24 Mart 2023

Deprem yıkımı üzerine psikanalitik düşünceler (2): Güzelliğin geçiciliği ve yas uğraşı

"Ancak yas tutabildiğimizde kültürel değerlere verdiğimiz değerin, onların kırılganlığından etkilenmediğini görebiliriz. Savaşın yıktıklarını yeniden yapacağız, belki daha sağlam temellerle ve eskisine göre daha dayanıklı olarak"

Türk Yahudi Toplumu, 2500 yıllık Antakya Sinagogunun son depremde yıkıldığını duyurdu. Ayrıca Azizler Petrus ve Pavlus Rum Ortodoks Kilisesinin de yıkılmış olduğunu öğrendik. Listeye 7. yy'da bir pagan tapınağının yerine yapılan Anadolu'nun en eski camisi Habib-i Neccar'ı ve Hatay Devleti Meclis Binasını da katarsak diğer birçok tarihi binayla birlikte kentin güzelliğini oluşturan toplumsal ve kültürel mozaiğin yerle bir olduğunu düşünebiliriz. Daha önce birkaç kez gittiğim ve son olarak on yıl kadar önce bende çok güzel anılar bırakan bir yılbaşı tatilini geçirdiğim Antakya için yazdığım bu satırları hem yitip giden güzellikler için bir anma olarak, hem de iflah olmaz iyimserliğimin bir kanıtı olarak okuyun lütfen.

Antakya'yı son kez ziyaret ettiğimde elbette bugün olacakları yani tüm bu güzelliğin yitip gideceğini bilemezdim. O zaman çok mutlu olmuş ve bunun tadını çıkarmıştım. Ama gelin tersini düşünelim ve bir soru soralım: Bu güzelliğin geçici olduğunu biliyor olsaydım, aynı duyguları yaşar mıydım? Bu soru hayli tuhaf gelebilir size. Ama insan ruhsallığının düşler, düşlemler, sakar eylemler, dil sürçmeleri gibi tuhaf yönlerinden yola çıkarak bir bilim yaratmış olan Sigmund Freud, 1915'de kaleme aldığı Geçicilik (Vergänglichkeit) başlıklı metninde tam da bu konuya değinir.[1] Ancak Freud'un kaleminde çıkmış olan bu kısa ama çok önemli yazıya gönderme yapmamın bir nedeni daha var. O da metnin bir şair ve bir suskun tanığın eşliğinde ve onlarla karşılıklı konuşma biçiminde kaleme alınmış bir "yaratıcı yazı" olması. Yıkımların, yitiklerin ağır bastığı bir gündemde yaratıcılığa başvurmak gerekiyor çünkü!

Sigmund Freud'un bilimsel yaratıcılığını biliyoruz. Psikanalist Edmundo Gómez-Mango'ya göre Freud'un araştırmacı ve bilim insanı oluşuna, yazar ve şair yanının baskın çıktığı bir yazıdır Geçicilik. "Yas üzerine yaptığı çok özgün katkıyı ortaya koymasının ötesinde bizzat Alman dilinin ve sözcüklerin yazıdaki geçiciliğinin gerçek bir kutlamasını yapıyor. Bu anlamda Freud'un Geçicilik metnini gerçek muhatabına, yani Goethe'ye yapılmış bir özel anma olarak kabul edebiliriz." diyen Gómez-Mango çok haklı. Çünkü "Geçicilik" başlığı Goethe'nin ünlü yapıtı Faust'ta yer alan "Geçici olanlar yalnızca simgedir." dizesine yapılmış bir göndermedir.

Kasım 1915'te yazılan bu metin, 1916'da Goethe'nin Vatanı (Das Land Goethes) adını taşıyan ve aralarında yazarlar Hugo von Hofmannsthal ve Arthur Schnitzler, bilim insanları Ernst Haekel ve Albert Einstein, müzisyen Richard Strauss, ressam Max Libermann'ın da aralarında bulunduğu iki yüz kırk yedi kişinin yazılarının yer aldığı bir derlemede yayımlanır. Berlin Goethe Derneğinin yayımladığı bu kitap savaş ve barış sorunsalını tartışmaya açmayı amaçlamaktaydı. Freud Geçicilik metnini savaş başladıktan sonra kaleme almış ve savaşın büyük yıkıcılığının insan ruhsallığındaki olası yankılarını sorgulamıştır.[2]

Sigmund Freud şöyle başlar bu kısa ama çok yoğun Geçicilik başlıklı yazısına:

"Bundan kısa bir süre önce hayli suskun bir arkadaşımla ve şimdiden ünlü olan genç bir şairle birlikte yaz çiçekleriyle bezenmiş bir kırlık alanda yürüyüş yapıyorduk. Şair çevresindeki doğanın güzelliğine hayran kalıyor ama bundan mutlu olamıyordu. Tüm bu güzelliğin yok olmaya mahkûm olması, yani kış gelince yok olacak olmaları düşüncesi onu rahatsız ediyordu, tıpkı insandaki güzellik için olduğu gibi ve insanların güzel ve soylu olarak yarattıkları ve yaratabilecekleri her şey için de bunun geçerli olması gibi. Bir başka durumda sevebileceği ve hayran olabileceği bütün bunlar, onlara biçilen yazgılarından yani geçici niteliklerinden dolayı ona değersiz gözüküyordu."

Psikanaliz tarihçilerine göre Freud'a eşlik eden iki kişiden biri şair Rainer Maria Rilke diğeri ise yazar ve psikanalist Lou Andreas-Salomé'dir. Sigmund Freud yazısını Alman lirik şiirinin en önemli temsilcilerinden olan genç şairle düşlemsel bir söyleşi olarak kurgulamıştır. Freud önce Rilke'nin tüm güzel ve mükemmel şeylerin kırılgan olduğunu düşünmesinin nedenini sorgular. Ona göre bunun iki ruhsal kökeni olabilir ki bunlardan ilki dünyaya karşı duyulan umutsuzluktur. Öteki ise bunun bir gerçeklik olarak onaylanmasına karşı başkaldırıdır. Oysa Freud aynı düşüncede değildir: "Hayır! Doğada ve sanatta, duyum dünyamızda ve dış dünyada var olan bu görkemin kendini hiçliğe bırakması olası değildir." der ve dahası buna inanmanın çok saçma olduğunu ve hatta bir hakaret bile sayılabileceğini öne sürer. Psikanalizin kurucusunun Rilke'nin umutsuz ve karamsar tutumuna öfkelendiği muhakkaktır. Güzelliğin süreceğini düşünmenin "yalnızca boş bir umut veya kökensiz bir iyimserlik" olmadığını ve bunun bir gereklilik olduğunu belirterek: "…tüm bu güzellikler, yıkıcı etkilere karşın şöyle ya da böyle sürüp gitmeliler." diye de ekler.

Savaş yılları elbette Freud'u hem bir araştırmacı hem de bir yaratıcı yazar olarak etkileyecektir. Gómez-Mango'ya göre Sigmund Freud şairle yaptığı bu kurgusal söyleşide onun "sevilen şeyleri korumaya yönelik inatçı arzusuna" yani bu "lirik hareketine", "gerçekliğin değeri" ile yanıt vermektedir. Doğanın ve insanlığın yapıtlarının geçiciliğini kabul etmekte ama "geçiciliğin güzeli değersiz kılacağı" düşüncesini şiddetle reddetmektedir. "Düşünelim ki gelecekte bir gün bugün hayran olduğumuz tüm tablolar, heykeller yok oluyor, ya da bizden sonra öyle bir insan ırkı geliyor ki bizim şairlerimizin, düşünürlerimizin yapıtlarını hiç anlamıyor, ya da öyle bir jeolojik dönem geliyor ki dünyadaki her şey yok oluyor. Ancak tüm bu güzel ve mükemmel şeylerin değeri yalnızca bizim hissettiğimiz yaşama göre anlamlandırılabilir ve bizim yaşamımızın ötesine uzamaları gerekmez ve o nedenle salt zamansal süreden bağımsızdırlar." diyen Freud tüm güzellikler yok olsalar veya artık değersiz bulunsalar bile bizim bunları bugün güzel ve değerli bulmamız yeterlidir vurgusunu yapmaktadır.

Dış gerçekliğin güzelliği geçici olabilir ama onun ruhsallığımızda bıraktığı izler her zaman kalıcıdır.

Sigmund Freud güzelliğin sonsuz olduğu düşüncesine neden sıkı sıkıya tutunduğumuzu da sorgulamaktan alıkoyamaz kendini. Bunun yanıtını da psikanalitik kurama başvurarak bulacaktır: "… sonsuzluk gereksinimimiz açıkça yaşamımızın arzu düzlemiyle ilgilidir, çünkü o ancak böylece gerçeklik düzleminde herhangi bir değere sahip olduğunu iddia edebilir." Yani Freud'a göre arzu dünyamız ancak sonsuzluk söz konusu ise gerçeklik değeri kazanabilir. Diğer bir deyişle arzu dünyamızın gerçeklik değeri kazanabilmesi güzelliğin sürekliliğini varsaymayı gerektirir. Neden mi? Çünkü arzular ancak gerçekleştiğinde, yani doyuma ulaştığında gerçeklik değeri kazanır da ondan! Bu çok önemli bir saptamadır, çünkü insanın neden kimi kez tuhaf, kimi kez aykırı hatta kimi kez tehlikeli olacak bir biçimde arzularının doyumunu gerçekleştirme peşinde koştuğunu böylece anlamış oluruz.

Arzu dünyamız ancak güzelliğin sonsuzluğu düşüncesiyle gerçeklik değeri kazanabilir.  

Öte yandan Freud'a göre bazı güzelliklerin geçiciliği (örneğin çiçeklerin kışın solması) onların değerini arttırabilir. Ender olan şeylerin değerinin çok olması zaman ölçütü için de geçerlidir, çünkü onlardan sağlanacak doyum böylece sınırlandırılmış olmaktadır. Elbette bu önermelere doğanın güzelliğinin sonsuza kadar yinelenecek olması niteliğini de eklemek gerekir: "Doğanın güzelliğine gelince, kış tarafından yok edildikten sonra, bir sonraki yıl geri gelecektir ve yaşam süremiz göz önüne alınırsa bunu sonsuz olarak nitelemek doğrudur. O nedenle bir çiçek bir geceliğine bile açsa, onun çiçeklenmesi bize daha az görkemli gözükmeyecektir." diyen Sigmund Freud tüm bu savlarına karşın, kır gezintisinde ona eşlik eden iki dostunu ikna edemediğinin farkındadır. Hemen bunun nedenini sorgulamaya koyulur:

"Çürütülemez bulduğum görüşlerimin ne şair ne de diğer dostum üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını gördüm. Onların yargılamalarını etkileyen bir duygusal unsurun bunda rol oynayabileceğini düşündüm ki sanırım bunun ne olduğunu daha sonra buldum. Bu olsa olsa güzelliğin verdiği doyumu değersizleştirecek bir yas duygusuna karşı çıkış olabilirdi. Bu güzelliğin geçici olması düşüncesi bu iki duyarlı ruhun onun yitip gitmesinin yaratacağı yası önceden yaşamalarına neden olmuştu. Ruhsallık içgüdüsel olarak acı veren her şeyden uzak durmaya çalıştığından, güzelliğin geçiciliğinin ondan aldıkları doyumu ziyan ettiğini hissetmişlerdi."

Evet Rilke ve Andreas-Salomé ileride onun yasını tutmamak için geçici güzellikten doyum almak istememişlerdi. O zaman çok daha temel bir soru soralım: Sahi, yas nedir? Psikanalizin kurucusuna göre: "Yas, sevilen bir kişinin veya onun yerine konan vatan, özgürlük, ülkü gibi bir soyutlamanın yitirilmesine gösterilen tepkidir." Burada Freud'un yasın temeline sevilen bir kişinin yitirilmesini yerleştirdiğini ancak onun yerine kimi zaman vatan, özgürlük, ülkü gibi soyutlamaların da geçebildiğini belirtmesine dikkatinizi çekmek isterim. Bu hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü Freud için insanı yapan insandır. Çünkü Freud tüm yapıtı boyunca göstermiştir ki özne nesnesiz[3] var olamaz. Söz konusu olan yas uğraşı ise ötekinin varlığı elbette yaşamsaldır.  

Yas uğraşındaki bireyin dayanağı hemen daima öteki bireydir.

Sigmund Freud Geçicilik metninin daha sonraki bölümünde aynı dönemde kaleme aldığı ama iki yıl sonra yayımlanan Yas ve Melankoli başlıklı yazısında geliştirdiği görüşlere[4] gönderme yapar ve şöyle der:

"Belli bir sevme yetimiz olduğunu düşünüyoruz, buna libido adını veriyoruz ki bu gelişimin ilk evrelerinde benliğin kendisine yöneliktir. Daha sonra, açıkçası çok erken bir dönemde, benlikten uzaklaşarak nesnelere yönelir ve bir anlamda onları benliğin içine alır. Bu nesneler yok olduklarında ya da bizim için yitip gittiklerinde bizim sevme yetimiz (libido) yeniden özgürleşir. Başka ikame nesnelere yönelebilir veya geçici olarak benliğe geri döner."

Öyleyse yas süreci yitirilen nesneye olan yatırımla ve yas uğraşı da bu yatırımın geleceğiyle ilgilidir. Nesneye bağlı olan yatırımın geri çekilmek zorunda olması elbette bir boşluk yaratacaktır. Yitip giden nesneye bağlı libido bazen başka nesnelere (bir önceki yazımda ‘insan insana iyi gelir' derken işte bunu kastetmiştim) [5] bazen de yaslı kişilerin içlerine kapanması durumunda görüldüğü gibi benliğe yatırılır.

Freud'un bu satırları kaleme aldığı dönemde Birinci Dünya Savaşı'nın tüm dehşetiyle sürdüğünü de unutmamak gerekir. Savaşın "…doğanın tüm güzelliğini ve sanatsal yapıtları yok ettiğini ama özellikle uygarlığımızın kazançlarını, tüm düşünür ve sanatçılara olan saygımızı, halklar ve ırklar arasındaki farklılıkları aştığımız umudunu ortadan kaldırdığı"nı belirten Sigmund Freud savaşın bizi sevdiğimiz çokça şeyden yoksun bıraktığını eklerken "sabit olduğunu kabul ettiğimiz hayli şeyin kırılganlığını gösterdiğini" de vurgular. Sonra yazısının başındaki tartışmaya geri dönerek dış dünyamızdaki nesnelere olan yatırımımızın azalmasının onların kırılganlığından dolayı yani çarçabuk yok oluvermelerinden dolayı mı olduğunu sorgulayan Freud: "… şimdi yitirdiğimiz değerler, gözümüzde bu denli değersizleştirildiler çünkü onlar bu denli kırılgan ve dirençten yoksun gibi mi göründüler?" diye de sorar. Birçok kişinin bunu düşünebileceğini ama haksız olacaklarını çünkü "…biliyoruz ki, yas ne denli acı verici olursa olsun, kendiliğinden son bulabilir. Zaten yitirilen her şeyden vazgeçildiğinde, kendine dönülür, libidomuz bir kez daha özgür kalır ve hedef olarak -eğer hâlâ genç ve yaşam enerjisi ile doluysak- yitirilen nesneleri yenileriyle ve eğer olası ise aynı hatta daha değerli olanlarıyla değiştirmeyi seçer." der. Görüldüğü gibi Freud yas sürecinin nasıl sonlanacağını açıklamakta ve libidomuzu yeni nesnelere yatıracağımız söylemektedir.

Sigmund Freud Geçicilik metnini şu umut dolu satırlarla bitirir:

"Ancak yas tutabildiğimizde kültürel değerlere verdiğimiz değerin, onların kırılganlığından etkilenmediğini görebiliriz. Savaşın yıktıklarını yeniden yapacağız, belki daha sağlam temellerle ve eskisine göre daha dayanıklı olarak."

Bugün bizler de Freud'un sözünü ettiğine benzer bir büyük yıkım yaşıyoruz. Bu bir savaş değil ama o denli yok edici bir başka yıkım: deprem. Binlerce insanımızı yitirdik, bir o kadar yaralı ve çok büyük bir ekonomik, sosyolojik ve kültürel yıkım var. Ama biliyoruz ki deprem bu topraklarda sıklıkla ortaya çıkıyor ve her seferinde yıkılanları yeniden yapmayı başarıyoruz. Örneğin yazımın başında andığım Antakya'daki bu tarihi yapıların çoğu daha önceki büyük depremlerden (elbette savaş, sel gibi diğer yıkımlardan da) büyük zarar gördüler veya tümüyle yıkıldılar. Ancak zaman içinde onarıldılar, yeniden yapıldılar. Şimdi geçmişe göre çok daha fazla teknik bilgi birikimimiz ve becerimiz var ve bu kez olası depremlerden yıkılmayacak yapılar yapmayı başarabiliriz. Yani bizler de yüz yıl önce Sigmund Freud'un olduğu gibi iyimser olabilir ve umudumuzu canlı tutabiliriz.

Hayır, "boş bir umut veya kökensiz bir iyimserlik" değil bu! Zaten Sigmund Freud'un yaşamı boyunca karşılaştığı güçlükleri ve dahası sürgünde öldüğünü bildiğimize göre onun iyimserliğinin kökenlerinin yaşadıkları olmadığını olsa olsa gerçekleştirdiklerine ve yarattıklarına dayandığını düşünebiliriz. Bir bilim insanının iyimserliği vardır onda. Sahi, iyimserlik bir de çocuklarda vardır. Erişkinlerin deneyim olarak adlandırdıkları karamsarlıkları onları henüz tümüyle etkilememişken umutlu iyimserliklerini bir süre korurlar.

Yıllar önce o zaman 4-5 yaşlarında olan kızımı odasında hararetli bir çaba içinde görmüş ve ne yaptığını sormuştum. O da umut dolu gözlerle "bebeğimi buluyorum baba" demişti. Küçük kızım, çocuksu bir öngörüyle iyimserliğin tanımını yapmıştı.

Evet, iyimserlik aranmaz bulunur!

TIKLAYIN | Deprem yıkımı üzerine psikanalitik düşünceler-1: Temel çaresizlikten bağlarla onarıma


Kaynakça

Sigmund Freud (1916), Passagèreté, içinde OC, XVII, Fr. çev. J. Laplanche vd., PUF, Paris, 1992.

Sigmund Freud (1917), Deuil et Mélancolie, içinde OC, XIII, Fr. çev. J. Laplanche vd., PUF, Paris, 1988.

Edmondo Gómez-Mango, J.-B. Pontalis, Freud avec les Ecrivains, Gallimard, Paris, 2012.

Talat Parman, Ergen Psikanalizi Var mıdır? içinde Psikanaliz Defterleri 1: Çocuk ve Ergenle Çalışmak, YKY, İstanbul, 2018.


[1] Sigmund Freud'un Geçicilik metni üzerine bir başka yorumum için bkz. Talat Parman, Ergen Psikanalizi Var mıdır? içinde Psikanaliz Defterleri 1: Çocuk ve Ergenle Çalışmak, YKY, İstanbul, 2018.

[2] Sigmund Freud 1914'de başlayan ve oğullarının da asker olarak bizzat katıldıkları birinci dünya savaşının ilk yıllarında Geçicilik metninin yanı sıra Yas ve Melankoli ve Ölüm ve Savaş Üzerine Güncel Katkılar başlıklı diğer yazılarında da kendini birdenbire yıkımlar, yitikler karşısında buluveren insanın ruhsallığının bu örselenmeler karşındaki tepkisini ele almıştır.

[3] Psikanaliz bireyi özne olarak tanımlar ve öznenin ilişkide bulunduğu ötekine de dilbilimsel kurallara uygun olarak nesne adını verir.

[4] Sigmund Freud, 1915'de yazdığı ancak 1917'de yayımladığı, psikanalitik kuramın temel metinlerinden biri sayılan Yas ve Melankoli'de melankoli ve patolojik yas gibi klinik olguları ele alırken aynı zamanda doğal yas süreci hakkında da çok önemli görüşler ortaya koyar. Freud yasta dünyanın boş ve fakir göründüğünü oysa melankolide bunun benliğin kendisi için söz konusu olduğunu ve ‘nesnenin gölgesinin öznenin üzerine düştüğünü' söyler.

[5] Bkz. T24'de 14 Mart Tarihinde yayımlanan "Temel Çaresizlikten Bağlarla Onarıma" başlıklı yazım.

Talat Parman kimdir?

Psikiyatri doçenti ve formatör psikanalisttir.

İzmit Yeni Turan İlkokulunda ilk öğretimini ve İstanbul Saint Joseph Lisesinde orta öğretimini gördü.

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'nde tıp eğitimi ve Paris René Descartes Üniversitesi'nde psikiyatri uzmanlık eğitimi aldı.

Yirmi yıl boyunca İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü Adolesans Bilim Dalında çocuklar, ergenler ve aileleriyle çalıştı.

Ocak 2000'den beri Paris Psikanaliz Kurumu ve Uluslararası Psikanaliz Birliği üyesi.

2001'de Türkiye'nin ilk psikanaliz derneği olan İstanbul Psikanaliz Derneğinin kurucu başkanı oldu.

Ergenlik dönemine eğilen ve psikanalizin genel konularını ele alan kitapları ve J. B. Pontalis'ten yaptığı kitap çevirileri vardır.

Psikanaliz Yazıları dizisini kurdu ve yirmi yıl boyunca yayın yönetmenliğini yaptı.

Yapı Kredi Yayınlarında yayımlanan Psikanaliz Defterleri dizisi yayın kurulu üyesidir. Halen tüm telif ve çeviri kitapları Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmaktadır.