23 Şubat 2023

Deprem notları, Hatay: Taammüden işlenmiş kolektif cinayetler..

Bir de "Hızlıca enkazı kaldırıp yeniden inşa edeceğiz her yeri" diyorlar. Onca insanın cenazesine, malına, hatıralarına kepçelerle, dozerlerle girişmek nasıl bir akıl tutulmasıdır? Birkaç oy daha alır, biraz daha iktidarın nimetlerinden yararlanırız diye herhalde...

HATAY

Hatay'da deprem bölgesinde geçirdiğimiz dört günün gözlemlerini paylaştığım yazı dizisine kaldığım yerden devam ediyorum. Defne İlçesi'nde Asi Nehri kıyısında kurduğumuz Halk Reviri'nde diğer gönüllülerle birlikte sağlık hizmeti vermeye çalışıyoruz. Bizim ülkemizde sokakta sağlık hizmeti vermek tehlikelidir. Hekimler de zaten durduk yere sokakta sağlık hizmeti vermez. Sağlık hizmetinden sorumlu kamu otoritesinin yetersiz kaldığı, vatandaşların gereksinimine yanıt veremediği, insanların sokaklarda açık, kanayan, enfekte olmuş yaralarıyla, ezik, kırık uzuvlarıyla dolaştığı, bir sağlık kuruluşuna ulaşmasının güç olduğu zamanlarda, hekimler ettikleri yemine sahip çıkar, devreye girerler. Hatay'da da böyle oldu, Gezi Direnişi'nde de böyle olmuştu. Sonradan kamu otoritesi kendi hizmet veremediği, hatta bizzat yaralanmalarına, hayatlarını kaybetmelerine sebep olduğu insanlara sahada yardım eden hekimlere dava açmıştı, "nasıl sokakta hekimlik yaparsınız" diye. Depremden sonra tuttukları not defterine muhtemelen bunu da yazmışlardır, ileride hesap sormak üzerine. Yazsınlar. Not defteri onlarınsa, tıpkı hastaneler, ameliyathaneler, poliklinikler gibi sokaklar da bizimdir, işimizi her koşulda yaparız.

Artık son güne gelmiştik. Yanımızda getirdiğimiz ilaçları TTB konteynerinde hizmet veren arkadaşlara, çocuk polar ve termal içliklerden kalanları da İstanbul Tabip Odası'nın hizmet verdiği noktaya bırakıyoruz. Sıkı bir mıntıka temizliği yapıyoruz. Canan Hanım en ufak bir çöp konusunda bile çok titiz. Bizi almaya gelecek aracı beklerken bölgeyi dolaşmaya çıkıyoruz. İleride Halk Evleri'nin konuşlandığı bölge var. Onlar da tüm gönüllüler gibi, depremzedelere barınma, giysi ve erzak sağlanmasıyla uğraşıyorlar. O sırada genç bir kadın yaklaşıyor Canan Kaftancıoğlu'nun yanına, oğlu enkazda kalmış bir annenin feryadını ulaştırıyor. "Bir şeyler yapamaz mısınız?" diye soruyor. Enkazda kalan gencin meslektaşımız olduğunu öğreniyoruz. Acılı anne de oralardaymış. O tarafa yöneliyoruz.

Anne bağırıyor, ağlıyor "Evlat yetiştirmek kolay mı?" diye. Kendisinin emekli öğretmen olduğunu anlıyoruz. Gözünden sakınarak, yılların emeğiyle yetiştirip doktor olan oğlu enkaz altında. İlk günden beri enkaza bakılsın, arama kurtarma yapılsın diye yalvar yakar olmuşlar. Gözyaşları içinde. "Evladımın canlısından geçtim, hiç olmazsa bedenini çıkartsınlar, gömüp dua edeyim arkasından" diyor. Hepimizin boğazı düğümleniyor. Böyle ne kadar çok acı, ne kadar çok insan var kim bilir? Depremin üzerinden haftalar geçmesine rağmen, bugünlerde halen göçük altında olan, hayatını kaybetmiş, çıkarılamamış kaç can, başında bekleyen kaç anne, baba, evlat var?

Bir de "Hızlıca enkazı kaldırıp yeniden inşa edeceğiz her yeri" diyorlar. Onca insanın cenazesine, malına, hatıralarına kepçelerle, dozerlerle girişmek nasıl bir akıl tutulmasıdır? Birkaç oy daha alır, biraz daha iktidarın nimetlerinden yararlanırız diye herhalde.

Acılı anne ve akrabalarıyla oğlunun içinde bulunduğu enkaza gidiyoruz. Canan Hanım birilerini arıyor. Bulunduğumuz bölgede yaklaşık 20-30 apartman var. Altları garajmış. Tamamı garajın üzerine aynı şekilde çökmüş. Bir koca mahalle; bütün evler neredeyse aynı kolonlardan kırılmış, garajdaki arabaların üzerine çökmüş. Doktor arkadaşımız bir gün önce nöbetçiymiş. Giriş üstündeki ev göz hizamıza gelmiş durumda. Salonda bir divan, üzerinde bir battaniye, yanındaki masada yarısı yenmiş bir cips. Nöbet sonrası yorgun argın yatak odasına bile geçemeden salona serilen binlerce meslektaşımız gibi. Hani Cumhurbaşkanı'nın atarlanıp "Giderlerse gitsinler" dediği doktorlardan biri. Annesi diyor ki "Hep iki gün üst üste nöbet tutardı, keşke bu seferde öyle olsaydı".

Sonrası yürekleri dağlayan binlerce hikayeden biri. Canan Kaftancıoğlu'nun gayretiyle önce Kadıköy Arama Kurtarma ekibi geliyor. Anlaşılan hekim arkadaşımız can havliyle kendini dışarı atmaya çalışmış. Salonda ya da yatak odasında kalsaymış kurtulabilirmiş, sokak kapısının hemen önünde, merdiven boşluğunda göçük altında kalmış olması muhtemel. Kadıköy ekibi içeri giriyor, sonra canlı insan arayan köpekleri Lena. Ardından Güney Afrika arama kurtarma ekibini çağırıyorlar. Onların üç köpeği var. İkisi kadavra arıyor, biri canlı. Nefesler tutuluyor, eve değişik yerlerinden giriyorlar. Köpeklerin eğiticileri de giriyor içeri. Anne Şefika Hanım, Canan Hanım'a sarılmış ağlıyor. İki saat süren arama çalışması sonuç vermiyor. Köpeklerin kadavra kokusu almaması bir umut. Tekrar hastaneler aranıyor, acaba bir şekilde dışarıya çıktı da... 

İstanbul'a döndükten iki gün sonra Canan Hanım'ın mesajı geliyor:

"Şefika Hanım aradı, oğlunu tam dediği yerde, giriş kapısının yarım metre ilerisinden çıkarmışlar. Erzurum AFAD üstten tıraşlayarak ulaşmış Eren'e ve ceset kokmuyormuş hakikaten, uzunca bir süre canlı kaldı demek ki."

Bir kez daha perişan oluyoruz genç hekim arkadaşımızın hayatını yitirdiği gerçeğiyle.

Deprem bölgesinde geçirdiğimiz dört günün ardından İstanbul'a, başka bir ağır deprem beklenen şehrimize döndük. Hatay'da günler, geceler boyunca beynimize kazınan görüntüler, 99 depreminde sahada, hastanede görüp yaşadıklarımla karışıyor. Uyumak zor. Duyarlı tüm yurttaşlar gibi benim de içimde sızlayan ve tazelenip duran bir yara depremde yitirdiğimiz canlar. Taammüden işlenmiş kolektif cinayetler. Yüz binlerce 'Kırmızı Pazartesi' öyküsü.

Bir yanda hiç tanımadığı insanların yardımına koşan onların acılarıyla, dertleriyle hemhâl olan gönüllüler, bir yanda parlak ilanlarla, gazete, sosyal medya, bilboard reklamlarıyla yaptıkları çürük binaları, mezarlarımızı pazarlayan müteahhitler, inşaat şirketleri, onlara yol veren kontrolörler, ruhsat veren belediye başkanları, bir avuç oy için imar affı çıkartanlar ve en tepede, dünyamızı betonlaştırmaktan başka vizyonu olmayan kısır siyasetçiler ve onların şakşakçıları. 

Bu düzen böyle mi gidecek?

Hatay Deprem Ekibi

Dr. Bengi Başer

Kardiyoloji Uzmanı

Dr. Cihangir İslam (CHP İstanbul Milletvekili)

Ortopedi Uzmanı

Dr. Ali Şeker (CHP İstanbul Milletvekili))

Genel Cerrahi Uzmanı

Dr. Ali Fazıl Kasap (CHP Kütahya Milletvekili)

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

Dr. Bülent Kerimoğlu (Bakırköy Belediye Başkanı)

Göğüs Kalp Damar Cerrahisi uzmanı 

Dr. Aytekin Parmak

KBB Uzmanı

Dr. Canan Kaftancıoğlu

Adli Tıp Uzmanı/Acil hekimi

Dr. Talat Kırış

Nöroşirürji Uzmanı

Gülsüm Hale Özcömert Coşkun

Eczacı 

Bilge Çalışkan

Eczacı 

Sevgi Özdemir

Hemşire

Öztürk Tatar

Paramedik

Mustafa Can Poyraz

Basın Danışmanı

Ertan Aksoy

Ekonomist, SODEV başkanı

Mehmet Aslan

Yardımcı Personel

(Sürecek...) 


Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Neden susuyorsunuz?

Devlet işi gücü bırakmış kocaman bir sopa olmuş, dövecek muhalif arıyor. RTÜK diye bir kurum var, sopalıktan önce elektrikli şok tabancalığına, şimdilerde de ateşli silahlığa terfi etmiş. İktidarın, dayatılan siyasal İslam ideolojisinin hoşuna gitmeyecek yayın gördü mü indiririm aşağı diyor

Bir sabah metroda

Metrodan iniyorum. Etrafımdaki gençlere daha bir farklı bakıyor gözlerim. Çok da uzak olmayan bir gelecekte daha güzel günler göreceğiz diye geçiriyorum içimden

Ronda Ramirez'in ortadan kayboluşu

Eylül ayının dolunay öyküsü uzak yıllardan ve yakında yapılan bir Ronda seyahatinden damıtıldı. Yıllar önce bir boğa güreşi tutkunuydum, İspanyolların deyimiyle Aficionado. Başta Hemingway, boğa güreşine dair her yazılanı okuyordum. Sonra Madrid'de, Barcelona'da o müthiş atmosferde izledim boğa güreşlerini. Hatta Zaragoza'nın bir köyünde antrenman boğalarıyla dövüşmüşlüğüm bile vardır. Boğa güreşi flamenkoyla birlikte, ölümle kalım arasında gidip gelen sarkacın salınımları arasındaki estetiğin, tutkunun dile gelişidir. Sonraları ama boğaların, bu muhteşem hayvanların arenada acı çekmeleri, öldürülmeleri kabul edemeyeceğim bir şey haline geldi. Başka bir canlıyı öldürmenin estetiği olamazdı. İşte bu öykü Aficionado yıllarımın özeleştirisidir de bir bakıma...

"
"