20 Eylül 2022

Bir deney tüpünün içinden dünyaya bakmak...

Ülkenin tarihini de, halini de, geleceğini de kendi dar mezhepsel anlayışlarına göre dizayn etme çabasındalar. Üstelik bu yeni bir akım da değil ta Muaviyeden beri süregiden bir tutum. Cumhuriyetin 100. yılına, Tanzimat Fermanının 184. yılına dayanmış bir ülkede, insanlığın uyduları komşu gezegenlerin üzerinde dolaşır, Webb teleskobu evrenin 13,8 milyar yıl önceki ışığını yakalarken, bizim iktidar tayfası İtalyan mizah yazarı Pitigrilli'nin dediği gibi bir deney tüpünün içindeki bakteriler gibi dünyayı o tüpten ibaret sanıyorlar

Türkiye de çaktırmadan faşist bir atmosfer yaratıldığının farkında mısınız diyecektim iç sesim devreye girdi, "Ne çaktırmaması yahu, bayağı göstere göstere yapıyorlar hepsini". Bazen iktidarın anlı şanlı adamları ortaya çıkıp "Kimin hayatına karışıyor muşuz, Türkiye'de herkes istediği gibi yaşıyor" falan diyor. Diyorlar da söylediklerine kendileri de inanmıyor.

Ben ve benim gibi birçok insan ülkenin bir kırılma noktasına doğru sürüklendiğini görüyor. Sesimizi yükseltmeye, olup bitenin farkında olmayan ya da başa gelmedikçe umursamayan insanlara durumun vahametini anlatmaya çalışıyoruz ama işe yaramıyor.

Ülkenin en seçkin üniversitelerinden birini soğan doğrar gibi doğruyorlar. Akademisyenlerinin yüzde doksan beşi bu adamın üniversitemizde rektörlük yapmasını istemiyoruz dedikleri halde, o adamı rektör olarak atadı cumhurbaşkanı. O adam da tüm endişeleri haklı çıkartırcasına yıllardır ders veren hocaların üniversiteyle ilişiğini kesti, öğrencilere yapılan polis zulmüne çanak tuttu ve en vahimi üniversite geleneklerini hiçe sayarak üniversitede kendi kafasına göre yeni fakülteler bölümler açtırdı. Önemli icraatları arasında üniversitedeki LGBTİ+ klübünü kapatmak, LGBTİ+ temalı filmlerin sinema klübünde gösterilmesini yasaklamak, direnen sinema klübü yönetimini görevden almak sayılabilir. 5 Ocak 2021 den beri her hafta öğretim üyeleri cübbelerini giyerek rektöre sırtını dönüp protesto ediyor. Ülkenin geleceğini ve evet aynen böyle söylenebilir bekasını tehdit eden bir durum. Ülkenin en iyi üniversitesini göz göre göre geleneklerinden koparıp, içini boşaltmak, gecekondu fakülteler eklemek başka nasıl ifade edilir.

Desen: Selçuk Demirel

Ülkede nicedir festivaller yasaklanıyor. Adını sanını duymadığınız bir dernek çıkıyor yapılması planlanan festivalle ilgili valiliğe şikayette bulunuyor ve valilikler de derhal toplum için "çok zararlı festivali" yasaklayıveriyor. İnsanların bir araya gelmesinden, eğlenmesinden, kadınlarla erkeklerin yan yana olmasından rahatsız oluyorlar. İstiyorlar ki herkes kendi İslam anlayışlarının içine sığsın. Sığmayanları, asla sığmayacakları, o kalıbın içine zorla hapsetmeye çalışıyorlar. Bunu bazen olanca hoyratlıklarıyla, bazense makyajlayarak yapıyorlar. Hukuk çoktandır adalet arayanlar için bir mecra olmaktan çıkmış, beğenmediklerini, sevmediklerini, kendileri gibi olmayanı dövmek için kullanılan bir sopaya dönüşmüş durumda. Korku iklimini daim kılmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Hayat tarzımıza, yaşamak istediğimiz hayata açık ve ciddi bir saldırı var. Giyiminden, tavırlarından hoşlanmadıkları bir kadın sanatçıyı sahnede yaptığı bir şakadan ötürü yatarı olmayan cezadan tutuklamakta beis görmüyorlar. Osman Kavala, Gezi davasından mahkûm edilen insan hakları aktivistleri, Selahattin Demirtaş gibi politikacılar topluma gözdağı vermek için zindanda tutuluyor. Sandık sandık diye kutsallaştırdıkları ve kendi meşruiyetlerini buldukları oylar başkasına gittiğinde, sandıktan çıkanı değiştirmek bir parmak şıklatmasına bakıyor. Güneydoğuda neredeyse bir tane seçilmiş belediye başkanı kalmadı.

Kayyum atamaya güçleri yetmediğinde de türlü şekilde saldırıyorlar. Ülkenin en büyük kentlerinden birinin belediye başkanı çıkıyor, Mustafa Kemal'den alıntı yapıyor. Vay sen ecdadımıza nasıl hain dersin. İnsan rahmetli Can Yücel'in g*t dediği için kendisini soruşturan hakime verdiği yanıtı hatırlıyor. Bizde haine hain denir. Ülkenin payitahtına çökmüş işgal kuvveti mağlubiyeti kabul edip giderken ona sığınıp kaçmış padişaha mülteci mi diyelim? Osmanlı Hanedanı'nın son on padişahını say desen üç tanesinin ismini zor söyleyecek tipler Osmanlı güzellemesi yapıp duruyorlar. Osmanlı'dan anladıkları Fatih Sultan Mehmet diyeceğim, onu da zerre kadar anlamadıklarına eminim. Fatih'i anlamak için önce Ayasofya Medresesine Semerkand'dan müderris olarak getirdiği çağının en büyük matematik ve astronomi alimlerinden Ali Kuşçu'yu bilmek lazım. Fütühatlarıyla değil de Fatih Camisinin etrafında kurduğu Sahn-ı Seman medreseleriyle iki satır ilgilenmek lazım. Bu medreselerde nakli ilimlerle birlikte okutulan akli ilimlerin neler olduğu, müfredatının nasıl ve kimler tarafından hazırlandığı meselelerine kafa yormak varken, sen Osmanlı'ya nasıl hakaret edersin mugâlatası. Sanki Osmanlı dediğin tek bir insan. Bütün söylemleri cahiliyeye kucak açar cinsten. Bağır çağır, ver veriştir, gerisini merak etme sen.

Son marifetleri LGBTİ+ karşıtı yürüyüş düzenlemek oldu. Yesevi Alperenler Ocağı Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği'ne bağlı Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu'nun önderliğinde düzenlenmiş bu yürüyüş. Valilik de herhalde vatandaşlar arasında ayrım ve nefrete yol açacak, bir kısım yurttaşımızla ilgili kin ve hakaret içeren bu yürüyüşü yasaklamayı aklından geçirmemiş. RTÜK muhalif sesleri susturmak için bol keseden ceza verip yayın durdururken bu yürüyüşü kamu spotu yaparak desteklemiş. Sanırsın meme kanserine karşı farkındalık yürüyüşü yapılıyor. Bu Alperen ekibinin kendi web sitelerinde yazılanlara bakılırsa LGBTİ+'yı bir örgüt zannediyorlar. "Dolayısıyla sapkın LGBTİ+ örgütünün tüm faaliyetlerinin yasaklanması ve ceza kapsamına alınması için imza kampanyası başlatmış bulunmaktayız." diyorlar mesela. "Sapkınlığa" dur de diyorlar ama kendi mahallelerinden çıkan sayıları da epey bir kalabalık çocuk tecavüzcüleri pek ilgi alanlarına girmiyor arkadaşların. Kuran kurslarında, tarikatlarda olup biten, mahkemelere yansımış, mahkûmiyetle sonuçlanmış sapkınlıklar konu dışı. Sapkınlık dedikleri insan hakları arasında sayılan, kişinin cinsel yönelimi. Varsa yoksa eşcinsel bireylere karşı nefret söylemi.

Ekşi sözlük yazarı bu yürüyüşle ilgili durumu gayet iyi özetleyivermiş bir cümlede; "Tipik Orta Doğu ülkesinde sıradan bir olaydır denebilir bence. Kimin kimle seviştiğine bakıp buna 'emperyalist kuşatma' diyebilecek tek akıl Orta Doğulularda var çünkü" (biraz değiştirdim cümleyi, sözlük yazarı reddiejive kusura bakmasın). Dernek başkanı Kürşad Mican "Adaletin, kardeşliğin, merhametin, dayanışmanın, yardımlaşmanın, huzurun, samimiyetin abidevi mümessili Osmanlı'nın varisleri olarak" diye bir cümle kurmuş. İki satır Reşat Ekrem Koçu okumuşluğu var mı acaba kendisinin, dernek üyelerinin? Misal Bağdat Fatihi Sultan IV. Murad'ın gözdesi Yusuf Han'ın hikâyesini bilseler herhalde Osmanlı ahvadıyız deyip de böyle bir yürüyüş düzenlemezlerdi. Koçu, Sultan'ın mahbubuna (erkek sevgili) Boğaz'da Bebekle, İstinye arasında bir bahçe verdiğini anlatır. Halk arasındaki lakabı Emîr-i Kûn olan bu gözdeye ait bahçeden dolayı bölgenin ismi zamanla Emîrgûn'a ve bugünkü Emirgan'a dönüşmüş. Emîr-i Kûn ne anlama geliyor derseniz emir malum bey demek, Reşat Ekrem kibar davranıp Kûn için Farsça sözlüğe bakın diyor. Ben sizi zahmetten kurtarayım, Kûn sözcüğünün karşılığı Can Yücel'in yazısında kullandığı için soruşturulduğu sözcüktür.

Ülkenin tarihini de, halini de, geleceğini de kendi dar mezhepsel anlayışlarına göre dizayn etme çabasındalar. Üstelik bu yeni bir akım da değil ta Muaviyeden beri süregiden bir tutum. Cumhuriyetin 100. yılına, Tanzimat Fermanının 184. yılına dayanmış bir ülkede, insanlığın uyduları komşu gezegenlerin üzerinde dolaşır, Webb teleskobu evrenin 13,8 milyar yıl önceki ışığını yakalarken, bizim iktidar tayfası İtalyan mizah yazarı Pitigrilli'nin dediği gibi bir deney tüpünün içindeki bakteriler gibi dünyayı o tüpten ibaret sanıyorlar. Sansalar yine iyi, bizi de o tüpün içine tıkmaya uğraşıyorlar.

Ne diyeyim, biz onlar gibi kin ve nefretle dolu değiliz, bize beddua etmek yakışmaz, Reşat Ekrem Koçu'nun kitaplarında sık kullandığı bir cümleyle bitireyim bari: "Heman Cenabı Hak onların encamını hayreylesin.

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul’da Süleymaniye Doğumevi’nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan’la birlikte Van’da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü’nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği’nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix’te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü’nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi’nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış’ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100’den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021’de yayımlanan “Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları” adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika’dan Antarktika’ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland’da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, “Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet...” sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019’dan itibaren T24’te düzenli yazılar yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"