Bir süredir yazılarımı ihmal ettim. Aslında ihmal değil, bir yandan son zamanlarda yoğunlaşan ameliyatlar ve sonrasında akşam eve geldiğimde tükenmiş olmam, bir yandan da kalan son enerji kırıntılarımı yakında çıkacak kitabımın düzeltmelerine, son okumalarına vermem. Bütün bu hengamenin arasında yine de gece yattığımda yarın bir yazı yazayım diye karar verip kafamda yazıyı oluşturmaya başlıyorum ve tabii az sonra da uykuya dalıyorum. Saat 06.00'da yine ayaktayım. Asistanlık günlerim gibi, bizim cephede bir şey değişmiyor. Yaş alıyorsunuz, hoca oluyorsunuz, kıdeminiz artıyor, işler azalacağına çoğalıyor. Tabii bu arada kafamdaki yazı da beyin kıvrımlarım arasında kaybolmuş, ara ki bulasın.
Amma velakin tatil zamanı geldi, kitap da salı günü matbaaya teslim ediliyor, yazılarıma dönebilirim. Sabah kalktığımda yaptığım ilk iş, kendime bir on-on beş dakika ayırıp T24'te dönen haber başlıklarını taramak, köşe yazılarından bir ikisini okumak. Cumartesi sabahı 06.00'da değil de 08.00'de kalkmanın eklemlerime yayılan rehavetiyle kuruldum koltuğuma, haberlere bakıyorum. İlk dikkatimi çeken haber başlığı: "YÖK Başkanı Saraç: Üniversiteler, Milletin Kızlarını Emanet Ettiği Kurumlardır." Kendi de bir akademisyen olan bendenize üniversitenin nasıl bir kurum olduğunu anlatan yüz tane cümle kur deseniz aklıma bir tane bile böyle cümle gelmez. Habere tıkladım tabii. Kadına şiddetin sebeplerinin belirlenmesi ile ilgili bir Meclis Araştırma Komisyonu'na sunum yapmış meğerse Sayın YÖK Başkanı, söz o bağlamda söylenmiş (ilginç hâlâ Meclis Araştırma Komisyonları var demek ki). Şöyle demiş: "Üniversitelerimizde 'kadına taciz durumu fiili' nedeniyle 7 yılda 60 öğretim elemanı üniversiteden ihraç edilmiş. Üniversiteler milletin kızlarını emanet ettiği, hocalarına annelik, babalık yap, rehberlik yap diye emanet ettiği kurumlar. Burada öğrencilerimize herhangi bir şekilde yan gözle bakılmasına bile tahammül edemeyiz."
Sayın Saraç kendince iyi niyetle söylemiş bu lafları, ama benim kafama hiç yatmadı. Dünyaya farklı pencerelerden bakıyoruz YÖK Başkanı'yla. Bir defa, üniversite hocası neden annelik, babalık yapsın öğrenciye? Tam tersine bir kurum üniversite. Çekirdek ailenin koruyucu, kollayıcı ortamından çıkıp hayatı tanımaya başlayacağınız, her şeyi olduğu gibi, bugüne kadar size öğretilenleri de sorgulayacağınız, tartışacağınız bir kurum. Okuduklarınızdan, genel geçer doğrulardan kuşku duymayı, araştırıp sağlamasını yapmayı ya da doğrusunu bulmayı, bunun yöntemini öğreneceğiniz bir kurum üniversite. Acaba üniversite öğrencisi kızlara, kadınlara kim yan gözle bakacak? Kastedilen hocalar mı? Mesela erkek arkadaşlarıyla flört etmeleri de bu çerçevede mi değerlendirilecek? Üniversite öğretim üyeleri için öğrenci vardır. Öğrencinin kadın, erkek, eşcinsel olması fark etmez. Kişisel kanaatim kişi kendisinden üstte olan birinin -hoca olabilir, amir olabilir, patron olabilir, kolluk ya da güvenlik görevlisi olabilir- tacizinden kurumsal tedbirlerle yeterince korunamaz. Önemli olan, doğru olan, kişinin kendisine yapılan bir taciz olursa bunun hesabını soracak şekilde yetişmesidir, taciz nerden gelirse gelsin. Bu bilincin en iyi gelişeceği, yerleşeceği yerler de üniversitelerdir.
Buradan aynı bantta dönen ikinci T24 haberine geçiyoruz: "İstanbul Emniyeti'nden kadına darp olayıyla ilgili açıklama: Her iki taraf hakkında adli işlem yapılmıştır." Haberde yer alan İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün açıklamasını okuyup, sonra da haberdeki videoyu da izlediğinizde, Emniyet Müdürlüğü'nün açıklamasında gerçeklerin çarpıtıldığı, kendisine zor kullanan bir polise direnen genç bir kadının polisler tarafından sille tokat dövüldüğü görülüyor. Buna dair İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün açıklaması biraz uzun, ama affınıza sığınarak buraya alıyorum tamamını:
"20 Aralık 2020 tarihinde saat 00.45 sıralarında gürültü konusunda gelen ihbar kapsamında haber merkezi anonsu ile görevlilerimizce olay yeri olan Esenyurt ilçesi Yeşilkent Mahallesi Nazım Hikmet Bulvarı üzerindeki adrese geçilmiş, olay yerinde G.Y. isimli şahsın sokağa çıkma yasağı saatinde dışarıda olduğu ve bağırarak çevreyi rahatsız ettiği anlaşılmış, kadın şahıs görevlilerimizce uyarılmış ise de uyarılara riayet etmemiş, mukavemet göstererek elindeki çanta ile görevlilere saldırarak yüzüne vurması akabinde görevlilerimizce zor kullanmak suretiyle yakalanmıştır. Her iki tarafın alınan doktor raporlarında 'Basit Tıbbi Müdahale ile Giderilebilir' yaraların olduğu belirtilmiş, kadın şahsın 0,61 promil alkollü olduğu tespit edilmiştir. Olay ile ilgili olarak her iki taraf hakkında adli işlem yapılmıştır. Görevli personel hakkında adli kovuşturma devam etmektedir."
İzlediğimiz videoda, açıklamada bahsedildiği gibi bir durum yok. Yolda yürüyen şort giymiş bir genç kadın var. Genç kadın bağırıp çağırmıyor, sakince evine gidiyor. Polis arabası birden önünü kesiyor. Polis camı açıp bir şeyler söylüyor, sonra iki polis arabadan çıkıp kadına girişiyor. Kadın dayağa direnmeye çalışıyor. O arada görüyoruz ki maskesini de takmış genç kadın. Bayağı bir darp ediyorlar, çıkıp uzun süre üstüne oturuyor bir tanesi, sonradan başka polisler de geliyor ve kadının dövülmesini izliyorlar. Uzunca süren dayak faslından sonra ite kaka ters kelepçeyle arabaya tıkıyorlar. Emniyetin açıklaması tam bir özrü kabahatinden büyük durumuna örnek. Kadında basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir yaralar varmış ve 0.61 promil alkollüymüş kadın. Öncelikle bir cerrah olarak belirteyim ki, basit tıbbi müdahaleyle giderilecek yaralanma küçümsenecek bir yaralanma değildir. Sonra sokakta yürüyen vatandaşın kaç promil alkollü olduğu emniyeti neden ilgilendiriyor ve bunu ne hakla açıklamasında belirtiyor? Üstelik araba kullanmak için bile yasal alkol sınırı 0.50 promildir, yani öyle yüksek miktarda alkol alması da söz konusu değil. Korumak kollamakla yükümlü oldukları vatandaşla ilgili yalan söylemek, algı yaratmaya çalışmak İstanbul Emniyeti'ne yakışıyor mu? Bana sorarsanız vatandaşa şiddet uygulayan polis kadar bu metni kaleme alan mülki amir de soruşturulmalı. Vatandaşa şiddeti, gerçekleri saptırarak meşrulaştırma, vatandaş aleyhinde algı oluşturma söz konusu çünkü. Vatandaşı döven polisin davranışı için bireysel denebilir ama, Emniyet'in açıklaması kabul edilemez.
İki haberi alt alta koyduğumuzda üniversitelerimizin kızlarımızı emanet ettiğimiz kurumlar olduğu, sokaklardaysa kızlarımızın kendilerini koruması gerekenler tarafından sille tokat dövülebildiği ve bu durumun da kılıfına uydurulup meşru gösterilebileceği gibi, tuhaf bir durum ortaya çıkıyor.
Bir haber daha vardı ama artık yerim kalmadı detayına girmeye. Kayyım rektör, Boğaziçi Üniversitesi'ne bu hafta sonu 'tüm mensupların' yani benim anladığım, öğrenci, öğretim üyesi, ve çalışanların girişini yasaklamış. Gerekçe de birdenbire Kayım Bey'in aklına gelen Covid-19 salgını. Millet boşuna Sedat Peker videoları seyretmiyor!!!