Cumhuriyet Gazetesi’nde 24 Şubat 2015’te yazmaya başladım.
40 yıllık arkadaşım Can Dündar’ın davetiyle oldu bu.
Can, Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni olarak göreve başlar başlamaz beni hem popüler kültür hem de din-siyaset-kültür ilişkisi üzerine yoğunlaşacak katkılarda bulunmam için gazeteye çekti.
Geldiğimin üçüncü ayında da bir yazı dizisi istedi benden… İktidarını “dinbazlık”la toplumsal rızaya dönüştüren bir partinin, cemaatler ve tarikatlarla “al takke ver külah” halde memleketin kaderine hâkimiyeti üzerine sosyal-antropolojik bir “röntgen” çekip tahlillerde bulunmam için… Böyle bir çalışmanın 7 Haziran 2015 seçimlerine giderken ilgi çekeceği, hatta gündem oluşturabileceği düşüncesiyle…
23 Mayıs 2015’te başlayan “Parti Tarikat Cemaat” yazı dizisi 7 gün sürdü. Dizinin son bölümünün yayımlandığı 29 Mayıs günkü gazete, aynı zamanda Can Dündar imzalı “MİT Tırları” haberi sekiz sütuna manşet ve “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar” başlığıyla çıktı.
***
O günden itibaren korkunç bir iktidar gadri altında, kâh Silivri bahçelerinde ve görüşmelerinde, kâh Çağlayan koridorları ve duruşmalarında akıp giden bir cehennem hayatı içinde bulduk kendimizi.
Hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmadı.
Tabii ki farklı dozlarda; kimimiz çok derinden, adeta bıçağın (kemiğe değmek ne kelime!) kemiği delip geçtiği bir eza ile; kimimiz de yakınlarının, arkadaşlarının, meslektaşlarının haksız yere kendilerinden kopartılmış olmasının üzüntü ve endişesi ile bu zulüm sürecini deneyimledik.
Kabaca özetlemek gerekirse, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarıyla başlayan ve Can’ın hayatına kastedilmesine yol açacak derecede resmi kışkırtmalarla katmerlenen;
15 Temmuz “Dabbe”si ardından da Akın Atalay’ın icra kurulu başkanlığı ile Murat Sabuncu’nun yayın yönetmenliğinde sürdürdüğümüz gazeteciliğe yönelik mesnetsiz suçlamalarla 12’si tutuklu 15 arkadaşımızın yargılanmalarıyla devam eden;
Nihayetinde vicdanları yaralayan, adaleti karartan kararlar ve bunların üst mahkemelere taşınmasıyla bugünlere kadar gelen bir süreçtir bu...
***
Yaşananların sonucu net: Kimi aylarca, kimi bir yılı aşkın süre mahpus tutulup özgürlüklerinden koparılmış arkadaşlarımız…
Sevdiklerinden, canlarının yongalarından koparılmış arkadaşlarımız…
Neşelerinden, sevinçlerinden, sağlıklarından koparılmış arkadaşlarımız…
Ve tabii sürecin bir noktasında, 7 Eylül 2018’deki gazete yönetim değişikliği ardından bizim de Cumhuriyet’ten kopuşumuz var.
Gel gelelim biz Cumhuriyet’ten kopsak da Cumhuriyet bizden hâlâ kopmadı! “Resmiyet”, buna izin vermiyor!..
İşte o yüzden, yerel seçim sonrası süreçte ülke çapında inandırıcılığını iyiden iyiye yitirmiş iktidarın taptaze bir “müjde”siyle karşı karşıyayız biz: Tarihe adalet adına yüz kızartırcasına geçecek bir mahkeme süreci sonunda 5 yıla kadar cezaya çarptırılmış sekiz arkadaşımıza; Güray Öz, Emre İper, Musa Kart, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör, Bülent Utku, Kadri Gürsel ve Önder Çelik’e, istinaf mahkemesinde onaylanan cezalarının UYAP’a yüklenmesiyle cezaevi yolu gözüktü bugün, yarın, öbür gün!..
***
Kritik nokta şu ki bu isimlerinin hiçbirinin şu anda Cumhuriyet Gazetesi ile bir bağı yok.
Onlar da ben de ve başka bir dolu isim de 7 Eylül’de vakıf ve gazete yönetim değişikliği sonrası gazeteden koptuk.
Cumhuriyet Gazetesi Davası’ndan hüküm giyip şimdi infaz edilen ama Cumhuriyet’ten kopmuş bir yumak iyi insan söz konusu.
Bir de onlar sanık olarak savcı ve hâkim karşısında canla başla, yüreklice, alınları ak, göğüsleri dik savunma yaparken, tanık olarak savcı iddianamesini, hakim kararlarını besleyenlerin denetim ve yönetiminde bir “Yeni Cumhuriyet” var.
***
İşte böyle bir şey!..
Cumhuriyet’ten kopmuş olsalar da Cumhuriyet’in “Gazetecilik” adına onuru ve yükü hâlâ omuzlarında olarak kimi hapse, kimi de hapis yolu gözlemeye koşulu yaşam sürenler var aramızda…
Bugün saat 12’de İstanbul Barosu’nun İstiklal Caddesi’ndeki binasında onlarla birlikte “Cumhuriyet Gazetesi Davası”nın (aynı şekilde “Cumhuriyet’siz” kılınmış) diğer sanıkları ve avukatları basın açıklaması yapacaklar.
Sonra da koptukları/koparıldıkları gazetenin tarihine hiç kuşkusuz büyük bir onur nişanesi olarak geçecek gazetecilik pratiğinin bedelini an itibarıyla en ağır şekilde ödemek durumundaki arkadaşlarıyla, onları ceza evine uğurlamadan önce son bir kez kucaklaşıp helâlleşecekler.
Arkadaşlarımla kucaklaşmak ve onlara “Uğurlar olsun!” demek üzere ben de orada olacağım.
Eğer insanın iyiliğinden, doğruluğundan, güzelliğinden hâlâ ümidi kesmeyenlerdenseniz, lütfen siz de orada olun!..
Sonrası mı?..
Sonrası malûm; elbette devam edecek.
Aynen, Nâzım’ın “vatan hainliği” nasıl devam ettiyse…
“Eski Cumhuriyet”in “yeni mi yeni cezaları” da devam edecek!..
Kılıçdaroğlu’na saldırı
Cumhuriyet Gazetesi Davası’yla ilgili yukarıdaki yazıyı kaleme alma sürecinde haberdar oldum Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik Çubuk’taki saldırıdan… Ve bu yazıyı zor bitirdim!..
Daha doğrusu “Çubuk Linç Girişimi”ni değerlendirecek bir başka yazı yazıp yazmama arasında gittim geldim.
Yine de bu yazıyı yazmaya devam edip sona yaklaştığımda bu defa Devlet Bahçeli’nin, “Ne işin vardı senin orada Kılıçdaroğlu?” demeye getiren korkunç sözleri de düştü önüme…
Ülkenin Cumhurbaşkanı’ndansa ana muhalefet liderinin maruz kaldığı linç girişimine karşı ne bir kınama ne de Kılıçdaroğlu’na yönelik bir “Geçmiş olsun” mesajı geldi bu yazı editör masasına gönderilene kadar…
Bir tarafta Çubuk’ta, akla bu ülkenin yakın tarihinden Maraş’ı, Çorum’u, Sivas’ı getiren kalabalıklar…
Diğer tarafta İstanbul-Maltepe’de, Ankara-CHP Genel Merkezi önünde toplanmış kalabalıklar…
“Örtülü faşizm”i yaşadığı da “açık faşizm”in ayak seslerinin duyulduğu da söylenebilecek, ortasından “iki ayrı toplum”a yarılmış bir ülke…
“Kutuplaşma”ya oynayarak iktidar bekası peşinde olanların, ektiklerini biçtiklerini düşündüren bir sivil-faşizan şiddeti, kaybettikleri seçimin öfkesi eşliğinde hiçbir kaygı duymaksızın neredeyse meşrulaştırırcasına sarf ettikleri, insanı alabildiğine karamsarlığa sevk eden sözler…
Ve kutuplaşma siyaseti karşısında “melezleşme” seçeneğini hayata geçirme yolunda birleştirici-kucaklayıcı mahiyette 16 milyonluk bir mega şehrin bütününe yönelik, iyimserliği teşvik eden mesajlar…
Tam bir, “Yaprak döker bir yanımız//Bir yanımız bahar bahçe” tablosu…
Çarşamba günü irdeleyelim!..