15 Kasım 2020

İnsan yüreğinin haritası

Benim dolunayım bu sefer pazara geldi. Pazar gününün birbirinden güzel yazıları arasına bırakıyorum, dolunay öykülerinin üçüncüsünü. Bir gün içinizden birinin Ittoqqortoormiit'i ziyaret etmesi dileğiyle.

Bir salı sabahı köpeklerin çektiği kızaklarla çıktık Ittoqqortoormiit'den, adını söylemeyi hiçbir zaman başaramadığım, ama neredeyse iki yıldır yaşadığım bu en kuzeydeki İnuit köyünden. Üç kızakta toplam altı kişiydik. Benim dışımdakiler, arktik kuzeyin en cevval avcıları. Hayatları 70 derece kuzey enleminin yukarısında geçmiş. Sert adamlar, az konuşurlar, konuştukları zaman da kardan, foklardan, karibulardan, kutup ayılarından, balinalardan söz ederler. Karla ilgili pek çok sözcük vardır İnuit dilinde.

"Kanevvluk" dedi Muktuk, köpekleri kızağa koşarken, yürüdüğümüz patikaya bakarak, ince kar anlamında. Mart ayının başındaydık, her yer buzlarla kaplıydı daha. Sabaha karşı yağan kar, patikanın üzerinde uçuşuyordu. Muktuk, rahmetli karım Aalari'nin abisiydi. Kendimi, hayatın dinmeyen rüzgarlarının önüne katmış, tam buzların arasında cenneti buldum derken, dünyanın bu en zor coğrafyasında yaşama umudu yitirmiştim yeniden. Tek tutunduğum daldı Aalari, o da kırılıp gitmişti.

Dillerini konuşamayan, avcılıktan anlamayan, bir meczup haline gelmiş bu beceriksiz adamı almışlardı aralarına. İnsan Yüreğinin Haritası isimli filmi seyrettikten hemen sonraydı. Hayatım altüst olmuş, geride bıraktığım acılardan kaçabilmek için dünyanın en kuzeyindeki, son yerleşim yerine sığınmıştım. Belki de beni ilk gördüklerinde, sol omuzumda kutup ayısı, sağ omuzumda balina dövmesi olduğu için sevmişlerdi, tanrılarının gönderdiği bir hediye olarak kabul etmişlerdi, bilmiyorum. Ben buraya, artık daha ötesi, daha yukarısı olmadığını bilerek gelmiştim. Öncesinde yaşadıklarım, Aalari'nin bir melek gibi karşıma çıkması ve karnında bebeğimizle birlikte ölüp gitmesi, boşalmış beynimin içinde yüzen kırık buz parçalarıydı.

Bu adamlar kutup ayısı avlamak için yola çıkmışlardı. Nanniaq deniyordu buna, İnuitçede Nanuq diye anılan kutup ayısının avı. İnuitler için Nanuq insan gibiydi ve onlar tarafından avlanıp avlanmayacağına kendi karar verirdi. Bir İnuit ritüeliydi bu. Eğer Nanuq izin verirse onu avlama onuruna erişirlerdi. Kızakların arkasına, fok derisi kaplı kanolar bağlanmıştı. Adını büyük balina avcısı Scoresby'den alan, Scoresby Sund daki fiyordladan birinin eteklerinde kızakları bırakıp, kanolara binecektik. Bugünü bekliyordum, bugüne hazırlanmıştım. Benim için cennetin çayırları bir Nanuq'la kucaklaşmaktan geçiyordu.

Hızla yaptıkları igloda arkadaşlarını köpeklerle bıraktılar. Ben, Muktuk ve diğer iki İnuit avcı, Miilu ve Taitsiak kanolarla Grönland denizine açıldık. İki gün sonra muhteşem bir kutup ayısıyla karşılaştık. Adet gereği bir süre izlediler. Yaptıkları bir nevi ibadetti. Sessizce takip ediyorduk buz gibi suların içinde. Ansızın sis bastırdı. Nanuq gelip her birini tek tek öldürecek diye düşündüler. Tanrılar öyle karar vermişti. Denizin ortasında yüzen büyük buz parçalarından birine çıkıp beklemeye başladık. Kadere teslim olmuşlardı. Saatler geçti. Arada bir suya dalıp çıkan fokların sesi geliyordu. Nihayet öğle güneşi biraz bulutlardan sıyrıldığında tam karşımızdaki buz parçasında ayakları üzerinde yükselmiş mitolojik bir tanrı gibi karşımıza çıktı Nanuq. Muktuk ve Taitsiak tüfeklere davrandılar. Ama daha ateş etmeden şaşkınlıkla bana bakmaya başladılar. Kanolardan birine atlamış, Nanuq'un olduğu yere doğru kürek çekiyordum. O, sahilde beni beklemeye başlamıştı. Zaman durmuş, sis bulutları arasında ışık huzmeleri, bir tiyatro sahnesinin oyuncuları aydınlatan projektörleri gibi, Nanuqla benim aramda dolaşıyordu. Onun durduğu buz parçasına tırmandım. Yanıma geldi, beni kokladı. Ne o, az önce kurşunu yiyecek bir kutup ayısı, ne ben az sonra ölecek bir insan gibiydim. O kırmızı gözlerini dikmiş bana bakıyordu, ben onun gözlerinden içeri girmiş kalbinde atıyordum. Yavaşça soyundum. Grönland denizinin kıyısında bir buz kütlesinin üzerinde öylece durmuş bekliyorduk. Hemen yanımızda büyük bir fıskiye gökyüzüne yükseldi. Sol omuzumdaki dövmenin yanına sağ omuzumdaki balina da eklenmişti. Beklediğimiz gelmişti. Geriye dönüp Tavvauvusi dedim, Hoşçakalın. Sonra üç ruh gökyüzüne yükseldik. İnuit tanrıçaları bizi yanlarına aldı. Aalari ve bebeğimiz bekliyordu bulutların arasında...

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"