Türkiye'nin saygın eğitim kurumlarından Boğaziçi Üniversitesi'ne yapılan rektör ataması sonrasında yaşananlar ortada.
Üniversite kampüsünde can sıkıcı görüntüler ve gelişmeler yaşanıyor.
Yeni rektör Prof. Dr. Melih Bulu'nun adının açıklanmasıyla birlikte başlayan protesto gösterilerine yapılan müdahaleler çok tartışıldı.
İçişleri Bakanlığı, her zamankine benzer açıklamalar yaptı.
İlk gün üniversitenin güney kampüsünde yaşanan eylem sırasında demir kapıya vurulan kelepçenin fotoğrafı, ülkenin demokrasi tarihindeki yerini çoktan aldı bile.
Ardından, ertesi sabaha karşı protesto eylemine katılanların evlerinde gözaltına alınması sırasında ortaya çıkan görüntüler ana akım medyadan ziyade alternatif medya kanallarında yer bulabildi.
* * *
Yakın tarihimizde sıkça yaşadığımız bir durum olarak yaşamın olağan akışı içine girdi, "sabaha karşı zilin çalınması" fiili.
Devletin Soğuk Savaş sonrasında sıkça kullanmaya başladığı yöntemdi.
Darbeler ve muhtıra döneminde yaşanan, askerin sabaha karşı cemselerle evlere gelerek insanları gözaltına alması olayları, bugün en az 50'li yaşlarını sürenlerin hatırlarındadır.
Son yıllarda ise başka bir fotoğraf eşliğinde karşımıza çıktı bu durum.
FETÖ'nün büyük organizasyonu olarak ortaya çıkan Ergenekon soruşturmaları sırasında, özel yetkili FETÖ'cü savcıların belirlediği isimlerin kapı zilleri sabaha karşı çalınmaya başlandı.
O dönemde Ergenekon soruşturmalarında adı ortaya atılan ve gözaltına alınmayı bekleyen resmi – sivil herkes ya sabaha karşı uyanır, kapı zilinin çalmasını beklerdi.
Ya da bir kulakları kapı zilinde olarak ve polisin kapıyı ne zaman çalacağı beklentisiyle tilki uykusuna yatardı.
Bir süre böyle gitti, bu topraklardaki yaşam biçimi.
Sonra kısa bir nefeslenme.
Ardından yeni dönemde devletin bu konuda artık yeni boyuta geçtiğinin örnekleri yansımaya başladı.
* * *
Konuya kitabın ortasından gireyim.
Şimdilerde insanlar, kapı ziliyle değil, kapıya veya duvara vuran koçbaşı gürültüsüyle yataklarından fırlıyor.
Boğaziçi Üniversitesi eylemine katılan ve haklarında yakalama kararı çıkartılanların gözaltına alınması sırasında da aynı yöntemin uygulanması dikkat çekici.
Sonuçta, rektör atanmasına tepki amacıyla gerçekleştirilen bu eylem, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası kapsamında değerlendirilecek. Masumiyet karinesi ortada. Sadece açıklamayla kimsenin suçlu ilan edilebilmesi mümkün değil.
Ortada örgütsel suçlar varsa, bunun soruşturulma yöntemleri de belli.
Ancak bunlar gerekçe gösterilerek, iddialar dayanak alınarak protesto hakkının bile kullandırılmaması büyük sıkıntı.
Rektör atamasını protesto etmek amacıyla kampüs kapısında toplanan öğrencileri "terörist" olarak yaftalamak devletin varlık sebebine de aykırı oldu.
Gözaltı karar verilen öğrenciler için "toptancı" değerlendirme yapılmış olması üzüntü vericidir.
Öğrencilerin evlerine koçbaşıyla operasyon yaparak girmek, özgürlüklerin kullanılmasını sağlamakla görevli devleti zor durumda bırakmıştır.
Bir de yanlış adrese girilmesi skandalı var.
Polis, sabaha karşı bir mahalle muhtarının evini bastı.
Kadın muhtar ve ailesi ne olduğunu anlamadan içeri giren polislerce yere yatırıldılar. Tüm isteğine karşın çocuğuna yanaştırılmadı ev sahibesi kadın muhtar. Sonunda evde yaşayanların olayla bir bağı olmadığı ve yanlış eve girildiği ortaya çıktı.
Bu kez devletin valisi, emniyet müdürü ve diğer yetkililer, yine devlet adına özür dileme kuyruğundaydı.
* * *
İşte burada farklı iki süreç daha var kanımca.
İlki, daha ilk gün devletin olaya müdahale yöntemidir. Kampüs girişinde yaşanan arbede sırasında olay yerinde bulunan bir polisin, göstericilerin içeri girmesini önlemek amacıyla kendi inisiyatifiyle kapıyı tutmak için "kelepçe" kullandığı ortaya çıktı.
"Kendi inisiyatifi" diyorum zira ilk çıkan haberler böyleydi. Şimdi kelepçe takan polis ve olayla ilgili ayrı bir inceleme başlatılmış!
Diyelim ki, o polis kelepçeyi kapıya takmak istedi. Oradaki diğer amir ve müdürler neredeler? Kampüsün içindeki özel güvenlik nerede? Özel güvenliği yönlendirecek üniversite yönetimi nerede? Türkiye'nin demokrasi tarihine geçecek görüntünün tek sorumlusu kendi başına karar veren polis mi olacak?
İkincisi, hem gözaltına alma şekli hem de yanlış adrese operasyon konusudur.
Soruşturmaya katılan İstanbul Emniyeti bünyesindeki İstihbarat, Terörle Mücadele ve Güvenlik Şubeleri'nin "yanlış adres" belirleme ve yaşananlar konusunda hiç kusurları yok mu?
Türkiye'yi böylesini etkileyecek bir olayda, her üç birimin amirlerinin çalışmalarından sorumlu olan emniyet müdürünün kusuru yok mudur?
Yanlışlığa yol kazası olarak bakmak doğru bir yaklaşım mıdır?
Son dönemde siyasetin yönlendirmesiyle devletin benzer olaylardaki müdahale yöntemlerini daha da sertleştirmesi dikkat çekerken, insanları travma yaşamasına neden olan uygulamaların yapılmasının hesabını kim verecek?
Devlet, kamu güvenliğini sağlamak için her türlü suç ve suçluyla mücadele edecek elbette.
Fakat elinde her türlü yasa ve yetkisi olan kolluk güçlerinin, 2021 Türkiyesinde suç ve suçluyla mücadele kapsamında yurttaşına karşı hata yapma lüksü yoktur.