17 Şubat 2020

Nyeri nire, İstanbul nire?

21-22 Aralıkta dünyanın iki ayrı yerinde , tıpla ilgili iki toplantı yapıldı. Dünyanın 19. büyük ekonomisinin finans merkezi olan İstanbuldaki toplantıda tıbbi konularda fetva verme metodolojisi ele alındı. Düşük-orta gelirli ülkeler kategorindeki Kenya’nın küçük bir şehrinde yapılan toplantıda ise beyin cerrahisindeki son teknolojik gelişmeler anlatıldı

21-22 Aralık 2019 da iki ayrı şehirde, tıpla ilgili iki toplantı yapılıyor. Şehirler birbirinden epeyce uzak, aralarındaki mesafe 7000 kilometreden fazla, ama hemen hemen aynı boylamlar üzerinde olduklarından oturumların saatleri bile aynı. Toplantıların biri Türkiye’de, İstanbul’da, diğeri Kenya’da Nyeri’de. İkisi de uluslararası katılımlı. İlginç olan iki toplantı da dini otoritelerin desteği ve katkısıyla yapılıyor. İstanbul'daki toplantının adı: "Tıbbi Konularda Fetva Verme Metodolojisi ve Zorluklar Sempozyumu", Nyeri’deki toplantı ise Dünya Beyin Cerrahisi Dernekleri Federasyonu’nun, Doğu Afrikalı beyin cerrahları için düzenlediği bir eğitim toplantısı.

İkinci toplantıya bizzat katıldım, eğitimcilerden biriydim. Toplantı başkent Nairobi’ye üç saat uzaklıktaki Nyeri isimli küçük bir şehirde yapıldı. Nyeri’deki misyoner hastanesi ve bölgenin başpiskoposunun desteğiyle. Toplantıya davet edildiğimde, dini bir grubun desteğiyle gerçekleşeceğinden haberdar değildim. Toplantıya katılan dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş yaklaşık 30 kişilik uluslararası fakültenin arasında, Müslüman, Hristiyan, Budist, Şintoist ve Ateist öğretim üyeleri vardı (Amerika, Japonya, Çin, Hindistan, Pakistan, İngiltere, Kenya ve Türkiye’den öğretim üyeleri). Toplantının ve yerel düzenleme komitesinin başkanı Müslüman bir Afrikalıydı. Eğitim almaya gelen genç hekimler, Kenya, Uganda, Tanzanya, Zanzibar, Somali, Güney Afrika gibi bölge ülkelerindendi. Açılışta piskoposun yaptığı konuşma dışında da dinle ilgili hiçbir işaret, sembol, ima olmadı. Tamamen bilimsel bir toplantıydı.

Piskoposun konuşmasını dikkatlice dinledim. Dini motifler içermiyordu, son cümlesi olan "Yaklaşan Noel bayramınızı kutlar, tanrı, İsa ve Kutsal Ruh'un yanınızda olmasını dilerim" cümlesi dışında. Tam tersine genç hekimlere şunları söyledi: "Dünyanın bir çok yerinden toplanıp memleketimize gelmiş, değerli beyinler, beyin konusundaki uzmanlar, Afrika’nın bu köşesindeki genç beyinleri aydınlatmak için buradalar. Her biri kendi alanında uzman olan, insanlara hayat veren, insanları iyi eden bu bilim insanlarını can kulağıyla dinleyin. Bilimsel yenilikleri öğrenin. Sizlerin aydınlanması için binlerce kilometre öteden gelen deneyimli hekimler tıptaki son gelişmeleri anlatacaklar sizlere. Sizlerin gelişmesi için bu büyük bir fırsat... Sizlerden, yeteneklerinizi, becerilerinizi insanların sağlığı için kullanırken, onlara empatiyle de yaklaşmanızı, işin insani yanını hiç unutmamanızı isterim." 

İki dolu gün geçirdik Afrika’da ve bu iki gün boyunca yalnızca bilim, teknik, teknoloji, Afrika'daki beyin cerrahisi düzeyi nasıl ilerletilir bunlar konuşuldu. Bir daha ne piskoposu gördük, ne bir yerlerde haç ya da başkaca bir dini sembol vardı ne de bu yönde bir konuşma oldu. Hemen öncesinde, toplantının dini otoritenin himayesinde ve desteğinde olacağını öğrendiğimde yaşadığım soru işareti tamamen yok oldu. Piskoposun konuşması da bir din adamının ne denli aydın olabileceği yönünde dikkat çekici bir örnekti.

İstanbuldaki toplantının konusunu ve yapılacak konuşmaları ise toplantıyı düzenleyen kuruluşun web sitesinden öğrendim. Abdullah Tivnikli İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı - Tıp ve Ahlak Çalışma Grubu düzenlemiş toplantıyı. Temel amaçlarını "klasik tıbbi uygulamaların ve çağdaş tıbbi gelişmelerin, İslami değerler ve bilgiler ışığında değerlendirilerek, İslamın özüne, ruhuna ve kurallarına uygun olup olmadığının ortaya konması" olarak ifade ediyorlar. Geçmişte düzenledikleri bilimsel tartışma toplantılarına baktım. "Hekim Hatalarının Hanefi Mezhebi Açısından Değerlendirilmesi", "E-oruç", "Tıp ve Mahremiyet konusunun Tıp Etiği ve İslam Hukuku Açısından Kısa Değerlendirilmesi", "İslam Hukukuna Göre Beden Üzerinde Tasarruf ve Organ Nakli" gibi konular işlenmiş.

Eski Diyanet İşleri Başkanı, Ali Bardakoğlu’nun da oturum başkanlığı yaptığı, "Tıbbi Konularda Fetva Verme Metodolojisi ve Zorluklar Sempozyumu"nun konuları da son derece ilginç. "Biyofıkıh Biyoetiğe İkame Edilebilir mi?", "Biyofıkıh Metodolojisi: Delile Dayalı Tıp ve Delile Dayalı Fıkıh Matriksi", "Tıbbi Meselelerde Fikir Geliștirme Süreci- İslami Perspektiften Medikal Hatalar". Bu konuşmalarda ne anlatıldığını gerçekten merak ettim. Ama benim din ve tıp konusundaki görüşlerim oldukça net.

Önce bir anı. Yıllar önce Amerika’da çalışırken, acile bir hasta gelmişti. Trafik kazası sonrası hem kafa travması hem de dalak yaralanması vardı ve hasta kanama nedeniyle şoka girmek üzereydi. Acile girerken hastanın yakınlarıyla karşılaştık. Sorumlu hekimin etrafını çevirip biz Yehova Şahidiyiz sakın kan vermeyin, dinimize aykırıdır dediler. Hekim arkadaş bu insanlarla konuşmak için hiç vakit kaybetmedi. Çok kısa süre içinde durumu değerlendirdikten sonra hastanın yanına gitti. "Bak dedi, birazdan şoka gireceksin ve bilincin kapanacak, o zaman sana yapılacak müdahaleler için yakınlarının izni gerekecek. Onlar da sakın kan vermeyin diyorlar. Bu durumda öleceksin. Elindeki kan torbalarını göstererek istersen hemen kan verelim ve ameliyata alıp seni kurtaralım, kimse sana kan verdiğimizi bilmeyecek. Hemen seç ya öleceksin ya da kan alıp yaşayacaksın". Tabii acildeki Yehova Şahidi hemen kan takın lütfen dedi.

Tıp, dinin dışında bir konudur. Din akli değil, naklidir. Belirli temel kabullere dayanır. Mümin nakledilenleri sorgulamadan kabul eder, inanır. Bu durum tanrıyla kul arasında kaldığı sürece herhangi bir sorun yoktur. Ama siz dinin emirlerini, kurallarını, tıbba uygulamaya başlarsanız, yukarda sözünü ettiğim hastanın durumu gibi meselelerle karşılaşmak kaçınılmaz olur. Örneğin hekim hataları konusu, Hanefi Mezhebi açısından değerlendirilebilecek bir konu değildir. Tıpta hata, komplikasyon, malpraktis meseleleri Hanefi, Şii, Şafi, Protestan, Katolik, Ortodoks inacına göre ele alınamaz. Böyle ele almaya kalkarsanız, şeri hükümleri işletip mazallah bir doktorun elini kesmeye kalkabilirsiniz. Tıbbi meselelerde fetva verme diye bir kavramı da anlamakta zorlanıyorum. Tıpta, kanıta dayalı tıp uygulamaları esastır ve son derece ciddi, hatayı en aza indirecek, kişisel etkileri yok edecek, çok merkezli, randomize (deneklerin tesadüfi seçildiği) çalışmalardan elde edilen sonuçlar, en geçerli bilgidir. Üzerinde bu kadar hassasiyetle durulan çalışmaların bile eleştirilecek yönleri bulunabilir (nitekim çok merkezli çalışmaları eleştiren, yapılan hatalara işaret eden bilimsel bir konuşma yapmıştım geçmişte). Bu konularda hangi ulema, hangi din adamı nasıl bir yetkiyle fetva verebilir. Böyle bir şeyi düşünmek bile akla, mantığa aykırı.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında, ülkenin bilimsel ortamı giderek çoraklaşmakta. 206 üniversitenin başındaki rektörden, 71’inin yayınlarına tek bir atıf yapılmamış. Neden Sayın Cumhurbaşkanı en kötü, en tembel bilim insanlarını tercih eder üniversitelerin başına atamak için. Muhtemelen gençlerimiz, düşünmesin, sorgulamasın, bilim üzerine değil, fetvalar üzerine kurulu bir hayatı yaşasınlar diye. İktidar sahipleri farkında değil ama bu ülkenin gençleri böyle bir ortamda yaşamak istemiyor ve "Dindar Nesil Yetiştirme" projesi ne kadar uğraşsalar da ilerlemiyor, aksine geri viteste seyrediyor.

21-22 Aralıkta dünyanın iki ayrı yerinde , tıpla ilgili iki toplantı yapıldı. Dünyanın 19. büyük ekonomisinin finans merkezi olan İstanbuldaki toplantıda tıbbi konularda fetva verme metodolojisi ele alındı. Düşük-orta gelirli ülkeler kategorindeki Kenya’nın küçük bir şehrinde yapılan toplantıda ise beyin cerrahisindeki son teknolojik gelişmeler anlatıldı. Eski Diyanet İşleri Başkanı oturum başkanı olarak nasıl bir konuşma yaptı bilmiyorum, ama Kenyadaki başpiskopos, beyinlerinizi açın, yeni teknolojileri öğrenin, dünyanın bir çok yerinden gelmiş bilim insanlarını dinleyip aydınlanın dedi. 

Vah benim güzel ülkemin hal-i pürmelaline, vah ki vah…

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"