11 Ekim 2010

DERSİM’İ PARANTEZDEN ÇIKARMAK

'Devlet, Doğu’suna artık namlunun ucundan bakmamaktadır' 1. Uluslararası Tunceli (Dersim) Sempozyumu”nun açılışında...

 “Devlet, Doğu’suna artık namlunun ucundan bakmamaktadır”.
“1. Uluslararası Tunceli (Dersim) Sempozyumu”nun açılışında sarf edilen bu sözler kentin en tepedeki mülkî amirine ait. Vali’ye yani…
4-6 Ekim 2010 tarihleri arasında Tunceli Üniversitesi’nce düzenlenen Sempozyum, Cumhuriyet tarihinin en korkunç olaylarından olan 1937-38 “Dersim Harekâtı”nı ağırlık merkezi yapmış bir görüntü sergiledi. Ben, kendi adıma bir günah çıkartma ayinine tanıklık ettiğimi düşündüm. Bir zamanlar “Devletin Tunç Eli Dersim’e inecek” diyen “Bürokrasi”nin yukarıdaki türden ifadeler kullanması başka nasıl yorumlanabilir ki?! 
Tunceli Valisi, devletin geçmişte izlediği politikalarla yüzleşmesi, gerekirse hesaplaşması ve yanlışlarının değerlendirmesini yapması gerektiği yollu sözlere de yer verdi konuşmasında…
 Sempozyum gerçekten de geçmiş devlet politikaları ve resmi tarihle bir yüzleşme-hesaplaşma girişimi gibiydi. Olaylarda yaşamını yitiren ve sürgüne gönderilen 10 binlerce insanın başına gelenlerden sorumlu ve yukarıda zikredilen “Devletin Tunç Eli Dersim’in üzerine inecek” sözüyle maruf General Abdullah Alpdoğan yer yer “takbih” edildi örneğin… “Harekât”a direnişin önderi ve Sempozyum’un düzenlendiği otelin bir-kaç metre ilerisindeki meydana resmi tepkilere rağmen dev bir heykeli dikilmiş olan Seyit Rıza ise “taltif”le anıldı hep.
Sempozyuma da katılan, Kürt-Alevi araştırmalarının büyük ismi Mehmet Bayrak’ın Türkiye gündemine oturttuğu “1925 Şark Islahat Planı”na göndermeler, üç gün boyunca havalarda uçuştu. Konuşmacı ve katılımcıların hemen hepsinin ortak noktası, 1937-38’de yaşanan olayların bir isyan değil, devlet eliyle gerçekleştirilmiş planlı ve sistemli bir “operasyon” olduğu düşüncesiydi. Yine Bayrak’ın “7T” diye tariflediği bir operasyondu bu:  Te’dip (terbiye etme), tenkil (uzaklaştırma), taktil (kesme/parçalama), tehcir (göç ettirme), temsil (asimile etme), temdin (medenileştirme) ve tasfiye (arıtma)…
Bu haliyle (tabii mevcut liberal-muhafazakâr iktidar himayesinde) yarı-resmî bir “Dersim Açılımı” denilebilecek Sempozyum, yine de dikkatle bakıldığında bazı tereddüt, temkin ve “tahdit”leri dışa vurmuyor değildi. Sempozyum’un adında olduğu kadar programdaki pek çok oturum başlığında da bulunan, dolayısıyla tesadüfen değil “taammüden” kullanıldığı kuvvetle muhtemel “Tunceli (Dersim)” kalıp ifadesi buna en bariz örnek olarak gösterilebilir.
“Dersim” demek gerektiğinde Sempozyum’u düzenleyenler genellikle bu ismi paranteze alıp, önüne “Tunceli” eklemekte ısrarlı olmuşlar. Şu oturum başlıklarına bakın: “Uluslararası Tunceli (Dersim) Sempozyumu Başlarken”; “Tunceli (Dersim) Ekonomisi: Olanaklar ve/veya Olanaksızlıklar”; Tunceli (Dersim) ve Kimlik”; Hâkim ve Muhalif Algıda Tunceli (Dersim); “Tunceli (Dersim)’de Toplumsal, Demografik ve Mekânsal Göstergeler”; “Uluslararası Tunceli (Dersim) Sempozyumu Biterken”…
Şu da benim başkanlığını yürüttüğüm ve içerisinde gerçekten bilimsel kalibresi büyük bildirilerin yer aldığı oturumun başlığı: “Tunceli (Dersim)’de Dil ve Kültür”…
Bir ifade bu kadar sıklıkla karşımıza çıktığına göre belli ki Sempozyum’un hazırlık sürecinde önemli, belki de hararetli tartışmalar gerçekleşmiş. Sonuçta mutabakat, “Resmiyet”in 1936’da kullanıma soktuğu yer adı ile Dersim’i parantezli biçimde birlikte kullanmaktan yana sağlanmış.
“Tunceli (Dersim)” şeklindeki bu kullanım, çok önemli bir anlam üretiyor. Parantez işareti, bir sembole dönüşmüş burada. “Tunceli” adının öncelendiği, “Dersim” adının ise ikincilleştirilip ancak parantez içinde kullanılabildiği bu durum, hâlâ bazı kısıtların mevcudiyetine delâlet ediyor.
Bu, her şey bir yana, Sempozyum’un kendisine haksızlık. Çünkü yukarıda da vurgulandığı üzere, resmî ağızlardan yapılan konuşmalar da dâhil olmak üzere Sempozyum’un söylem pratiği tam aksi yönde Dersim’in on yıllardır “resmen” paranteze alınmış durumuna karşı bu parantezi açma girişimi olarak değerlendirilmeyi hak ediyor. Bir “dönüm noktası” mahiyetindeki bu girişimin, adlandırma noktasında kendisine böylesine zarar vermesi gerçekten acı.
Belki bazı şeylerin bir çırpıda değişmesini beklemek de yanlış. Ama şu aşamada bile parantez işareti yerine denklik, eşitlik hissi verecek, daha birleştirici sembolik anlamlar üretecek başka işaretler kullanılamaz mıydı diye düşünmeden de edemiyor insan. “Tunceli/Dersim” veya “Tunceli-Dersim” gibi örneğin…
Tabii bu önerilerin dahi sorgulanması, hatta reddedilmesi mümkün ve bazıları için salt “Dersim” adının kullanıma sokulması, mümkün olan tek seçenek. Toplumsal bellekte hazin çağrışımları her daim mevcudiyetini koruyan ve baskıcı devletle özdeşleştirilen “Tunç-eli”  adının halk üzerindeki yıkıcı, ezici, aşağılayıcı etkisini ortadan kaldırma yolunda “Dersim” adının yeniden, tek başına kullanıma sokulması talep ve önerileri de gündeme geldi Sempozyum’da…
Umarım kimse bana “Bulmuş da bunuyor” diye kızmıyordur. Belirttiğim gibi, “Dersim” adı başlıkta paranteze alınmış olsa da Sempozyum pratikte bu parantezin açılması yolunda çok değerli bir çabaydı. Başlıktaki “dil yâresi” de eminim önümüzdeki yıllarda giderilip Sempozyum’un adı, içeriğiyle uyarlı hale getirilecektir.
Bu inançla söz konusu etkinliğin ilk adımını atanlara teşekkür ederken seneye “2 Uluslararası Dersim Sempozyumu”nda tekrar buluşmak üzere diyorum.   

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil