04 Nisan 2019

Kürdün olduğu kadar kurdun da hakkını gözeten Fatih Başkan

31 Mart seçimlerinin eksiksiz/eksisiz tek kazananı varsa bu, Fatih Mehmet Maçoğlu'dur

Seçime birkaç gün kala Ankara’da iki kadim dostumla muhabbet ediyor ve muhabbetten tefekkür çıkarmaya çalışıyoruz. Söz dönüp dolaşıp Sosyalist Meclisler Federasyonu destekli olarak Türkiye Komünist Partisi’nden Tunceli belediye başkan adayı Fatih Mehmet Maçoğlu’ya geliyor. Ve aman Allah, benim bu iki sevgili dostumdan biri, “müthiş bir anekdot” aktarıyor bana!..

Diyor ki Maçoğlu’ya dair anlatıldığına göre o, dağdaki keçinin hakkını bile korur gözetirmiş! Bir gün dağ keçisi avlayıp dağın eteklerinde onu yiyen bir grup gence yaklaşmış… Onun geldiğini gören gençlerden biri ona demiş ki…

Bu noktada dayanamayıp kesiyor ve feryat ediyorum: “Yahu bu anlattıklarını ben daha derinden ve ‘içerden’ hatırlıyorum! Çünkü Fatih bunları bana anlattı!.."

Ardından, “Peki sana bunu kim aktarmıştı” diye de manidar şekilde soruyorum arkadaşıma; tabii ki cevabı gayet iyi bilerek!..

***

Fatih Başkan’ı ben 2010 yılında “Tunceli (Dersim) Sempozyumu”na katılmak üzere Dersim’e gittiğimde tanıdım. Bu Sempozyum üzerine o yıl, yine T24’te kaleme aldığım yazının başlığı “Dersim’i Parantezden Çıkarmak”, benim yazım da içinde olmak üzere Sempozyum bildirilerinin yer aldığı kitabın başlığı yapılmıştır (bkz. Dersim’i Parantezden Çıkarmak: Dersim Sempozyumu’nun Ardından, İletişim Yayınları, 2013).

Sonra Munzur Festivali için 2011’de tekrar gittiğimde bu defa büyük nezaket, zarafet ve içtenlikle kardeşçe misafir etti evinde beni Fatih… Ve o vesileyle kendisiyle birlikte Dersim’de tam anlamıyla bir “eko-etnografik” gezi yapma imkânı buldum. Munzur Çayı’nın kök aldığı Gözeler’den Ovacık, Mazgirt, Hozat, Nazımiye’ye kadar uzanan ve hem “Munzur Baba”nın suyunda yıkanıp arındığımız, hem de “Düzgün Baba”nın dağına çıkıp nefes açtığımız bir geziydi bu.

***

İşte bu gezide Fatih Başkan o günden bugüne herkesle her fırsatta sözlü ya da yazılı olarak paylaştığım, bu yüzden yukarıda bir arkadaşımın da bana gayet güzel örneklediği üzere (!) artık kimin aktardığı, anlattığı belirsizleşecek kadar “anonimleşmiş” (iyi ki, ne güzel ki, ne mutlu ki böyle anonimleşmiş!) anısını paylaşmıştı benimle. Ovacık’tan Gözeler’e, Munzur’un kıyısı boyunca yol alırken…

Evet o, bir “doğa gardiyanı” olarak (ve aslına bakılırsa biraz aşağıda değineceğim üzere kendisini komünizmin ete-kemiğe bürünmüş hali yapacak şekilde!) dağ keçisi avlayanların kâbusu idi. Ve yine bir gün böyle dağ keçisi avlamaya çıkıp da etrafta Fatih’in olup olmadığını kolaçan etme "zahmetine katlanmamış", sonra bir anda onu karşılarında bulunca da “kâbus”larının gerçeğe dönüşmesini yaşayan gençlerden biri, onu yatıştırmak için telaşla şunları söylemişti:

“Fatih Abi, bak vallahi de billahi de çok yaşlı bu keçi. Sürüden de atılmış bu yüzden… Eti bile piştiği halde ne kadar sert, bak!..”

Mazeret ve nedamet dolu bu sözler, Fatih Başkan’ı yatıştırır mı, elbette hayır. Derhal karşılığı yapıştırmış o:

“Olsun, yaşlı da olsa o, dağdaki kurdun hakkıydı. Eğer ölüp gitseydi de toprağın, börtü böceğin, ağacın-otun hakkıydı. Siz o hakkı yediniz, yiyorsunuz!..”

İşte o günden bugüne hep yazıyorum: Marx’ın abide eseri Kapital’de karşımıza çıkan “toplumsal ideal”in (“doğa ile uyum içindeki üreticilerin özgür birliği”) adeta ete-kemiğe bürünmüş halidir Fatih bu söylem ve eylemiyle!..

***

Dolayısıyla Fatih Mehmet Maçoğlu, TKP’den aday olarak girdiği bu seçim sonucunda kazandığı başkanlığı anasının ak sütü gibi hak etmiş, alnından öpülesi bir insandır.

Kendisini tanımış olmaktan gurur duyduğum bir değerdir.

Bir umut, bir mutluluktur!..

31 Mart seçimlerinin eksiksiz/eksisiz tek kazananı varsa bu, Fatih Başkan’dır.

Onu içtenlikle kutluyoruz, başarılar diliyoruz ve hem bu topraklara hem de yeryüzüne örnek, model, işaret olmasını arzu ediyoruz!..

***

Gazete Duvar’dan Nergis Demirkaya, HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’ye Dersim’deki seçimle ilgili ve Fatih Başkan’ı da bağlayıcı mahiyette bir soru yöneltmiş ki kanımca söyleşinin en zor sorusu! Ama Temelli, çok genel ve üstü örtük gibi gözükse de aslında eski deyişle “efradını cami, ağyarını mâni” şöyle doyurucu bir cevap vermiş:

“Dersim’in sosyolojisini bilmeden yorumlamak gerçeklikle bağdaşmayabilir. 2014 seçimlerine de baktığımızda yerel dinamiklerle, siyasetlerin nasıl ortaklaşıp ayrıştığını görmek mümkün. Evet orada kayyımları süpürdük, belediye başkanlığını da kazanmayı çok isterdik. Bizim için çok özel ve anlamlı bir yer ama olmadı. Olmadı diye ne biz Dersim’den vazgeçeceğiz ne de bugünkü belediye başkanı Dersim’den vazgeçecek. Hep birlikte Dersim’e sahip çıkılacak. Birlikte yönetim şekillenecek. AKP’nin alması ya da Dersim’deki sosyolojiyle barışık olmayan birinin kazanmasını istemezdik. Ben inanıyorum ki Dersim, gerçek anlamda iyi bir yönetim sergileyecektir.”

***

Temelli’nin “Dersim’in sosyolojisi” derken neyi kastettiğini; “yerel dinamiklerle, siyasetlerin nasıl ortaklaşıp ayrıştığı” ifadesiyle de neleri işaret ettiğini bilen biliyor. Ben de yıllarca bu konuya kafa yormuş bir antropolog olarak naçizane biliyorum, ama Temelli’nin üstü örtük ifade ettiği bu olguyu burada, bu yazıda açmak benim için de imkânsız. Köşemizin sınırlarının çok dışına taşarız, okura da editör masasına da haksızlık olur.

Yine de kısmen değinmek gerekirse, Temelli’nin bahsettiği sosyolojik gerçekliğin antropolojik terminolojiyle karşılığı, “etniklik içinde etniklik” olgusudur diyebiliriz. Bu bir şekilde Türkiye’de yıllardır tüm partiler için geçerli olan “kimlik temelli siyaset”in bir yan ürünü olarak da değerlendirilebilir.

Şöyle ki Kürt etnisitesine duyarlı bir sosyalist hareket olarak HDP (elbette onu önceleyen HEP, HADEP, DEHAP, BDP ve diğerleri ile birlikte) Şafii-Kürt coğrafyasından çıkış bulmakta, istim almakta… Bu nokta, Dersim gibi bir Alevi-Kürt coğrafyası söz konusu olduğunda, bilen biliyor, ne denirse densin bir “sorunsal” üretmekte. Çünkü Dersim’de Kürt coğrafyasının hâkim dinsel kimliğinden farklı bir dinsel kimlik (Alevilik), farklı bir etnik kimlik (Zaza) ve dahi Şafii-Kürt coğrafyasının hâkim lehçesi Kurmanci dışında lehçelerden oluşan (Kırmancki, Dımılki, Zazaki) farklı dilsel kimlikler var.

Ama dikkat! HDP bünyesinde bu kimlikler dışlanmıştır demiyorum; aksine içerilebildiği kadar içerilmiş, içselleştirilebildiği ölçüde içselleştirilmiştir.

Fakat işte “kültürel saat” yavaş işliyor ve o yüzden uzun tarihsel dönemler boyunca yerleşip kökleşmiş farklı alt-kimlik kodları ve hatları öyle bir çırpıda “Zazalık, Alevilik yok, hepimiz Kürdüz” diyerek de aşılamıyor.

***

Ayrıca Dersim coğrafyasının 1960’lı-70’li yıllardan itibaren ortaya çıkan, onunla özdeşleşmiş, yukarıda belirtilen etno-kültürel dinamikle kaynaştığı da söylenebilecek, “Kaypakkaya” kült-kişiliğinde merkezileşen özgün bir sosyalist-ideolojik geleneği var. Bu politik-ideolojik gelenek de bir kimlik olarak önemli bir ayrışma hattı oluşturmaktadır Dersim'de.

İşte Fatih Başkan, Dersim’in uzak ve yakın tarihinde yer alan etnik, dinsel, politik, ideolojik yapı taşlarının kendisinde buluştuğu bir kişi. Bir “nirengi noktası” o bu bakımdan ve Sezai Temelli’nin dediği gibi HDP için de birlikte bir yönetimi şekillendirme, birlikte iyi bir yönetim sergileme açısından olabilecek en uygun insan…

Ve onunla birlikte çalışmak hiç zor değil.

Kürdün hakkını olduğu kadar kurdun hakkını da gözetenlerden olun, yeter!..    

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil

"
"