Ülke, yeni yılın ilk saatlerinden itibaren birbiri ardına açıklanan zam haberleriyle sarsıldı.
Yurttaşın günlük yaşamında önemli yer tutan tüketim kalemlerine gelen yüksek oranlı zamlar, 2022'nin nasıl geçeceği hakkında ilk ipuçlarını verdi.
Yeni yılın ilk dramatik haberi ise, Türkiye – İran sınırında yaşanan tradejiydi.
Van'dan gelen bilgilere göre; trajedi, İran'ın Türkiye sınırındaki Belasur Köyü'nün sınır bölgesinden Van'ın Özalp ilçesine bağlı sınır köyüne donmak üzereyken ulaşan iki çocuğun verdiği bilgilerle ortaya çıktı.
Elleri ve ayakları soğuktan yanan iki çocuğun verdiği bilgiler sonrasında sınır öte yanındaki bölgeye geçen köylüler, donmuş bir kadın cesedini buldu.
Donan kadının ayaklarına naylon torba geçirdiği ve çoraplarını iki çocuğun ellerine giydirdiği anlaşıldı.
Donmaları önlenmesi için ellerine çorap giydirilen çocuklar, cesedi bulunan kadının çocuklarıydı. Ve kadın, çocuklarının yaşaması için kendisini feda eden bir anneydi.
Köylüler, donmuş halde cesedi bulunan kadın ile donmak üzereyken bulunan iki çocuğun Afgan uyruklu olduğunu tespit etti.
Sonrasında köylüler, cesedin İran sınırında olması nedeniyle ilk bakımlarını yaptıkları çocukları sınır güvenliğini sağlayan İran askerlerine teslim etti.
Bu dram, anneliğin kolay iş olmadığını bir kez daha bizlere anlattı.
Ancak bir de madalyonun diğer yüzü var kuşkusuz.
Kesin bilgiler elde olmamakla birlikte, adını bile bilmediğimiz bir kadın, kendisi ve iki çocuğunun daha iyi koşullarda yaşamasını sağlamak için yaşadığı ülkeyi terk edip başka diyarlara doğru yola çıkmıştı.
Yaşadığı coğrafyada çocuklarını dünyaya getirdiğinde nasıl bir gelecek sağlayacağını bilemeyen anne, iki çocuğunu peşine takıp yol almış belli ki.
Belki doğrudan Türkiye idi hedefi, belki de daha Batı? Bilemiyoruz.
Bilinen ise; bu trajedinin göç hareketleri içinde ne ilk, ne de son olacağı!
Dünyaya egemen olanların "daha çoğuna, en çoğuna sahip olma" amacıyla yarattığı "alt kattakilere gezegeni dar ettiği" düzenin sonuçları bu trajediler.
Emperyalistlerin, kapitalist sistem içinde yeterli gücü olmayanların nefes almasına olanak tanımamasıyla ortaya çıkan dramlar.
Hatırlayalım, daha yakın zamanda göç hareketinin simgesi olan Aylan Bebek'i. Hemen her gün haberini aldığımız açık denizlerde alabora olan botlarda veya teknelerde ya da batan gemilerde tükenen yaşamları.
Yakalanan gemilerde bulunan yüzlerce, binlerce kaçak göçmenin sona eren kurtulma hayallerini anımsayalım.
Timsah gözyaşlarının dökülmesine neden olan Aylan Bebek'in dramının bile unutulduğu bu sahte âlemde, Afgan annenin dramı da yarın, en geç iki gün sonra unutulup gidecek.
Kalıcı olan ise; egemenlerin, gaddar, ağır rekabetçi ve güçlünün zayıfı düşünmeden ayakta kalmayı hedeflediği düzeni olacak.
Şartları daha da sertleşen elbette.
Pakdemirli ve Göksu'nun buluşması
Yeni yılın ilk yazısına, bu satırların yazarını etkileyen bir trajediyi önceliklendiren bir olayla başladım.
Şimdi, ülkenin siyasal ve toplumsal iklimini yansıtan farklı bir olayla devam ediyorum.
Büyüteç'in takipçileri, son dönemde Tarım ve Orman Bakanlığı'nda yaşanan bazı gelişmeleri gündeme taşıdığıma tanık oldular.
Bu yazının konusu da yine aynı kurum olacak. Ancak aktaracağım olayın kahramanları bu kez biraz daha tanınmış kişiler.
Olayın içindeki önemli kişilerden birisi Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli. Diğeri, Bakan Yardımcısı Ayşe Ayşin Işıkgece.
Üçüncü önemli isim, son günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) koridorlarında konuşulanları kamuoyuna aktaran İstanbullu siyasetçi Tevfik Göksu.
Esenler Belediyesi Başkanı Göksu, hatırlanacağı üzere aynı zamanda İBB Meclisi'nin AKP Grup Başkan Vekili.
Göksu, AKP'nin İBB'yi kaybetmesinden sonra belediye meclisinde ilginç açıklamalarla gündemde. Son olarak İBB'de terör örgütü üyelerinin çalıştırıldığı iddiasının araştırılması amacıyla İçişleri Bakanlığı'nın başlattığı özel teftiş hakkında "Belediye koridorlarında konuşulanlar var. Fiilen x, y, z deme şansına sahip değilim ama koridorlarda çok dillendiriliyordu. Bakanımız dillendirilen şeyi isimlendirdi" demişti.
Gazeteci İsmail Saymaz'a konuşan Göksu, "Bir insanı net tespit olmadıkça bir konuyla ilgili isimlendirmek hakkaniyet ve hukuk adına doğru olmaz. Elbette bilgimiz var. Bakanımızın elinde datalar var. Benim elimde öyle bir data yok. Kalkıp da zanla öyle bir ifadeyi kullanmak vicdanen doğru olmaz" değerlendirmesini yapmıştı.
Sıra olayı aktarmaya geliyor.
Olayın takvimsel süreci, ülkenin batı bölgelerinde çıkan orman yangınlarından 1.5 – 2 ay önce.
Yani, haziran – temmuz dönemi.
Bir başka deyişle, Tarım ve Orman Bakanlığı'na ait internet sitelerine yönelik bilgisayar korsanlarınca (hacker'lar) siber saldırı gerçekleştirildiği iddia edilen günler.
İddia o ki; bilgisayar korsanları, bakanlığın bilişim sistemlerine yönelik gerçekleştirdikleri sanal saldırılar ile ülkenin tarım, gıda ve hayvancılık konularındaki tüm verilerini ele geçirdi.
Gerçi bakanlık, veri ve bilgi çalınma iddiasını kabul etmeyip "sistem kilitlendi" açıklamasını yapmıştı.
Özetle bakanlığın bilişim siteminde güvenlik açığı bulunduğu iddiasının dillendirildiği günler.
Kişileri, takvimi ve kısmen de olayın başını anlattıktan sonra konuyu Bakan Pakdemirli ve Başkan Göksu'ya yönelik ortak sorularla geliştirmeye çalışayım.
İşte sorular:
- Bakan Pakdemirli, beraberinde Bakan Yardımcısı Işıkgece olduğu halde Tevfik Göksu'nun ağabeyi Ali Göksu'nun oğluna ait Başakşehir'deki yazılım ofisini ziyaret etti mi? Burada Ali Göksu ile görüştü mü?
- Ofiste, Tevfik Göksu'nun avukat ağabeyi Ali Göksu ile görüşmesi dostluk çerçevesinde miydi? Yoksa bakanlıkça alımı yapılacak yaklaşık 1 milyar liralık güvenlik yazılımı ihalesi konusunu mu görüştü?
- İhalenin sonucu ne oldu? Göksu ailesi, yazılım ihalesine nasıl bir katkı verdi mi? Katkı karşılığında herhangi bir maddi gelir elde etti mi? Yoksa aynı zamanda siyasi destek yaratacak bir ihale çalışması mıydı?
Bu konu, son dönemde Tarım ve Orman Bakanlığı koridorlarından yansıyanlar arasında.
Pakdemirli ve Göksu, üç soruya yanıt verirlerse Büyüteç bu yanıtlara açık olacak.