerimize yönelik her türlü tehdit karşısında kararlı bir duruş sergileyeceğimizden şüpheniz olmasın.

Vatanımızın bağımsızlığı ve bölünmez bütünlüğü için gösterdiğiniz istikamet doğrultusunda, asil milletimizin yanında ve emrindeyiz.”

Peki, Genel Müdür Mahmut Demirtaş’ın Cumhuriyet ve Atatürk’e bağlılık mesajları vermesinden kısa süre önce Emniyet teşkilatında ne yaşandı?

Emniyet personelinin üye olduğu ve gerektiğinde maddi destek aldığı Polis Bakım ve Yardım Sandığı (POLSAN), şimdiye kadar hiç görülmemiş bir uygulamaya imza attı.

Sandık yönetimi, personelin maddi destek almasının önünün açılmasını sağlamak amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan “fetva” aldı!

Bunu da resmi internet sitesinden üyelerine duyurdu!

Şimdiye kadar hiçbir yönetimin aklına gelmeyen uygulamayı, Demirtaş’ın genel müdürlüğünü yürüttüğü yönetim hayata geçirdi.

Fikir kimden çıktı bilemiyorum, ancak Demirtaş’ın “ne yapıyorsunuz?” sorusunu sormadığı da belli.

Bu arada merak ettim, POLSAN neden Diyanet’te fetva alma ihtiyacında oldu?

İnternette yaptığım kısa bir araştırma sonrasında, AKP’lilerin itibar ettiği isimlerden Nurettin Yıldız’ın bir görüşüne ulaştım.

Yıldız, şu görüşte:

“Devlet eliyle verilen ikramiyelerin veya emekli maaşlarının, bir birimin üyelerinin kendi aralarında oluşturdukları yardımlaşma sandığına benzetilmesinin doğru olmayacağını düşünüyorum. Kanuni bir zorunluluk bulunmadıkça bu tür sandıklara üye olunmaması gerekir. Allah'a emanet olun.”

Bu görüşten de anlamak gerekiyor ki; OYAK ve OYAK’a benzemek amacıyla şimdilerde Meclis’te yasal düzenleme yapılması beklenen POLSAN’ın ikramiyeleri İslami olarak uygun değil.

Menzil’deki çatlak Emniyet’i nasıl etkileyecek?

Adıyaman-Menzil

Büyüteç’te yazının son konusu, bir süredir devlet içindeki örgütlenmesi yoğunlaşan Menzil tarikatında yaşanan liderlik savaşının Emniyet teşkilatında nasıl yankı bulacağı.

Bilindiği üzere, parayla işi olmaması gereken bir dini oluşumda, 17 milyarlık bir servetin paylaşımında büyük bir savaş yaşanıyor.

Cemaatin liderinin ölümü sonrasında üç varisi liderlik mücadelesiyle birlikte paranın paylaşımında da birbirleriyle ters düştü.

Sanki dejavu.

Fetullah Gülen cemaatinde de hem FETÖ olmadan önce hem de sonra benzer bir süreç yaşandı.

Gülen cemaatinin FETÖ öncesi ve sonrasında devlette bilakis Emniyet’te nasıl örgütlendiği artık en küçük detayına kadar biliniyor.

FETÖ’den boşalan yerlere ise Nakşi ve Nurcu diğer gruplar yerleşmeye başladı.

Polis yıldızında 8 ana, 48 ara ilke mevcut. Ana ilkeler; Atatürkçü, yurt sevgisi, tarafsız, bilgili, Cumhuriyetçi, bayrağa saygılı, ulus sevgisi ve üniformaya saygılı.

Yıldızdaki ilkeleri günümüzdeki tablo ile karşılaştıralım.

Öte yandan, FETÖ’den sonraki dönemde yine Emniyet’teki dini cemaat ve tarikatların yapılanmasında birbirleriyle ciddi mücadele içine girdiklerini söylemek yanlış olmaz.

Tek amaç, daha fazla ve önemli konumu ele geçirmek!

Şimdi Menzilciler, ana akımdan ikiye ayrılmış durumdalar. Menzil üzerinden konum elde eden özellikle amir ve müdür rütbesindeki personel, tam bir kaos yaşıyor.

Zira, cemaatin şimdilik ikiye bölünmesiyle hangi tarafta konumlanacaklarını kendi aralarında tartışmaya başladılar.

Muhtemel ki, yakın zamanda kendileri arasında da bir güç mücadelesi başlayacak. Tıpkı, FETÖ’den sonra Nurcu gruplar içinde başlayan savaş gibi. Okuyucular, Yazıcılar, KÖZ’cüler, Meşveretçiler misali.

Bu arada, bu satırların yazarına komik gelen bir gelişmeyi daha aktarayım.

Menzilci olduğunu bildiğim bazı polis amir ve müdürleri özellikle 29 Ekim’de, şimdiye kadar - pek tanık olunmadığı şekliyle - tanıdıklarına Cumhuriyet Bayramı kutlaması mesajı göndermeye, WhatsApp’ta “durum paylaşmaya” başladılar.

Menzil şeyhlerindeki “çakar lamba” sökülecek mi?

AKP Milletvekili Süleyman Soylu başkanlığında kanun teklifininin görüşmeleri için toplanan İçişleri Komisyonu

TBMM’de görüşülen yasa değişikliği taslağının yasalaşması halinde büyük kentlerde günlük yaşamda “kullananların kulaklarını fazlasıyla çınlatan” çakar lambanın yetkisiz kullanımın para cezası ağırlaştırılacak.

Bilindiği üzere, çakar lamba ve özel ses sistemleri takılı araçlar, haklarında koruma kararı verilmiş kişilere ait.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, hemen her hafta trafik suçlarına yönelik yaptığı bilgilendirmelerde, yetkisiz çakar lamba kullanan ortalama 250 araca para cezası uygulandığını açıklıyor.

Şimdi, İçişleri Bakanlığı yetkililerine soralım:

* Menzil cemaatine ait sosyal medya hesaplarından yapılan görüntülü paylaşımlarda gerek 2023’te ölen lider Abdülbaki Erol, gerekse şimdi liderlik mücadelesi verenlerin araçlarında “çakar lamba” neden takılı?

* Menzil liderleri yakın koruma statüsünde mi?

* Değillerse, para cezası uygulandı mı?

*          *          *

Konular birikince, Büyüteç uzadı. Hoşgörünüz için teşekkür ederim.

Tolga Şardan kimdir?

Tolga Şardan, 1988'de yerel olarak yayınlanan Ankara Ulus gazetesinde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği , Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. 

Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberler Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık görüldü. 

Ayrıca Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu. 

Şardan, 2019'da Doğan Kitap'ta yayımlananKomonist Masası'nda Nazım Hikmet " adlı araştırma sürecindeki kitabını kaleme aldı. 

2019'dan bu yana T24'te en çok güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor .

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ecevit, Avcıoğlu, CHP ve adaylık yarışı

AKP’nin başlatmak istediği ancak ittifak ortağı MHP’nin önünü kestiği Kürt açılımı konusunda CHP de İmamoğlu üzerinden yürümeye çalışıyor. Kürtlerin en yoğun olduğu kent İstanbul’da DEM Parti adayı Meral Danış Beştaş’ın yüzde 2.12 oy aldığı son yerel seçimde, İmamoğlu’nun AKP’nin adayı Murat Kurum’a attığı yüzde 11’den biraz fazla oy farkında Kürtlerin oyu var

TUSAŞ’ın korunmasındaki zafiyet kimin sorumluluğunda?

Baykar tesislerinin korunması uzunca zamandır İstanbul Emniyeti bünyesindeki Özel Harekat Şubesi’nde görevli özel harekatçı polislerce yapılıyor. Baykar, devlet tarafından böylesi yüksek güvenlikle korunurken, TUSAŞ’taki güvenlik zafiyetinin açıklamasını ilgilileri yani TUSAŞ yönetimi yapacaktır, sanırım

TUSAŞ saldırısında ikinci perde: İstihbarat tam iki ay önce geldi!

İstihbarat bilgisi, 17 Ağustos’ta elde edildi. Veriler, bölgedeki jandarma komutanlıklarına bildirildi. MİT’in ulaştığı veriler, İçişleri Bakanlığı’nın çatısı altındaki Emniyet ve Jandarma’ya gönderildi

"
"