Fethullah Gülen’in Gazze açıklarında Türk yardım gemisine İsrail saldırısına ilişkin yaptığı aykırı değerlendirme hemen herkesi şaşırttı.
Değerlendirmenin aslî muhatabı olduğuna kuşku duyulmaması gereken AKP içinden birkaç “edilgen” yorum geldi sadece. Bülent Arınç, örneğin, “tecrübe”sini konuşturarak “Hocaefendi”nin tavrına ilişkin çok şey söyleyip aslında hiçbir şey söylemedi:
''Şimdi bu olay karşısında muhterem Hoca Efendi'nin konuşmasının bana ne anlama geldiğini soruyorlar. Hoca Efendi her zaman olduğu gibi doğruyu söylüyor. Her şart altında, her durum altında ve her şeye rağmen müspet hareket etmeliyiz ve bunun imkânlarını araştırmalıyız. Zulme uğrayabiliriz ama zalim olmayacağız. Müspet hareket budur ve bu hareketi takip eden herkes Türkiye'de de dünyada da kazanmıştır”
Sonra Hüseyin Çelik T24’te Selin Ongun’a verdiği mülakatta, “Fethullah Hoca Wall Street Journal’a ne söyledi, ne kadarı yayımlandı; Hocaefendi’nin bu konuda tam olarak ne dediğini bilmeden bu konuda yorum yapmam” diyerek geçiştirdi soruyu…
Hakkını vermeli, Ertuğrul Günay daha sakınmaksızın, fakat yine de ölçülü sarf etti sözünü: “Uzaktan bakınca demek ki olaylar öyle görünüyor. İçinde yaşayınca bizim baktığımız gibi bakılıyor”.
Gülen’in sözlerinin AKP’nin yaklaşımıyla mesafesini kapatma yolunda çabalar da harcandı. Ama durum açık: Ortada “liberal İslâm”ın temsiline soyunarak iktidar elde etmiş siyasal hareket açısından, sevgili Aydın Engin’in deyişiyle bir “Gülen çatlağı” var.
“Ben demiştim”ci bir tavrın yakışıksızlığını biliyorum, ama bu defalık mazur görürseniz, AKP açısından bir “Gülen çatlağı”nın yakın ihtimal olduğuna dair daha önce kelâm ettiğimi hatırlatmak isterim. Şu sözler 20 Ocak 2010 tarihli T24 yazımızdan:
“Velhasılıkelâm, “zamanın ruhu”nu iyi yakalamış iki oluşum, AKP ve Gülen Hareketi, simbiyotik (birbirinden beslenen) bir ilişki içinde liberalizmi İslâmî bir formata yerleştirmiş yeni iktidar odakları olarak temayüz ettiler Türkiye’de. İleride “simbiyosis”in unsurları arasında bir iç-iktidar çatışması çıkıp çıkmayacağı hususunda ise “Allahü âlem” demekten başka yapacak bir şey yok şimdilik”.
Evet, perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
Her iki oluşum arasındaki buluşma sürecinin seyrine ilişkin değerlendirmemizi merak edenlere belirtilen tarihteki yazımızı sayfadan tıklamalarını önererek, bugüne dönüp Gülen’in Wall Street Journal’a demecini yorumlamaya çalışalım.
“Cemaat” medyasının ve yazarlarının, olanı, “Hocaefendi”nin her zaman politik konulara uzak durmayı tercih etmesi, “‘ulûl emr’e itaat” anlayışını benimsemiş olmasıyla açıklaması, en hafif deyişle “kandırıkçılık”tır.
Sözlerinin özü itibarıyla “İsrail’e danışılmalıydı!” diyen Gülen apolitik değil, hayli “politik” bir tutum içinde. Bu, onun Amerika’ya “Hicret”inden bu yana söz konusu duruşuyla uyumlu ve uyarlı.
Fethullah Hoca’yı ulusal düzlemden küresel düzleme taşıyan bu “Hicret”, onun uluslar-üstü bir dinsel figür haline gelmesine yol açtı.
Hangi dinden olursa olsun, bir inanç önderinin uluslar-üstü hareket edebilmesi, inançlar-arası diyalog anlayışını hayata geçirmesiyle mümkün ancak. “Hocaefendi” de bu anlayışta bir şahsiyet.
O yüzden inançlar-arası çekişme ve çatışmayı hareket tarzı yapmış, örneğin Hamas gibi oluşumlarla açıktan mutabık bir pozisyon takınamaz. Nitekim kanımca tam da bu yüzden Wall Street Journal’daki demeciyle söz konusu coğrafyada Hamas’ın başını çektiği “radikal-siyasal İslâm”la arasına ciddi bir mesafe koydu.
Bunun, AKP kurmay heyetinin tam tersi bir tutum alış olduğunu belirtmeye gerek yok.
Dahası söz konusu olayın doğrudan sorumlusu olan hükümetler-dışı sivil örgüt IHH’ye de kredi açmıyor “Hocaefendi”. Demecinin çok altı çizilmeyen kısmında varlığından kısa bir süre önce haberdar olduğunu belirterek “IHH’nin politik bir amaç güdüp gütmediğini söylemek kolay değil” diyor.
Sözler, hayli nüanslı; ama “Hocaefendi”nin hiç ama hiç AKP komuta heyeti gibi düşünmediğini anlıyorsunuz.
Daha beteri İsrail konusunda göze çarpıyor. İsrail’e ilişkin AKP retoriğinin (aslında buna genel olarak Türkiye ve dünya retoriği de denilebilir) bam teli olan “haydut devlet” nitelemesinden eser yok Gülen’in söyleminde: IHH’nin İsrail’in “izni” olmadan Gazze’ye yardım götürmesine eleştirel bakıyor; yardımı organize edenlerin önce “İsrail’le uzlaşma” yolunu seçmemelerini faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde “otorite”ye baş kaldırmak şeklinde tanımlıyor; nihayet, kendi hareketiyle ilişkili bir dernek Gazze’ye yardım götürmek istediğinde onlara “İsrail’den izin alma”ları gerektiğini söylemiş olduğunu hatırlatıyor.
Durum ortada. Gülen için İsrail “her haliyle” meşru bir devlet.
Olaya ilişkin değerlendirmesinde bile kantarın topuzunu kaçırmamaya dikkat ediyor. Başta Başbakan olmak üzere herkesin İsrail’in “kan döktüğü”nü, “kan gölünde yüzdüğü”nü, “eli kanlı” olduğunu söylediği bir ortamda o, “Gördüğüm şeyler çok çirkin şeylerdi” demekle iktifa ediyor.
Kendisinin politikaya uzaklığını ısrarla vurgulayanların aksine “Hocaefendi” son derece “politik” konuşuyor.
Küresel dünyanın efendilerini rahatsız etmemeye titizlik gösteren bir politika izliyor.
Gülen hareketi, daha önceleri de defalarca vurguladığımız üzere “küresel kapitalizm”in İslâmî bileşenini oluşturmakta.
Türkiye’de takipçisi olanların, ona gönül borcu olanların ya da onun sermayesinden pay alanların birkaç gündür değişik düzlemlerde “Hocaefendi”nin sözlerini geçiştirmeye çalıştıklarını izliyoruz.
Mesela kimileri, düne kadar “laisizm” adına onu lanetleyenlerin şimdi parlatmalarının çelişkisine ve çifte standardına dikkatleri çekmeye, daha doğrusu “çeldirmeye” çalışıyor.
Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, söz konusu vahim olayı değerlendiriş itibarıyla bugün Türkiye’de “liberal İslâm”ın iki ana unsuru arasında bir yorum ve konum farkı olduğu inkâr edilemez.
Bir yanda küresel post-modern kapitalizmin ekonomi-politik isterleriyle istikrarlı biçimde uyarlı “Gülenizm”…
Diğer tarafta, aynı kapitalizmin Türkiye’yi liberalleştirme projesi kapsamında açtığı imkânı değerlendirip iktidar olan, ama yine de zaman zaman “kültürel genetiği”nin azizliğine uğrayıp gerek “Milli Görüş” bakiyesiyle gerekse siyasal İslâm tortularıyla hareket eden “Recepizm”…
Birinin küresel kapitalist işleyişin İslâmî toplumsallıktan beklentilerini karşılamaktan uzak ve o işleyiş açısından “arkaik” kaçan çıkışı karşısında diğeri ayar vermeye ve güven tazelemeye çalışıyor…
Desek…
Çok mu ileri gitmiş oluruz?..