12 Kasım 2019

Bırakın bu ayakları, Osmanlı’yı da hak etmiyorsunuz!

"Diriliş Ertuğrul” setlerinden “Engin Altan Ertuğrul Düzyatan Gazi”nin ne dünyalık kaldırdığını söyleyin siz, bırakın “Atatürk ticareti” lakırdılarını falan… “Payitaht Abdülhamid”in bütçesini-cirosunu açıklayın, bırakın “Cumhuriyet ticareti”ni filan…

Tayyip Erdoğan 10 Kasım münasebetiyle yaptığı konuşmada bu memlekette en büyük ticaretin Atatürk ve Cumhuriyet ticareti olduğunu söylemiş.

Haklı olsa da eklemeyi neden unutmuş dersiniz?! Bunlar kadar, hatta kendi devri iktidarlarında daha yaygın ve bereketli hale gelmiş ticaret de din ve Osmanlı ticareti.

AKP dönemi, bu topraklarda dinin ve Osmanlı’nın ticarete dökülüp metalaştırılmasında bir “altın çağ”dır.

Boşuna “dinbaz” olarak tespit etmiyoruz bu iktidarın alametifarikasını!.. Malum, sözcüğün sonundaki Farsça “bâz” eki, “oynayan” demek.

Dinle de Osmanlı ile de oynaya oynaya dünyalıklarını ziyadesiyle yaptılar. Öyle bir dünyalık ki ne ayakkabı kutularına sığdı, ne de sıfırlanıp hafızalardan silinebildi...

“Diriliş Ertuğrul”lar, “Payitaht Abdülhamid”ler, Sultanahmet Meydanı’nda âlâyıvalâ ile düzenlenen, “televaiz”ine muazzam paralar kazandıran iftar-sahur programları!..

Bu memlekette son 10-15 yılda din ve Osmanlı ticareti yanında Atatürk ve Cumhuriyet ticareti solda sıfır kalır.

***

Aslında din, Osmanlı, özellikle de “Abdülhamid” ticaretinin önünü açacak bir siyasi strateji ile “kültürel simge” olarak Atatürk’ü yok etmeye, yok edilemiyorsa silikleştirmeye çok uğraştılar.

Bu esasen bir simgeler savaşı idi.

Biliyoruz ki siyaset, esasen insanların değerlerini somutlaştıran simgeler üzerine verilen, hatta onların imgelem dünyalarını denetlemek için sürdürülen bir mücadeledir (D. Eickelman-J. Piscatori, Muslim Politics, 1996, s. 9).

Bu doğrultuda Atatürk simgesini Abdülhamid simgesi ile, Nazım Hikmet simgesini Necip Fazıl simgesi ile, Cumhuriyet simgesini Osmanlı simgesi ikame etmeye çalıştılar.

Verdikleri siyasi mücadelenin özü budur.

Fakat yenildiler.

Yenilgiyi en çarpıcı anlatan, Anıt Kabir defterine yazılanlardır; siz sonrasında yukarıda da aktarılan tarzda konuşuluyor olmasına bakmayın!..

***

Atatürk düşmanlığını ideolojik hareket noktası yapmış Kadir Mısıroğlu’nun fikirleriyle, zikirleriyle, kelimeleri-cümleleriyle beslene beslene büyümüş bir siyasi kadro, kendi iktidar dönemlerinde Mısıroğlu’nun “Fesli Kadir” denilerek itibarsızlaştırılıp meczup muamelesi görmesini engelleyemedi.

Hâlbuki Atatürk’ü küçümseme-itibarsızlaştırma motivasyonu kimisinde alenî (açık) kimisinde zımnî (örtük) olarak mevcuttu başlarda. Türkiye toplumunun seküler birikimi buna izin vermedi ve Atatürk’ü küçümseme noktasından ona saygı duyma ve bir kültürel temsil olarak karşısında selam durma noktasına “taşıdı” onları.

Bu “toplumsal ayar” doğrultusunda giderek rehberleri Mısıroğlu’na mesafe alma, o mevta olduğunda da defnini sessiz-sedasız geçiştirme durumunda kaldılar. Mısıroğlu’nu sahiplenmeyi ikinci dereceden (Diyanet Reisi gibi) temsilcilerine bıraktılar.

***

Bu çerçevede, bir zamanlar gayet bariz şekilde Atatürk’le aralarına mesafe koymaya ve dillerinden “Atatürk” lafzını sakınmaya meyillilerken şimdi ağızlarından Atatürk düşmüyor, “Atatürk ticareti”ni sorunsallaştırmak da maşallah kendilerine kalıyor!..

Durum şu aslında: Atatürk simgeselini sönümlendirmeye çalıştılar olmadı. Şimdi o simgesele onların siyasi dinbazlıkları karşısında yaşam-biçimlerini savunma yolunda sıkı sıkı sahip çıkmış kesimleri bu defa “Atatürk ticareti” retoriği ile “gevretmek” istiyorlar.

“Diriliş Ertuğrul” setlerinden “Engin Altan Ertuğrul Düzyatan Gazi”nin ne dünyalık kaldırdığını söyleyin siz, bırakın “Atatürk ticareti” lakırdılarını falan…

“Payitaht Abdülhamid”in bütçesini-cirosunu açıklayın, bırakın “Cumhuriyet ticareti”ni filan…

Önümüzdeki Ramazan’da Nihat Hatipoğlu hocamızın kaşesi ne olacak, onu faş edin; bırakın “Biz, Atatürk ve Cumhuriyet ticaretini ifşa ettik” demeyi, falan filan!..

***

Erdoğan aynı konuşmasında, Cumhuriyet’i yüceltmek için ondan önceki tarihin yok sayılmaması gerektiğini de Cumhuriyet ve kurucusuna sahip çıkarken Osmanlı’ya Selçuklu’ya ihanet etmemek gerektiğini de söylemiş.

“Dön bir ayna bak” demezler mi insana!..

Cumhuriyet’i “reklam-arası” sayanlar hangi siyasi partinin mensubu idi?!

Cumhuriyet’i küçümseyip Osmanlı’yı büyütenler de “İnönü Muharebesi”ni hiçe sayıp "Kut’ül Ammare”yi parlatmak isteyenler de “19 Mayıs”ı sıfırlayıp “Sarıkamış”ı efsaneleştirmeye çalışanlar da kimin yolunda, kime bağlı, kime meftundu?..

Cevaplar herkesçe malûm değil mi?..

Yıllar boyu bir iktidar stratejisi olarak Cumhuriyet’i paranteze alıp Osmanlı’yı yüceltmeye çalıştılar ama toplum buna teslim olmadı ve karşılarına tam ortadan yarılmış iki “ulus” çıktı. Yine simgeler üzerinden tarif edelim; bir taraf, arabasının arka camına Osmanlı-tuğrası çıkartması yapıştırırken, diğer tarafın Atatürk-imzası çıkartmasıyla mukabelede bulunduğu, bir ulus içinde iki ayrı “ulus”…

Tabii siyasal zorlama ile yaratılmış bu kültürel kutuplaşma da bir yere kadar devam etti. Artık, sorumlusu oldukları bu kutuplaşmanın kendi kitleleri tarafından da refüze edildiğini görüyorlar.

O yüzden “Atatürk ve Cumhuriyet”in hamiliğine de onlar soyunur oldular ama tabii yiğitliğe leke sürdürmeme adına Osmanlıcılık da hâlâ bâkî!..

Artık hem Atatürkçüler hem Abdülhamitçi… Hem Cumhuriyetçi hem Osmanlıcı.

Ne diyelim, rastgele!..

***

Fakat şu Osmanlı muhabbetlerinin bile aslında ne kadar sakat, sorunlu ve “seçici” olduğunu da kaydetmeden noktalamayalım bu yazıyı…

“Söğüt’te dikilen Osmanlı çınarı 600 yıl boyunca 3 kıta 7 iklimde şanla, şerefle, adaletle, başarıyla yaşamıştır” öyle mi?!..

Peki, neden koskoca 600 yıllık Osmanlı algınız, “Ertuğrul”dan, “Osman”dan, “Fatih”ten, “Yavuz”dan, “Kanuni”den, “Abdülhamid”den, yani toplasanız iki elin parmağını geçmeyecek isimlerden ibaret?..

Fatih Osmanlı da Deli İbrahim değil mi?

“Fetih” Osmanlı da “Fetret” değil mi?

Panislamist Abdülhamid Osmanlı da kimilerinin "gâvur padişah" dediği dedesi II. Mahmud değil mi?

Sokollu Osmanlı da Midhat Paşa değil mi?

“Mohaç” Osmanlı da “93 Harbi” değil mi?

Timur karşısında sırtı yere gelmiş Yıldırım Bayezid Osmanlı değil mi?

Lale Devri’yle tâ Mustafa Kemal’e kadar uzanan yolda Batılılaşmanın önünü açmış III. Ahmed Osmanlı değil mi?

Şair Nedim Osmanlı değil mi?

Tevfik Fikret Osmanlı değil mi?..

Siz Osmanlı’yı bile içten, gönülden, kayıtsız-şartsız, günahıyla-sevabıyla seviyor, benimsemiyor musunuz ki?!

Nimette Osmanlıcılık sizinki, külfette değil.

Zaferde Osmanlıcılık, yıkımda değil.

Taassupta Osmanlıcılık, yenileşme, modernleşme, Batılılaşmada değil.

Bir dinbaz “tatlı-su Osmanlıcılığı” hasılı kelâm…

O yüzden bırakın bu ayakları. Siz, Osmanlı’yı bile hak etmiyorsunuz!..

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil

"
"