S-400 krizi başta olmak üzere farklı konu başlıklarında Türkiye ile derin görüş ayrılıkları bulunan ABD ile önümüzdeki sonbaharda yeni bir kriz daha yaşanabilir.
Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) hazırlayacağı rapor, kriz yaratma potansiyeli taşıyor.
Financial Action Task Force’un (FATF) görevi, suçtan elde edilen gelirlerin aklanması ve terörizmin finansmanının engellenmesini sağlayıcı standartları oluşturmak, ülkeleri bu standartlara göre mercek altına almak.
Organizasyon, dünya üzerinde yürüyen finansal sisteme karşı tehdit oluşturacak kara para aklama eylemlerinin ve uluslararası terörizmle mücadele çerçevesinde terör örgütlerine sağlanan parasal desteğin peşinde.
Mali Eylem Görev Gücü, bu çerçevede ülkelerin işbirliğini zorunlu kılıyor.
FATF’a üye olmanın avantajı olduğu gibi dezavantajı da var.
En önemli avantaj; şeffaf ticari faaliyetlerin yürütülmesi, kara paranın aklanması ile terörün finansmanının önlenmesi halinde ülkelerin uluslararası alanda hem itibarlı olması, hem de kolaylıkla ithalat / ihracat yapabilmesine olanak sağlaması.
Ülkelerin – kaynağını ispat edebildiklerinden dolayı - uluslararası para transferleri sorunsuz biçimde gerçekleşebiliyor.
Peki FATF kurallarına uyulmazsa sonuç ne oluyor?
Ülkelerin uluslararası ticari faaliyetleri izlemeye alınıyor. Para transferlerinde “kaynak tespiti”nin belirlenmesi için büyük zorluklarla karşılaşılıyor.
Kısacası, FATF kriterlerine uyulması ülkelerin uluslararası finans dünyasındaki itibarlarına büyük katkı sağlıyor.
* * *
Türkiye, ABD merkezli olan bu organizasyona yabancı değil.
Paris’te 1989’da toplanan G-7 zirvesinde “kara paranın aklanmasını önlemek” amacıyla oluşturulan bu organizasyona Türkiye 1991’de imza koydu.
İmzanın atılmasıyla birlikte FATF, Türkiye’nin bu konudaki çalışmalarını denetim heyetleri ile izliyor.
Geride bıraktığımız Mart ayında FATF, özel bir denetim ekibini Ankara’ya gönderdi. Heyet, deyim yerindeyse, Türkiye’nin ev ödevlerini yapıp yapmadığına baktı.
FATF’ın Türkiye denetimini anlatmak amacıyla küçük bir not vereyim.
Görev gücünün bu yılki denetimi için 2016’da dönemin Başbakanı Binali Yıldırım özel bir genelge yayımlamıştı.
Yıldırım, genelgesinde denetimin ciddiyetine şöyle dikkat çekmiş:
“FATF değerlendirmeleri ve devamındaki takip süreçleri, uluslararası standartlara uyum eksikliği bulunan ülkelerin listelenmesi ve bu ülkelere karşı tedbir alınması amacıyla dünya kamuoyuna duyurulması gibi ilgili ülkenin küresel finans sistemindeki itibarı açısından ciddi etkileri olan yaptırımlarla sonuçlanabilmektedir.”
FATF heyeti Ankara’da kaldığı süre içinde Maliye, Dışişleri, Adalet ve İçişleri bakanlıklarının yanı sıra bu bakanlıklara bağlı, MASAK ile Hazine başta olmak üzere, Emniyet, Jandarma, Sahil Güvenlik, Gümrük gibi adli kolluklar, Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, sigortacılık ve kambiyo gibi finans kurumları ile yargı ve diplomasiye yön veren birimlerle görüşüp çalışmalarını inceledi.
Konuk uzmanlar, incelemelerini 51 ayrı kriter üzerinden yaptı.
Dosya denetimlerinde üzerinde yoğunlaşılan başlık ise; terörizmin finansmanıyla mücadele.
FATF ekibi, terör örgütlerine verildiği ortaya çıkarılan finans destekleri, terör örgütlerinin el konulan mallarıyla ilgili yapılan işlemler, terör örgütlerinin suçtan elde ettiği gelirlere el konulması, el konulan gelirlerin değerlendirilmesi konularını didik didik araştırdı.
Heyet, FATF Başkanı Marshall Billingslea’nın bizzat ilettiği IŞİD konusundaki birkaç iddianın üzerine gitti. Bu araştırmalarda ne tür bulgular elde edildi, henüz ortaya çıkmadı.
Her ne kadar bağımsız gibi görünse de; FATF, ABD orijinli olması sebebiyle bu ülkenin kontrolünde bir denetim mekanizması. Bunu kabul etmek gerekiyor.
Yanı sıra, Başkan Billingslea, Türkiye’ye karşı tutumuyla tanınıyor.
Bir önceki denetimle ilgili hazırlanan olumsuz rapor nedeniyle Türkiye, neredeyse gri listeye girecekti.
Ancak, acilen yapılan yasal düzenlemelerle Türkiye, “olası şüpheliler” listesine girmekten son anda kurtuldu.
Şimdi Ankara’daki genel beklenti, Türkiye’nin son dönemde S-400 – Suriye – F -35 konularında ABD ile yaşadığı krizlerin havasının FATF raporuna kısmen olumsuz yansıyacağı yönünde.
Raporun olumsuz çıkması halinde yurt dışına para transferleri zorlaşacak. Şu andaki sistemde, para transferindeki işlemden sonra 2 gün içinde paranın yurt dışına çıkışı ya da yurda girişi sağlanırken, olumsuzluk halinde bu süre 2 haftaya kadar çıkabilecek.
Bu durum, öncelikle yabancı yatırımcıları doğrudan etkileyecek.
Ayrıca, ithalat/ihracat ağır biçimde etkilenecek. Türkiye, dünya finans piyasasında itibar kaybı yaşamakla karşı karşıya kalabilecek.
* * *
Buraya kadar yazdıklarım işin bir boyutu.
Diğer boyutunda ise yine FATF denetimini merkezine alan ilginç bir gelişme yaşanıyor.
FATF denetimi sonrasında, ABD heyetinin Türkiye’deki tüm para hareketlerini izlemek ve takip etmekte yetkili olması nedeniyle üzerinde en yoğun incelemeyi yaptığı kurum olan Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), “telefon dinleme ve takip yetkisi” almaya hazırlanıyor.
MASAK’ın bu yetkiyi almak istemesindeki temel gerekçenin terörizmin finansmanının önlenmesi ve terörist grupların faaliyetlerinin izlenmesi olduğu ifade ediliyor.
FATF denetimde yaşanan bazı aksaklıklar sebebiyle MASAK’ın özellikle çalışmaları kapsamında telefon dinleme ve izleme uygulamasından yararlanmak istediği belirtiliyor.
Bilindiği gibi, yasal olarak ülke genelinde telefon iletişiminin takibi ile dinlemesi, istihbarat ve devlet güvenliği açısından MİT ve Emniyet İstihbaratı’nda.
Adli kolluk yani, suç ve suçluyla mücadele konusunda ise yine Emniyet ile Jandarma’da.
Şimdi MASAK bu sisteme dahil olmak istiyor.
Halen bu uygulamayı yapan kurumlar, MASAK’ın talebine olumsuz yaklaşıyor. Ama MASAK da bu konuda ısrarcı.
23 Haziran seçimi sonrasında yeniden alevlenmesi beklenen bu sürecin nasıl sonuçlanacağını hep birlikte göreceğiz.