19 Ağustos 2020

T24'te birinci yaş günü

Önümüzdeki yılda daha çok kutup, deniz, macera, daha az siyaset, gündem yazmak ümidiyle…

T24'te yazmaya başlayalı bir yıl olmuş. Yoğun meslek hayatımın yanında, bir yıla 50 yazıyı sığdırmışım. Hayatım boyunca denemeler, gazete yazıları, öyküler yazdım, ama sürekli yazdığım iki platform oldu. Biri yılda dört-beş yazı yazabildiğim Yacht Türkiye Dergisi, biri de T24. İtiraf etmeliyim ki yazmak bana çok güzel dostlar kazandırdı. Onlarla yapılan sohbetler ufkumu açtı, açıyor. Öte yandan belli bir okuyucu kitlesinin yazılarımı sürekli okuduğunu anlıyorum. Aldığım geri bildirimler de beni yazmak konusunda cesaretlendiriyor.

Aslında gündem dışı konularda yazmak amacıyla başlamıştım yazı hayatına, ama memleket o kadar hareketli ki, gündemden uzak durmak mümkün olmuyor. Gündem çerçevesinde sıklıkla iktidarın uygulamalarını ve iktidarın adamlarını, nezaketi elden bırakmadan, ama ağır bir şekilde eleştiriyorum. Çünkü ülkeyi kötü yönetiyorlar.

Sayın Cumhurbaşkanı, iktidara geldiklerinde satılan buzdolabı ve mevcut duble yol uzunluğuyla bugünü kıyaslıyor sık sık. Herhalde etrafındaki danışmanlar ordusu nedeniyle memleketin hâlini göremiyor. Yıllar önce Temel Karamollaoğlu, Hulki Cevizoğlu’nun Aziz Nesin’le yaptığı bir söyleşiye telefonla bağlanarak, İslami hassasiyetleri olan siyasilerin iktidarında her şeyden önce rüşvetin, yolsuzluğun ortadan kalkacağını, inanan insanların bu yola sapmasının mümkün olmayacağını, dürüstlük ve şeffaflığın esas olacağını söylemişti. O zaman şu anda iktidar partisinde yer alan birçok isimle aynı saflardaydılar. 20 yıla yaklaşan iktidar döneminde Sayın Erdoğan ve arkadaşları, kendi hareketlerine de büyük kötülük yaptı. Bu dönemde onlarca, belki yüzlerce kez değişen ihale kanunlarıyla, büyük devlet ihalelerinin neredeyse yalnızca 4-5 müteahhite verilmesiyle, devlet kadrolarında liyakatin, sadakate terk edilip, rüşvet aldığı yönünde çok güçlü şüpheler olan siyasetçilerin kayırılıp, mesela büyükelçi yapılarak ödüllendirilmesiyle, Sayın Erdoğan’ın ailesinin yönetiminde yer aldığı vakıfların inanılmaz zenginleşmesiyle, bir dini cemaatin yalan, dolan, fitne ve iftirayla devleti ele geçirecek düzeye gelmesiyle ve daha pek çok örnekle, Sayın Karamollaoğlu’nun savı çöpe gitmiş oldu. Artık insanlar siyasal islamcılara oy verirken iki kere düşünecekler.

Bunları gördükçe dile getiriyorum elbette. İlginç olan böyle yazdığım her yazıdan sonra dostlarımın, arkadaşlarımın beni uyarmaları oluyor. Kimi Jules Verne’nin "iki sene mektep tatili" romanına gönderme yapıyor, kimi Silivri yaz kampından söz ediyor. Anlıyorum tabii demek istediklerini de, ben hiç kimseye hakaret etmiyorum ki, eleştiri hakkımı kullanıyorum. İktidar, yargıyı kendine bağlayıp, freni boşalmış kamyon gibi muhaliflerin arasına dalsa da sık sık, cesaretle karşı durmak, otoriter rejimleri geriletir eninde sonunda. Osman Kavala, pek çok gazeteci, Kürt siyasetçi, eften püften nedenlerle yıllardır içeride. Toplumsal barış ülkemizde en çok erozyona uğramış, neredeyse yitirdiğimiz bir kavram. Hâl böyle olunca da ülkesini seven biri olarak uyarı görevimi yapmaya çalışıyorum. Dahası, ülke elden gitmeden, her vatanseverin de gördükleri yanlışları yüksek sesle dile getirmelerinin doğru olacağına inanıyorum.

Tüm erki, tek bir adamda birleştiren siyasi sistemden demokrasi adına olumlu bir şey çıkmayacağı belliydi. İş baştan yanlıştı ve bunu da en güzel Sayın Devlet Bahçeli ifade etmişti: "Cumhurbaşkanı Anayasay'a uymadığına göre, biz anayasayı ona uyduralım".

Siyaseti bilmem ama bilimde yanlış yöntemle doğru sonuç elde edemezsiniz. Nitekim Anayasa'yı, Anayasa'ya uymayan Cumhurbaşkanı'na uyacak hâle getirdiler ve kişiye özel siyasi sistem yaratıldı. Ülkeyle ilgili her meseleye, bir kişi karar vermeye başlayınca da yönetim sorunu ortaya çıktı. Sarayda imza bekleyen dosyaların kalınlığının metrelerle ifade edildiğini duyuyoruz. Ekonomi, hukuk, basın özgürlüğü, eğitim, domino taşları gibi birbiri üstüne yıkılmaya başladı. Bunları dile getiren, "bakın memleketin hâli gerçekten de iyi değil, bu elbise bize uymadı" diyenlere de, siyasileşmiş bir hukuk sisteminin balyozları iniyor. Ülkede adaletin bağımsız olduğuna inanan neredeyse kalmadı. Trump’ın, Merkel’in bir telefonuyla insanlar hapisten salınırken, alemin bildiğini haber yapan gazeteciler, siz biraz "istirahat edin" diye içeri alınıyorlar.

Bir de 2002'ye kadar olan Cumhuriyet tarihini, başta Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları olmak üzere, yok sayma, kötüleme eğilimi rutin oldu. Diyanet İşleri Başkanı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü yaylım ateşteler. Bir ülkenin yurttaşları, hele de siyasetçileri hangi görüşten olurlarsa olsunlar, tarihlerine sahip çıkmalı. Fransız İhtilali sırasında, devrimciler önce kral 16. Louis’yi giyotine yollamış, sonrasında, devrimin önderlerinden Robespierre, en yakın arkadaşları Danton’u, Camille Desmoulins’i idam ettirmiş, ardından da aynı akibet kendi başına gelmiştir. Buna karşılık Fransa’da kimse, ne 16. Louis’i, ne Robespierre’i, ne de Danton’la, Camille Desmoulins’ı kötüler. Çünkü hepsi Fransız tarihinde hatasıyla sevabıyla yerini almış kimselerdir, "başkalarının hikâyeleri" değil, öz be öz Fransa hikâyesinin önemli figürleridir. Eleştirilirler, tartışılırlar ama kimse çıkıp da onları yok saymaya kalkmaz, kötülemez.

Böyle oluyor işte, akşam yazmak için oturuyorum; günün yorgunluğu bir yanda, hadi beni dışarı çıkar diyen köpeğim Dagu’nun serzenişleri öte yanda. Kuzeybatı geçidini ararken Franklin ve arkadaşlarıyla birlikte sulara gömülen Erebus gemisini yazacakken, o ay öldürülen kadın sayısı dikkatimi çekiyor; her gün en az bir kadın vahşice öldürülüyor ülkede. Katillerine de, mesela duruşmada kravat taktı diye ceza indirimleri yapılıyor. Aynı anda bir dönem Has Parti’de siyaset yaparken söyleyip ettikleriyle sempati kazanmış, sonradan basketbol tabiriyle müthiş bir "fake atarak" iktidar saflarına dahil olmuş, büyük hayal kırıklığı Numan Kurtulmuş Bey’den bir inci: "İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması gerçekten yanlıştı". Kadınlara şiddeti önlemek için atılmış bir adım, üstelik de kendi partisi öncülüğünde yapılmış hayırlı bir iş için, "usulünü yerine getirerek sözleşmeden çıkılır" beyanı. Hoppala Paşam, Malkara Keşan. Gel de şimdi Erebus’un hikâyesini yaz. Dün söylemedik laf bırakmadığı birine, bugün en büyük desteği veren, "hayatımın sonuna kadar size sadık kalacağım" diyen şu politikacılar yakamızdan bi düşse ne şahane olacak.

İşte bu hallerle bir seneyi doldurduk. Başta T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın olmak üzere, editörlerim Aylin Kaplan ve İsmail Yeniçeri’ye, keyifli sohbetleriyle ufkumu açan, Aydın Engin, Oya Baydar, Şirin Payzın, Candan Yıldız, Türkay Demir ve tüm T24 ailesine ve yazılarımı okuyarak beni cesaretlendirdikleri için de değerli okuyuculara teşekkür ederim.

Önümüzdeki yılda daha çok kutup, deniz, macera, daha az siyaset, gündem yazmak ümidiyle…

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"