15 Haziran 2023

Schrödinger'in Köpeği

Keşke hangi zamanda yaşadığımı bilsem, uyandım mı, hâlâ rüyada mıyım?

İstanbul ne yana düşer abi?

Pazar sabahı, saat altı suları. Cumartesinin pisliği İstiklal Caddesinde, Avrupa'nın çöpünü, kirini taşıyan Tuna Nehri gibi akıyor. Köpeğim Dagu'yla yürüyüşteyiz. Hafta sonu bir saat daha uyusam iyiydi. Ama gördüğüm rüya içimi darladı, uyandım, sonra uyku tutmadı. Caddenin ortalarındayız, eski Beyoğlu Postahane'sinin az ilerisi.

Genç adama bakıyorum. Genç ama, değil de. Hani kesilen ağaçların gövdesindeki halkalardan yaşı tayin edilirmiş ya, ben de onun halkalarına bakıyorum. Durgun denize atılan taşın çıkardığı halkalar gibi, ardı ardına çoğalıyor. Birkaç yüzyıl yaşamış sanki. Kavruk, esmerce, gözleri bu dünyadan öteye bir yerlere bakıyor gibi. Kenarda yerde, buzdolabı kolisinin katlanmış bej renkli kartonu duruyor. Üstünde uyumuş herhalde.

Rüyanın etkisindeyim daha. Bozkırda, küçük bir Anadolu şehrinin nahiyesinde çiftçiymişim. Rüyada bile yadırgıyorum kendimi, şehirden hiç çıkmadım ki hayatım boyunca. Tarla sürüyorum. İki öküz koşulu sabana. Saban kaldı mı acaba? Pastoral bir manzara. Kelime bile yabancı düşüyor coğrafyaya. Köpeğim iyi değil hasta. Şerefsizin biri fare zehiri atmış sokağa, iki köpek ölmüş, benimki iyi değil yatıyor. Süt verdim biraz. Diğer iki köpeği gömdüm. Sonra cumaya gittim. Camide her zamanki ahali, bir ben yakışmıyorum ahşap tarihi camiye, hiç cumaya gitmişliğim yok. İmam gençten biri. Karşımda duranla aynı adam, tek yumurta ikizi sanki. Ama onun sağlıklı, zinde olanı, gözleri parlıyor, karşımdakininse üzerinden kaç hayat geçmiş belli değil.

Öylece duruyoruz, karşı karşıya. Ben, köpeğim Dagu'ya sarılıyorum sımsıkı, etrafa bakınıyorum, yiyecek zehirli bir şeyler olmasın diye. Sorduğu soru havada asılı kaldı. Yanıt beklemiyor sanki, ben de susuyorum. İstanbul ne yana düşer ki?

Cuma namazından sonra - rüyada tabii- imam ağır ağır minbere çıkıyor. Cami ahalisi sessiz, sanki yaşamıyorlar, öylece taşlaşmışlar kadim bir geçmişte. İmam genç ama sesi gür, bir mesel anlatmaya başlıyor. Halife Harun Reşid'in adı geçiyor. Ben köpeğimi düşünüyorum. Kahverengi keçenin üstüne yatırdım. Yastığımı koydum simsiyah kocaman kafasının altına. Acı çekiyor mudur acaba? İmam çabuk bitirse bari. Ama bitireceği yok. Cemaat anlatılan hikâyeyi büyülenmiş gibi dinliyor. Ben de kulak kabartıyorum. Biliyorum anlattığı hikâyeyi. Binbir gece masallarından birini anlatıyor. İmam minberde bir dönüşüm geçiriyor, şimdi sesi daha ince, Şehrazat olmuş imam efendi. Benden başka fark eden yok, öylece hikâyeye kaptırmışlar kendilerini. Zübeyde ve köpeğe dönüşen kızkardeşlerinin hikâyesi. Zübeyde kendisine ihanet eden ve sonra bir ecinni tarafından köpeğe dönüştürülen kız kardeşlerini önce dövüyor sonra boyunlarına sarılıp ağlıyor.

- İstanbul geride kaldı biraz diyorum. Eski olanı yani. Suyun öbür tarafında. Beride de yeni İstanbul var. Biz ikisinin tam ortasındayız.

- Eskisine mi gitsem daha iyi, yenisine mi abi? Hangisinde karnım doyar, üç gün var açım.

Ne o, ne ben, ne de Dagu kıpırdamadık yerimizden.

- Sokaktan bir şey yeme sakın diyorum. Fare zehiri koyuyorlar içine. Adama akıl öğreteceğime şuradan bir simit alsam ya. Ama aklım rüyada, gelemiyorum bir türlü yaşadığım ana. İmamla Şehrazat birbirlerine karışıp duruyor. Cemaat hikâyenin büyüsünde. Zübeyde'den kardeşi Emine'nin hikâyesine geçiyor imam. Ben evde keçenin üzerinde yatan köpeğimi düşünüyorum. Usulca kalkıyorum yerimden, kapıya seğirtiyorum. Hikâyenin kutsiyetini bozuyormuşum gibi gözler bana dönüyor. Sıkıntı basıyor ama yapacak bir şey yok, gitmem lazım bir an evvel. Caminin kapısına ter içinde ulaşıyorum ama kapı kapalı, açamıyorum bir türlü.

- Ben o zaman yeni İstanbul'a gideyim diyor. Kent eskilerinde çok dolaştım, her seferinde sıkıntı çektim, hep aç kaldım. Kim bilir belki yeni İstanbul bana güler yüzlü davranır, belki mümkün geleceğim, mümkün geçmişlerimden daha iyidir. Belki Zübeyde'ye rastlarım, kızkardeşleri denize atmıştı beni, boğulmuştum yıllar var.

"Bana caminin kapısını açar mısın?" diye soruyorum. "Köpeğim hasta da eve gitmem lazım." 

Dagu'ya bakıyor, çok şükür sapasağlam. Hangi zamana ait acaba bu genç adam? Belki de ben hâlâ rüya görüyorum. Rüyamda zamanlar arasında geçiş yapıyorum. Öyle olsa gerek. Ama ya değilse? Hiç olmazsa bir çatal alsam delikanlıya. Az ilerde camekanlı arabasıyla duran kahvaltıcıya gitsem ya da bir koşu; sandviçin içine güzelce zeytin ezmesi sürdürsem sonra kat kat taze kaşar, biraz da Macar salamı.

- Birisi kilitlemiş caminin kapısını diyor, anahtar şurdaki rafın üstünde durur. Hadi git bir an evvel. Merak etme evde köpeğini iyileşmiş bulacaksın. Bunları söylerken Dagu'nun başını okşuyor. O da deli gibi kuyruğunu sallıyor.

Eve gitmekle, seyyar kahvaltıcıya gitmek arasında kalakalıyorum. Keşke hangi zamanda yaşadığımı bilsem, uyandım mı, hâlâ rüyada mıyım? Cami cemaati dağılmış. Aralarına karışıp hızlıca koşturuyorum. Hem Anadolu bozkırındaki eve, hem de İstiklal Caddesindeki kahvaltıcı adama gidiyorum aynı anda. Köpeğim karşılıyor beni kapıda, iyileşmiş. 

Sandviçi uzatıyor kahvaltıcı, tam istediğim gibi yapmış. Genç adama rastladığım yere doğru gerisin geriye koşturuyorum bu sefer. Yetişemiyorum. Uzaklaşıyor benden. Yaptırdığım sandviçi iştahla yiyerek ta uzaklardaki yeni İstabul'a doğru yürüyor. Dagu havlıyor birkaç kere. Yağmur başlıyor.

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ronda Ramirez'in ortadan kayboluşu

Eylül ayının dolunay öyküsü uzak yıllardan ve yakında yapılan bir Ronda seyahatinden damıtıldı. Yıllar önce bir boğa güreşi tutkunuydum, İspanyolların deyimiyle Aficionado. Başta Hemingway, boğa güreşine dair her yazılanı okuyordum. Sonra Madrid'de, Barcelona'da o müthiş atmosferde izledim boğa güreşlerini. Hatta Zaragoza'nın bir köyünde antrenman boğalarıyla dövüşmüşlüğüm bile vardır. Boğa güreşi flamenkoyla birlikte, ölümle kalım arasında gidip gelen sarkacın salınımları arasındaki estetiğin, tutkunun dile gelişidir. Sonraları ama boğaların, bu muhteşem hayvanların arenada acı çekmeleri, öldürülmeleri kabul edemeyeceğim bir şey haline geldi. Başka bir canlıyı öldürmenin estetiği olamazdı. İşte bu öykü Aficionado yıllarımın özeleştirisidir de bir bakıma...

Süperyat Bayesian nasıl battı?

Dünyanın her yerine güvenle seyahat edebilecek 56 metre uzunluğunda, 58 milyon dolar değer biçilen süperyat, alargada demirdeyken çıkan fırtınada batıyor. Aynı bölgede alargada duran diğer teknelerde ise herhangi bir hasar bile oluşmuyor. Aşçı dışındaki kaptan ve mürettebatın tamamı kurtulurken, teknenin sahibi Mike Lynch, kızı Hannah, avukatı ve eşi ile misafirlerinden Morgan Stanley’in üst düzey yöneticisi ve eşi nasıl olup da teknede sıkışıp boğuldular? Bu kadar güçlü bir tekne -bazı görgü tanıklarına göre bir dakikada- nasıl sulara gömülür? Olayın özeti, olasılıklar ve konuşulanlar

Pembe giysili Afrikalı kadın

O gece ay yoktu. Tunus sahilinde başka bir tekne, içine doldurduğu kapasitesinin iki katı insanla yola çıkmak üzereydi. Adamın kayaların arasına yerleştirdiği kamera dünyanın dönüşünü kaydediyordu. Küçük kız çocuğu gülücükler saçıyordu

"
"