05 Mart 2021

İnsan onurunun korunmasında 30 yıl önce, 30 yıl sonra!

İnsan onurunun korunmasını da içeren yeni paketin hayata geçirilmesini AB hedefi olarak değil, bu coğrafyanın insanının hak ettiği yaşam koşullarına ulaşmasını sağlamak biçiminde görmek gerekir

"1992 senesiydi hatırladığım kadarıyla. Avrupa'dan sık sık insan hakları heyeti Türkiye'ye gelip inceleme yapıyorlardı. Yeni bir heyet gelmişti. Dönemin İçişleri Bakanı merhum İsmet Sezgin'in odasında görüşmeler yapılıyordu. Ben de Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi Başkanı olarak heyetteydim.

Bir ara görüşmede gerginlik yaşandı İsmet Bey sinirlendi, 'Baader – Meinhof (*) gibi mi yapıyoruz biz?' dedi. Konuk heyet başkanı, 'Buraya Avrupa'nın kötü konularını konuşmaya gelmedik' deyince İsmet Bey daha da sinirlendi. Gerginlik yükselince heyet başkanı, 'Sayın Bakan, teknik konuları konuşacağımız bir bürokratınız var mı?' diye sordu. İsmet Bey de bana dönüp, 'Konuklarla sen ilgilen' diyerek beni görevlendirdi.

Talimat üzerine, Brüksel'den gelen konukları alıp görüştüm. İnsan hakları konusunda DYP – SHP koalisyonunca yapılan düzenlemeleri tek tek aktardım. Değiştirdiğimiz hukuku, yenilediğimiz uygulamaları anlattım. Epeyce sohbet ettik. Sohbetin sonunda heyet başkanı tercüman aracılığıyla bana yönelik, 'Sayın Saral biz bunları zaten biliyoruz. Yaptığınız düzenlemelerin kayıtları bize geliyor. Biz buraya gelerek yeni düzenlemelerin uygulanmasında mantalite (anlayış) değişikliği var mı? Buna bakıyoruz' dedi."

Tekrar ortaya çıkan yeni vizyon

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümetin insan hakları düzenlemelerini içeren yeni paketi açıkladığı dakikalarda Emekli Emniyet Müdürü Cevdet Saral, yaklaşık 30 yıl önceki bu anısını anlattı bana.

Saral ile ortak bir arkadaşımızın işyerinde tesadüf eseri karşılaştık.

FETÖ'ye yönelik 1999 yılında hazırladığı özel raporla şimdilerde kamuoyunca tanınan Saral, Türkiye'nin kritik dönemlerinde kritik makamlarındaydı. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Terörle Mücadele Dairesi Başkanı ve sonrasında da aynı birimden sorumlu genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu.

Bir anıyla başladığım Büyüteç'te kısa bilgilendirmenin ardından; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı ve "vizyonu özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye" yaratmayı amaçlayan eylem planına dönelim.

On bir temel ilkeyle başlayan ve 9 amaç, 50 hedef ile 393 faaliyeti kapsayan eylem planı için Erdoğan şu yorumu yaptı:

"Hiç kimse, başkalarının kişilik haklarına saygı göstermek suretiyle yaptığı eleştirileri veya düşünce açıklamaları nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. Hukuk devleti hak ve özgürlükler ile adaletin teminatı olarak her alanda tahkim edilir. Haklarının ihlal edildiğini iddia eden herkes, etkili kanun yollarına zahmetsiz şekilde erişebilir. Adalete erişim, hak ve özgürlüklere saygının esasıdır."

Eylem planının temel ilkelerinin ilk ikisi ise;

"1. İnsan doğuştan sahip olduğu vazgeçilmez haklarıyla yaşar, devletin görevi de bu hakları korumak ve geliştirmektir.

2. İnsan onuru, bütün hakların özü olarak hukukun etkin koruması altındadır." şeklinde açıklandı Erdoğan tarafından.

Sıfır toleranstan, ayakları kırın talimatına dönüş

Aslına bakarsanız, eylem planına detaylı bakıldığında – her ne kadar içinden yeni ve sivil anayasa yapılması hedefi ortaya çıksa da - bu topraklara pek de yabancı olmayan yeni düzenlemeler ve vaatler yer alıyor.

Gerçekleştirilmesi planlanan yeni düzenlemeler, kolluk kurumlarının uygulamaları ve yargı kurumlarının hukuku "hakkıyla yerine getirilmesi" merkezinde yoğunlaşıyor.

AKP, 2002'de iktidar olduğunda Avrupa Birliği'ne uyum çerçevesinde "insan onurunu koruma" odaklı bazı çalışmalarda bulundu.

Özellikle kolluk kuvvetlerinin soruşturmaları sırasında ortaya çıkan işkence ve kötü muamele iddialarının önüne geçilmesi amacıyla yasal düzenlemeler yapıldı.

Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, kolluk kuvvetlerine dönük hemen her konuşmasında "AKP iktidarının işkence ve kötü muameleye karşı sıfır toleransı" olduğunu hatırlattı, dikkat çekti.

Sonrasında Aksu'dan bakanlığı devralan Beşir Atalay da benzer söylemlere devam etti.

Arada Ceza Muhakemesi Kanunu'nda düzenleme yapıldı.

Bu süreçte nispeten kolluk kuvvetlerinin soruşturma tekniklerinin denetimi sağlandı. Kısmi düzelme yaşandı.

Ancak, gerek AKP hükümetinin AB'ye uyum çalışmalarından uzaklaşması, gerekse 15 Temmuz derken iyiye doğru giden süreç tersine dönüverdi.

Suç ve suçluyla mücadelede ortaya koyulan "işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans" söylemi rafa kalktı.

Yerine, kolluk güçlerine verilen "suçluların bacaklarını kırın" talimatı genel prensip olarak kabul gördü.

Aksu'nun "sıfır tolerans" sözlerine karşın, mevcut İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 2018'de katıldığı Genel Güvenlik ve Uyuşturucu ile Mücadele Toplantısı'nda "okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir" diyerek AKP'nin "yenilenen stratejisini" de açık biçimde ortaya koydu.

Üstelik yine AKP döneminde insan onurunu korumak amacıyla yapılan düzenlemelere rağmen.

Zaten 2018'den sonra sokaklarda da dikiş tutmadı.

Büyük şehirlerdeki hemen her protesto gösterisi, katılımcıların polisten veya jandarmadan gördükleri şiddetle son buldu.

İktidarın; insanlık onuru, fikir ve düşünce özgürlüğü, din özgürlüğü, cinsiyet ayrımcılığı konularındaki baskıcı tutumu sokakların insanların şiddet gördüğü alanlar olmasının ana sebebi oldu.

Bürokrasi ne yapıyor?

Bu arada şunu da eklemekte fayda var.

Bakan koltuğunda oturan kişi, nihayetinde bir siyasetçi.

Oysa devleti yönetenler bürokrat kadroları. Görevleri aynı zamanda doğruyu veya yanlışı siyasetin önüne koymak. Bakanın beraber çalıştığı bürokrat ekibi var.

Geçmişte, özellikle Emniyet Genel Müdürü başta olmak üzere Emniyet teşkilatı tepe yönetiminin toplumun tansiyonunun düşürülmesi için gerekenler konusunda bakanları yönlendirdikleri pek çok örnek vardır.

Ancak şimdilerde mevcut Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş ve ekibinin Soylu üzerinde bir etkisinin olmadığı, sadece Soylu'dan gelen talimatların harfiyen yerine getirildiğini gösteren uygulamaları ortaya çıktığına tanık oluyor ülke.

Özeti, tıpkı toplum gibi bürokratlarda olanı biteni seyrediyor.

Hukuk ve güvenlik insan onurunun korunmasına yeter mi?

İnsanlık onurunun korunması demişken; Erdoğan'ın açıkladığı insan haklarındaki düzenlemeleri içeren yeni paketin hukuk ve güvenlik konseptinde hazırlandığını üst paragrafta dile getirdim.

Peki, insanın onurunu korumak için bu paket yeterli mi?

Ya da daha doğrudan sormak gerekirse, hukuk ve güvenlik konulu düzenlemeler bu topraklarda nefes alanların onurunu korumaları için yeter mi?

Bu onuru koruma da bireyin ekonomik koşullarının, yaşam şartlarının iyileştirilmesine ihtiyaç yok mudur?

Temel ihtiyaç maddelerinin sağlanmasında bile sıkıntı yaşayan ebeveynlerin onurunu korumak kimin görevi?

Anayasa'da geçen sosyal devlet tanımını yerine getirmek kadar elzem olan başka ne kaldı ki?

Hedef AB değil, Türkiye olmalı

Hükümete yakın kesimler, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sıkışan siyaseti iktidar lehine açmak ve oylarını yeniden konsolide etmesini sağlayacak yeni insan hakları paketini, "AB'yle görüşmelerin başlaması nedeniyle gün ışığında havai fişekle kutlama" misali sevinçle karşıladı.

Buna karşın, geçmişte yaşananlardan ders alan kimi muhalif kesimler ise, pakete daha temkinli ve mesafeli yaklaşıyor.

Sonuç olarak, insan onurunun korunmasını da içeren yeni paketin hayata geçirilmesini AB hedefi olarak değil, bu coğrafyanın insanının hak ettiği yaşam koşullarına ulaşmasını sağlamak biçiminde görmek gerekir.

Önemli bir başka nokta ise, Emekli Emniyet Müdürü Cevdet Saral'ın aktardığı anısında yer alan heyet başkanının "düzenlemelerin kağıt üzerinde kalması yerine, uygulamadaki anlayış değişiminin ortaya çıkmasının" sağlanmasıdır.

Hiç olmazsa 30 yıl sonra bu kez olsun işler yolunda gitsin!



(*) Baader – Meinhof olayı:

Almanya'da 1970'lerin radikal sol örgütü Kızıl Ordu Fraksiyonu'na bağlı Baader Meinhof grubunun liderleri Ulrike Meinhof ve Andreas Baaader'le beraber toplam altı örgüt üyesi, 1976'da yargılama devam ederken, cezaevindeki hücrelerinde ölü bulundu. Alman devleti, ölümleri intihar olarak açıklarken, kimi kaynaklar, pek çok terör eylemine karışan örgüt üyelerinin Alman devletince öldürüldüğünü iddia etti.

Yazarın Diğer Yazıları

Burdur'da taciz skandalı: Skandalın adresi Burdur Aile ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğü!

İşin içinde taciz var, mahkemeden alınan uzaklaştırma kararı var, il müdürlüğünde görevli kamu personeli var, şüpheli, tanık ve mağdura ait adliye yansıyan ifadeler var, adı tacize karışan personelin görevden uzaklaştırılması amacıyla bakanlığa ve valiliğe yazılan yazılar var. Yetmedi, benzerlerinde olduğu üzere dini cemaat iddiası var. Yetmedi, siyaset var

Ayhan Bora Kaplan, polis muhbiri oldu mu?

17 - 25 Aralık 2013'te Gülen cemaatinin emniyetten tasfiyeye başlanması sonrasındaki personel değişimi sırasında yeni göreve gelen ekipler, Ankara'yı kasıp kavuran Aramaz'ı bir türlü yakalayamazken, muhbir olmak amacıyla şubeye gelen genç, Aranmaz'la ilgili önemli bir bilgiyi polise aktardı...

180. yaşına adım atan Türk Polis Teşkilatı...

350 bin kişilik teşkilatın başındaki yöneticinin Şeref Defteri'ne yazdığını düşündüğümüz bağlılık mesajlarına karşın teşkilatın içinde bulunduğu tablonun örtüşmediğini, deyim yerindeyse "sokaktaki insan" biliyor artık