03 Temmuz 2020

Çakıl Gazinosu'ndaki cinayetten Bataklık’a…

Cumhuriyet tarihinde pek çok önemli adli soruşturma yürütüldü. Bu yazının konusu olan uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesine yönelik operasyonlar da tarihi öneme sahip. Ancak bu kez durum farklı

1991'i 1992'ye bağlayan yılbaşı gecesi, dönemi itibarıyla İstanbul'un en ihtişamlı eğlence mekânlarından Çakıl Gazinosu'nda assolist Bülent Ersoy'u dinlemeye hazırlanan armatör Osman Ayanoğlu'nun, masasına yanaşan kişilerin silahlarından çıkan mermilerle öldürülmesi ilk bakışta yeraltı dünyası içindeki hesaplaşma olarak görünüyordu.

Cinayetin ardından İstanbul Emniyeti'nce başlatılan soruşturmada, günler ilerledikçe iş dünyasının tanınmış isimlerinden Ayanoğlu'nun öldürülmesinin basit bir mafya hesaplaşması olmadığı, aslında uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı organizasyonun önemli parçası olduğu anlaşılıyordu.

Silahlı saldırının üzerindeki sır perdesi, olaydan sonra yaşanan gelişmeler ışığında yaklaşık bir yıl sonra yavaş yavaş kalkıyordu.

Babasının öldürülmesi sonrasında işlerin başına geçen Derya Ayanoğlu'nun sahibi olduğu Onur Denizcilik envanterinde kayıtlı Kısmetim – 1 adlı yük gemisinin Akdeniz'de uluslararası sularda batması, o güne kadar Türkiye'de hiç görülmemiş uyuşturucu kaçakçılığı yönteminin ilk örneği olmuştu.

İstanbul Emniyeti'ne bağlı Narkotik Şube ile Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Narkotik Şubesi'nin ortak yürüttüğü soruşturmada, Kısmetim – 1 ile Türkiye'ye 3 tonun üzerinde baz morfin getirileceği tespit edilmişti.

Bu tespiti ilk yapan ABD'nin Uyuşturucuyla Mücadele Teşkilatı (DEA) idi. Afganistan – Pakistan – İran'ı kapsayan ve uyuşturucu dünyasında "Altın Hilal" olarak adlandırılan bölgeyi kontrol altında tutan DEA görevlileri, son durağı Türkiye olan gemiyle uyuşturucu taşınması organizasyonunu tespit eder etmez, soluğu Ankara'daki Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Narkotik Şube'de aldılar.

1992'in ilk aylarında elde edilen bu bilginin ilerleyen günlerde farklı bağlantıları ortaya konuldu. Bu bağlantılardan birisi öldürülen Ayanoğlu idi. İddiaya göre, Ayanoğlu sahibi olduğu Kısmetim – 1 ve bir miktar para ile organizasyona ortaktı. Ancak, Ayanoğlu, organizasyon çalışmaları sırasında yan çizmeye başlamıştı. Bunun bedelini ise, Çakıl'daki silahlı saldırıda canıyla ödemişti.

Eşi olmayan operasyonlar

Teknolojinin henüz yaygın olmadığı bu dönemde DEA, uzaydaki ABD uyduları üzerinden Kısmetim – 1'i takibe almış, geminin Hint Okyanusu – Umman Denizi – Kızıl Deniz – Akdeniz hattındaki seyrini günlük izliyordu.

Sonunda, merhum Süleyman Demirel'in başkanlığındaki Bakanlar Kurulu'ndan çıkartılan "uluslararası sularda operasyon yapma" yetkisi sonrasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Türk Emniyeti ve DEA görevlilerinin katıldığı operasyon, 15 Aralık 1992 günü başlatıldı. Güney Kıbrıs'ın 55 mil açıklarındaki operasyon sırasında gemi, personeli tarafından batırıldı. Personelin tamamı kurtarılırken, 3.1 ton baz morfin, Akdeniz'in dibini boyladı.

(Olayı Türkiye ve dünya kamuoyuna ilk duyuran gazeteci ise bu satırların yazarı oldu. Bu habere ulaşmayı başarıp duyuran bu satırların yazarı, henüz dört yıllık "çaylak" bir gazeteciyken ustalarını atlatıp merhum gazeteci Çetin Emeç adına verilen meslek ödülünü kazandı.)

İlerleyen aylarda Kısmetim – 1 operasyonunun gerçekte "üç ayaklı" çok büyük uyuşturucu kaçakçılığı organizasyonun ilk ayağı olduğu anlaşıldı.

Bu arada, Ayanoğlu'nun öldürülmesinin üzerinden yaklaşık bir sene geçmişti. 1993'e girmeye günler kalmıştı. İstanbul'da yine önemli bir cinayet işlendi.

İstanbul'daki yeraltı dünyası içinde adı geçenlerden Şeyhmus Daş, 25 Aralık 1992 günü içinde bulunduğu aracın çapraz ateşe tutulmasıyla öldürüldü.

Artık bu cinayetin Kısmetim – 1 operasyonu ile bağlantılı olduğu kuşkusuzdu.

Bitmeyen mücadele

Altın Hilal'i kullanan uyuşturucu organizasyonu, gemi ile yapamayacağı anladığı kaçakçılık için bu kez Türki Cumhuriyetleri'ni kullandı.

Yine DEA'nın teknik desteği ile Türk Emniyeti, 30 Aralık 1992 günü Sarp Sınır Kapısı'ndan ülkeye giren iki TIR'da 1.4 ton baz morfini ele geçirdi. Gaziantep'ten makarna yüklü olarak Türki Cumhuriyetleri'ne giden iki TIR'a dönüşte Afganistan'dan baz morfin yüklenmişti.

Sarp'taki operasyonun üzerinden henüz iki hafta geçmişti ki, Türk ve dünya kamuoyu 1993'e yeni operasyonla girmişti.

İki ayrı partide toplam 4.5 ton baz morfini kaybeden uluslararası uyuşturucu organizasyonu, son bir girişimle büyük vurgun yapmayı planladı.

Ancak bu plan da yine Türk Emniyeti ve DEA'ya takıldı.

Organizasyon, bu kez Ayanoğlu gibi armatör olan iş insanı Şevket Çubuk'a ait Panama bandralı Lucky S adlı yük gemisini kullandı.

DEA ve Türk Polisi, içinde yine Afganistan menşeili uyuşturucu olduğunu belirlediği Lucky S'e yönelik operasyon için Kısmetim – 1'de olduğu gibi Bakanlar Kurulu kararı çıkarttı. Kararın görüşüldüğü Demirel başkanlığındaki Bakanlar Kurulu'na katılan dönemin İstanbul Emniyet Müdürü merhum Necdet Menzir, kabine üyelerine bizzat bilgilendirme yapmış, gizlice girdiği eski Başbakanlık Binası'ndan çıkarken gazetecilere yakalanmıştı.

Nihayetinde, yine Akdeniz'in uluslararası sularında Deniz Kuvvetleri'ne bağlı SAT ekiplerinin öncülüğünde 11 Ocak 1993 günü Lucky S'e baskın yapıldı.

Güvenlik güçleri, geminin valflerinin açılarak Kısmetim – 1'de olduğu gibi sulara gömülmesini bu kez engellemeyi başardı. Gemi, Deniz Kuvvetleri'ne bağlı Marmaris Aksaz'daki üsse çekildi. Gizli bölmelerinde yapılan aramalarda tam 15 tona yakın baz morfin ele geçirildi.

Üç ayaklı operasyon Cumhuriyet tarihinin en büyük "uyuşturucu operasyonu" olarak kayıtlara geçti.

Bu noktada şunu belirtmek gerekir ki; baz morfin doğrudan uyuşturucu olarak kullanılmıyor. Laboratuvar ortamında üretilen eroinin ana ham maddesi olan baz morfin kimyasal işlemlerden sonra eroine dönüşüyor. Haşhaş kapsüllerinden elde edilen baz morfinin ana vatanı Afganistan. Avrupa'dan gelen asetikasit anhidritle damıtılarak eroine dönüşüyor.

Daş ve Güven'in konumu

Anlattığım üç olaydaki uyuşturucu organizasyonda farklı isimler ortaktı. Ancak iki isim değişmez olarak organizasyonda yer aldı: Hüseyin Baybaşin ve Daş ailesi.

1992'deki ilk organizasyonda yer alan Daş ailesinin lideri Şeyhmus Daş'ın öldürülmesinden sonra tıpkı Derya Ayanoğlu gibi işlerin başına geçen Nejat Daş, artık uyuşturucu kaçakçılığı dünyasında adından söz ettirmeye başlamıştı.

Bugüne gelindiğinde aradan geçen yıllarda Nejat Daş'ın adı Türkiye ve farklı ülkelerdeki uyuşturucu olaylarında gündeme geldi. Hakkında Interpol'ce uluslararası yakalama kararları çıkartıldı. Yakalandı, tutuklandı, firar etti, yargılandı, ceza aldı, cezaevine girdi, kefaletle serbest kaldı.

Her geçen gün Daş'ın dosyası kabardıkça kabardı.

Sonunda bugünlere geldiğimizde Daş, bir kez daha suç dünyasında sahne aldı.

Bataklık Operasyonu kapsamında gözaltına alınan Nejat Daş

Daş, İçişleri Bakanı Soylu'nun hafta başında kamuoyuna duyurduğu operasyonda şüpheli Çetin Güven'le beraber gözaltına alındı. Gözaltı süresi halen devam ediyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Dairesi'nce başlatılan ve "Bataklık" adı verilen soruşturmanın ayrıntıları ortaya çıktı.

Ancak bu operasyonda Daş kadar önemli olan diğer isim Çetin Güven. Güven, Türkiye'de pek tanınan bir isim değil. Güven'in 2004 - 2005'te Türkiye'de karıştığı bazı uyuşturucu kaçakçılığı olayları var. Hatta, Güven'in FETÖ'nün desteğiyle uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddia ediliyor. Soruşturmada bu iddianın doğru olup olmadığı ortaya çıkacak.

Güven'i, geçtiğimiz günlerde AKP'li Burhan Kuzu ile bağlantıları ile gündeme gelen İran uyruklu Naci Şerifi Zindaşti'nin benzeri olarak tanımlamak yanlış olmaz. Güven'in yurtdışında karıştığı 14 ayrı uyuşturucu kaçakçılığı olayı var. Şimdi, Türkiye'de bu suçlardan yargılaması yapılacak. Daha önce yurtdışında sahte kimlikle yakalanan Güven'in, uluslararası alanda Daş'tan daha güçlü ve etkin olduğu ifade ediliyor.

Kaldı ki, Fethullah Gülen cemaatinin henüz silahlı örgüt olmadığı ancak devlette aktif olduğu dönemlerde uyuşturucu ticaretinden himmet aldığı yönünde bilgiler mevcut. Doğrudan uyuşturucu kaçakçılığına girmeyen Gülen cemaatinin, gerek yakalanan şüpheliler, gerekse yargılamalar üzerinden menfaat temini yaptığı belirtiliyor.

Şunu da eklemek lazım; Gülen cemaatinin özellikle emniyette etkin olduğu dönemlerde uyuşturucu ticaretin yapıldığı ülke içi güzergâhlardaki il emniyet müdürlüklerine özel atamalar yaptığı biliniyor. Yanı sıra, cemaatin yine emniyet içinde değerlendirilen "E-5 güzergâhı" olarak tanımlanan karayolu hattı üzerindeki kentlerde de özel görevlendirmeler yaptığı bilinen gerçeklerden.

Operasyonun Türkiye için önemi

Son olarak, Bataklık operasyonunun sonuçları itibariyle "suç gelirleriyle mücadele" konusunda örnek bir soruşturma olduğu söyleyebilirim. İçişleri Bakanı Soylu, sekiz aylık hazırlık evresi sırasında soruşturmaya destek verdi.

Cumhuriyet tarihinde pek çok önemli adli soruşturma yürütüldü. Bu yazının konusu olan uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesine yönelik operasyonlar da tarihi öneme sahip.

Ancak bu kez durum farklı. Şimdiye kadar suçtan elde edilen gelirlerin aklanmasını önlemeye yönelik benzer kıymette bir soruşturma yapılmamıştı. Şüphelilerin ifadelerinden ilginç bağlantılar çıkabileceği emniyet kaynaklarınca belirtiliyor.

Ayrıca bu operasyonun adli süreç dışında Türkiye için ayrı bir önemi daha var.

Merkezi ABD'de bulunan ve dünya üzerinde suçtan elde edilen gelirlerin aklanmasını önlemeye çalışan Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Yönelik Mali Eylem Görev Gücü'nün (FATF) görev tanımı kapsamında kısa süre öncesinde Türkiye'ye yönelik önemli eleştirileri vardı.

Bu soruşturma, FATF'nın eleştirilerine karşı Türkiye'nin elini güçlendirecektir.

Önümüzdeki süreçte benzer operasyonları izlemeye hazır olalım.

Yazarın Diğer Yazıları

Dorukhan Büyükışık cinayetinde polislere yargı yolu

Soruşturmayı yürüten müfettişler, adları geçen 24 personelden dokuzu hakkında meslekten ihraç, maaş kesim cezaları ile kınama cezaları talep etti. Dönemin Narlıdere İlçe Emniyet Müdürü İsmail Köksal ve Komiser Yardımcısı Hüseyin Vurucu’ya “meslekten çıkarma cezası” verilmesi teklif edildi. Ancak polis müdürü Köksal’ın cezası, olayın işlendiği tarihten itibaren iki yıl içinde disiplin cezası verilmesini gerektiren mevzuat nedeniyle zaman aşımına uğradı!

7,5 yıl sonra yapılan keşif ve sıfırlanan telefonlar

"Resmi keşif raporuna göre; Onur muhtemelen bilinci yerinde değilken, birden fazla kişi tarafından balkondan bırakılmış, hafif sol tarafına doğru yere çarpması sonucu balkon altına doğru yönelmiş. Sanıkların beyanları, Onur’un aktif atlama yaptığı şeklinde olmasına karşın, resmi rapor diğer düşme analizleri gibi Onur’un kontrolsüz / serbest ve ilk hızsız düştüğünü tasdik etti"

Adaletin merhem ol(a)madığı yine bir evlat acısı dosyası mı?

Baba Levent Özkan’ın ihmal iddiaları var; olaydan hemen sonra, soruşturmanın ilk günlerinde dosyaya konulması gereken, oğlu Onur Özkan’ın hastaneye götürülmesini sağlamak amacıyla irtibat kurulan 112 Acil Hattı’nın telefon görüşme kayıtlarına 8 ay sonra ulaşabildiklerini söyledi

"
"