13 Nisan 2020

Orkların dünyasında Hobbitvari bir hayal

Sanal sohbet odalarında bir araya gelen insanların oluşturduğu mikro topluluklar hayal ediyorum. Birbirine saygı duymanın ön koşul olarak kabul edildiği topluluklar. Karşıt görüşlü ama oturup konuşabilen, Küfretmeden, bağırıp çağırmadan, oraya gelir ağzını burnunu dağıtırım demeden

Evde oturan insan ne yapar? Akıp giden bir hayatta, aniden frene basıldığında, hareketli, insanı sürekli meşgul tutan bir rutinden evde yaşamaya mahkûm olduğunda ne hisseder, zamanını nasıl geçirir? Okumak, film, dizi, belgesel izlemek, yoga yapmak vb… ilk akla gelenler. Benim ev izolasyonuna geçtiğimden beri en çok yaptığım şey okumak ve düşünmek. Gerçi benimki tam bir izolasyon sayılmaz, bir hekim olarak hastaneye gidip geliyorum. Ancak uzmanlık alanım tıbbın uç bir branşı olduğu için acil sayılacak ameliyatları yapıyorum yalnızca.

Düşünerek, ülkeyi, dünyayı daha yaşanabilir hale getirecek bir formül bulmayı ümit ediyorum. Gün 24 saat, düşünmek serbest. Ütopik gelecek tabii, böyle bir dünyada, hem de dünyanın böyle bir evresinde, evde oturan bir insanın, düşünerek dünyayı daha iyi hale getirebilecek bir formül bulması. Hem de gezegenimizin Türkiye isimli ülkesinde yaşayan biri olarak. Neden Türkiye’de işler daha zor olsun ki, diyebilirsiniz.

Bunun cevabı üzerinden tartışacaktım; yirmi yıla yaklaşan bir süreçte, iktidar partisi ve liderinin kutuplaşma siyaseti yaparak toplumu nasıl böldüğünden, gerdiğinden, ülkede yaşayan insanların din, mezhep, dil, ırk, ve bunları değişik kümelerde içeren siyasi duruş olarak nasıl ayrıldıklarından söz edecektim. Öğleden sonra okuduğum 2018 yılında yazılmış polisiye romanda rastladığım şu cümleler beni ülkesel ölçekten çıkardı. "Neredeyse her konuda ciddi öfke dolu fikir ayrılıklarımız var. Ama şu anki ayrışma, yaşamım boyunca gördüğüm her şeyin ötesinde. İnternette birbiri ardına yayınlanıp duran haberlerin gerçeklerle alakasının olmamasıysa, asıl tuhaf durum. Daha fazla iletişim daha fazla ayrıma neden oluyor. Siyaset denen şey artık bağırıp çağırmaktan, yalan ve tehditlerden ibaret. Siyasi sadakat de kimden nefret edip, kimi sevdiğiniz manasına geliyor."

Romanın geçtiği ülkenin önemi var mı? İletişimin artmasıyla küresel ölçekte toplumların ayrışmasından söz ediyor, üstelik de sanal gerçekler, yalan haberler üzerinden. Artık siyasetçiler çok kolay yalan söyler oldular. Önüne arkasına bakmadan sallıyorlar ve iletişim kanallarına yerleşmiş troller, mesajı alır almaz hücuma geçiyorlar. Siyasetçiler ve trolleri, bugün savundukları bir fikrin, ertesi gün tam zıddına güzellemeler yağdırabiliyorlar ve hayat bu yalanlar arasında gidip geliyor. Trolleri "Yüzüklerin Efendisi" romanındaki "ork"lara benzetiyorum. Karanlık güçlerin asker ve hizmetkârı olarak kullanılan zihinler. Orkları besleyen ve onlarla beslenen iktidarlar da Hamaset ve Avanta Partisi'ne dönüşüyorlar zamanla. Bu siyaset biçimi de, yeni virüs gibi bulaşıcı ve hastalandırıcı. Televizyon kanallarından, sosyal medyadan toplumların kılcal damarlarına yayılıyor.

Bıyık altından gülüp tüm bunlar üst yapı meseleleri oğlum, diyebilirsiniz. Aslında mesele sınıfsal ve ekonomi politiğin toplumları getirdiği noktayla ilgili. Çokuluslu/ulusüstü şirket kapitalizminin, neoliberal çağın yarattığı, aşırı zenginlik düzeninin sürebilmesi adına ortaya çıkan, ortaya sürülen popülist liderler ve şürekası. Elbette öyle, ama iletişim kanallarının hızla evrilmesi ve her elde kötülük silahı haline gelebilecek bir akıllı telefon varlığı da bu ekonomi politiğin diyalektiğinde ayrı bir rol üstleniyor. Peki tam tersi mümkün değil mi?

Evde oturup böyle bir dünyadan çıkışın "basit" formülleri üzerine kafa yoruyorum safça. Bu kadar berbat bir hale gelmiş olan dünya nasıl değişir? Meseleyi makro düzeyden alıp mikro düzeye taşıyorum kafamda. Belki de toplumu çok küçük topluluklara bölmek gerekli. İletişimin sağladığı olanaklarla, kuramsal olarak mümkün görünüyor. Kötülüğün silahını, iyiliğe çevirmek. Bugünlerde eve kapanan insanlar, değişik uygulamalar kanalıyla bir araya geliyorlar. 5-10-20 kişi uzaktan ama yüz yüze sohbet edebiliyor, iki-üç kişi oturdukları yerden canlı yayına geçip başka insanlarla tartışıp, soru-cevap yapabiliyor. Artık her mekan, 7/24 küçük bir stüdyo, küçük bir naklen yayın aracı.

Sanal sohbet odalarında bir araya gelen insanların oluşturduğu mikro topluluklar hayal ediyorum. Birbirine saygı duymanın ön koşul olarak kabul edildiği topluluklar. Karşıt görüşlü ama oturup konuşabilen, Küfretmeden, bağırıp çağırmadan, oraya gelir ağzını burnunu dağıtırım demeden. Örneğin fosil yakıt kullanımını savunan patronlarla, çevreci aktivistlerin, MHP sempatizanı Türk milliyetçileriyle, Ermeni, Kürt vatandaşların, köktendinci, tarikatçı İslamcılarla Ateistlerin birer, ikişer saatlik sanal sohbet odalarında bir araya gelip tartışmaları. Yüz yüze bakıp muhabbet etmeleri ve tekrar tekrar konuşuyor olabilmeleri... Onlar olmasa onların çocukları... Bildiğimiz anlamda siyasetçilerin ve trollerin olmadığı bir dünyanın inşasının başladığı, siyasetin saraylardan, saray entrikalarından, çay içilen, çorba içilen, kahve içilen, bira içilen odalara kaydığı ve bu mikro toplulukların dünya ölçeğine yayıldığı, giderek gezegenin ve üzerinde yaşayan tüm insanların ortak çıkarlarının ön plana çıkmaya başladığı bir dünya...

Fazlaca naif bulmuş olabilirsiniz düşüncelerimi, evde çok zaman geçirip kafayı yemeye başladığımı, Orkların dünyasında fazla Hobbitvari bir yaklaşım sergilediğimi de... Ben zihnimde bir yerden başlıyorum. Farklı düşüncedeki mikro toplulukların birbirine saygı duyarak sanal sohbet odalarında bir araya gelmelerinin iyi bir başlangıç olacağına inanıyorum. Kötülük, yeni kötülükleri üretiyor ve insanlar arasındaki makası açıyor. Romandaki cümleyle, siyaset -ve de hayat- artık kimden nefret edip etmediğinizle ilgili bir boyuta indirgenmiş durumda. Bir makas attırmak lazım trene, giderek birbirimizden uzaklaşacağımıza, yakınlaşmaya gayret etmeliyiz. Kendi mahallemiz dışındakilere de sevgi ve saygı duyabileceğimiz ön kabülüyle başlarsak, belki de orklar yavaş yavaş hobbitlere dönüşmeye başlar. 

Mevlana’nın Mesnevi’nin dibacesinde (önzözünde) dediği gibi " Mesnevi’yi okumak yeryüzüne ait aşağılık hallerden uzaklaşmaya yöneltir, kötülüklere eş-dost olmaktan çekindirir insanı, o çeşit huylara karşı nefret verir insana…, şeytanların oklarına, mızraklarına karşı sağlam bir kal’adır."

Mesnevi’yi okumakla başlayabiliriz belki…

Yazarın Diğer Yazıları

Neden susuyorsunuz?

Devlet işi gücü bırakmış kocaman bir sopa olmuş, dövecek muhalif arıyor. RTÜK diye bir kurum var, sopalıktan önce elektrikli şok tabancalığına, şimdilerde de ateşli silahlığa terfi etmiş. İktidarın, dayatılan siyasal İslam ideolojisinin hoşuna gitmeyecek yayın gördü mü indiririm aşağı diyor

Bir sabah metroda

Metrodan iniyorum. Etrafımdaki gençlere daha bir farklı bakıyor gözlerim. Çok da uzak olmayan bir gelecekte daha güzel günler göreceğiz diye geçiriyorum içimden

Ronda Ramirez'in ortadan kayboluşu

Eylül ayının dolunay öyküsü uzak yıllardan ve yakında yapılan bir Ronda seyahatinden damıtıldı. Yıllar önce bir boğa güreşi tutkunuydum, İspanyolların deyimiyle Aficionado. Başta Hemingway, boğa güreşine dair her yazılanı okuyordum. Sonra Madrid'de, Barcelona'da o müthiş atmosferde izledim boğa güreşlerini. Hatta Zaragoza'nın bir köyünde antrenman boğalarıyla dövüşmüşlüğüm bile vardır. Boğa güreşi flamenkoyla birlikte, ölümle kalım arasında gidip gelen sarkacın salınımları arasındaki estetiğin, tutkunun dile gelişidir. Sonraları ama boğaların, bu muhteşem hayvanların arenada acı çekmeleri, öldürülmeleri kabul edemeyeceğim bir şey haline geldi. Başka bir canlıyı öldürmenin estetiği olamazdı. İşte bu öykü Aficionado yıllarımın özeleştirisidir de bir bakıma...

"
"