21 Kasım 2020

Yeni dizi: Bambaşka - Sırtlanlar Tepesi Mezopotamya

Ekip limandan ayrıldı. İçinde bulundukları motoryatın güvertelerinde siyah ceketli, koyu renk güneş gözlüklerinin ardında sert bakışlı elleri tetikde adamlar dolanıyordu. Ağır meseleler konuşulacaktı bu akşam. Memleketin geleceği, ufka doğru hızla süzülen motoryatın içindeki adamların dudaklarının arasındaydı. Masaya oturdular

Bugünlerde "Bir Başkadır" isimli Netflix dizisi ortalığı kasıp kavuruyor. Ben de izledim tabii. Yazanın, yönetenin oynayanların, set emekçilerinin ellerine sağlık. Dronla yükselip memleketin bir fotoğrafını çekmişler. Ne var ki diziyi izlerken hayallere daldım, "Oğlum Talat" dedim kendi kendime, beyin cerrahından senarist olmaz diye kural mı var? Oturdum yazdım bir sinopsis. Artık elimi öpen yapımcıya veririm. Ha biz zaten bunları biliyoruz diyorlarsa o zaman da kendileri bilir. Ben ameliyatlarıma devam ederim.

Dizimin ismi:  
Bambaşka - Sırtlanlar Tepesi Mezopotamya

Ülkenin puslu ufkunda yeni bir güneş doğuyordu. Binlerce yıllık devletin bekası sözkonusuydu. Aslanların yaşadığı bu topraklarda sırtlanlar gezinmeye başlamıştı. Sert bakışlı, ciddi suratlı, kendilerini devletin ve ülkenin sahibi olarak gören adamlar hareketlenmişti yeniden. Güneydeki kasabanın marinasında, pontonların üzerinde, siyah ceketli, koyu renk güneş gözlüklerinin ardından keskin gözleri etrafı tarayan, elleri tetikte adamlar geziniyordu. Mezopotamya karışmıştı, ya devlet başa, ya kuzgun leşe demenin zamanı gelmişti de geçiyordu bile.

Birkaç ay önce cezaevinin kapısı açılmıştı. Kapıdan içeri giren, "Oturan Siddharta" ya benzeyen adam, bir kez daha konuşmuştu bir süre önce. Ne zaman konuşsa ülkede bir fırtına çıkardı. Başında olduğu oluşum küçülüp cüceleşirken onun siyasetteki gücü artıyordu. Varolmasının dayanılmaz ağırlığıyla iktidar sahiplerinin üzerine çökmüş, gizli koalisyon ortağı olmuştu. Ülkenin direksiyonu başkasının kontrolündeydi ama, usta bir manevrayla vites kolunu ele geçirmişti. O istemeden gaza basmaya kalktıklarında, arabanın ileriye değil geriye gideceğinden korktuklarından ne derse oluyordu. Cezaevinde ziyaret ettiği adam çok değil daha iki yıl önce kendisine zehir zemberek bir mektup yazmış, ağır hakaret etmişti. Ama mesele beka ise hakaretler teferrüattı. Kendisi de dün hakaret ettiği adamla bugün kucaklaşıyordu. Gelecek günlerde Kleopatra’nın adasında, deniz kenarında birlikte piknik yapmaları bile mukadderdi.

Atlantik taraflarından esen rüzgarlar karmakarışık, denizler katabatik, kıyılarımıza vuran dalgalar kararsızdı. Son seçimlerden sonra bir tsunami beklentisi sarmıştı başkenti. Atlantik taraflarından ülkeye gönderilen reçeteler hayırlı olmamıştı bugüne dek. Bizim oğlanlar dedikleri bir takım adamları vardı Sam Amcagillerin. Gün gelir, gençlerin eline silah verir ülkenin filizlerini birbirlerine kırdırtır, gün gelir meczup görünümlü bir vaizden uluslararası faaliyet gösteren bir örgüt lideri yaratır, gün gelir iktidarla, gün gelir karşısındakilerle aynı maklubeye kaşık sallarlardı. Atlantikde Azor üzerinde kümelenmeye başlayan yüksek basınç bizim taraflara doğru bir cepheye neden olacak gibiydi. O yandan gelecek fırtınaya hazırlıklı olmak lazımdı.

"Oturan Siddharta"ya benzeyen adam, yeraltı dünyasının başındaki adamın kulağına eğilip bir şeyler fısıldadı. Yarın bir gün sokakların karışması muhtemeldi. Sokağa sahip çıkmak gerekti. Görev çağırıyordu. Memleket kutsaldı. İşadamlarını tehdit etme, bankaları ele geçirme, birilerini öldürtmeye azmettirme günleri geride kalmıştı. Behemehal harekete geçilmeliydi. Eski takımın toplanması gerekiyordu. Sokaklarda hak aramaya kalkanlar olabilirdi, demokrasi, adalet gibi laflar yüksek sesle söylenmeye başlamıştı, yılanların başını küçükken ezecek yürekli vatan evlatlarına, dava arkadaşlarına ihtiyaç vardı. Üç vakte kadar çıkarsın dedi. Dokuzu dokuzla çarpınca 81 ederdi, seksen biri yirmiyediye bölünce de üç.

Ortadaki masaya bamya turşusu konmuştu. Şişeler açılmış, bamya turşusu, havyar, kuru et katık oluyordu rengi çaya benzeyen, genzi yakan sıvıya. Marinanın birkaç ay önceki sahibi tutuklanmıştı, marina artık vatanseverlerin kontrolündeydi. Hoş önceki sahip de bir millet iki devlet’in öbüründendi, yabancı sayılmazdı yani, ama bu aşamada miyadı dolmuştu. Gün üçe beşe, görev zayiatına bakılacak gün değildi. Güneydeki komşuda savaş, denizin karşı kıyısındaki daha da güneydeki komşuda başka bir savaş, doğudaki kardeş ülkede bir diğer savaş. Biz hepsinde vardık. İşte bu güç, bu masaya yumruğu vuran liderlik, düşmanların kulaklarını dikmesine neden olmuştu. Tamam, tüm güç tek elde, pardon bir buçuk elde toplanmıştı ama hâlâ daha vaziyeti anlamamış, beka nedir bilmeyen twitter'den falan naif resimler paylaşan, şiddet içermeyen gösteri ve yürüyüş haktır diyen aymazlar vardı. Çok şükür iç meselelerle ilgili adam sağlamdı. Sert kumaştandı, ağır abinin yetiştirmesiydi. Öyle özgürlüklere falan pabuç bıracak tipte biri değildi. Güvenliğin olmadığı ülkede özgürlük de neydi be?

Ekip limandan ayrıldı. İçinde bulundukları motoryatın güvertelerinde siyah ceketli, koyu renk güneş gözlüklerinin ardında sert bakışlı elleri tetikde adamlar dolanıyordu. Ağır meseleler konuşulacaktı bu akşam. Memleketin geleceği, ufka doğru hızla süzülen motoryatın içindeki adamların dudaklarının arasındaydı. Masaya oturdular. "Hazır dördü bulmuşken bir okey mi oynasak" dedi içlerinden biri, "Gece uzun ağır meselelere girmeden bir rahatlarız". Uzun süren bir sessizlik oldu. Biri batmakta olan güneşin kızıla boyadığı denize baktı. Ne kadar da nefret ederdi kızıllardan. Bir diğeri dudaklarını büzdü, sonuncusu yanaklarını sıvazladı, az ve öz konuştu. "Olur".

İşte o Akdeniz akşamında böyle şekillenmeye başladı kadim Mezopotamya'nın gözyaşları . . .

(Söylemeye hacet yok ama ben yine de belirteyim, bir savcının dikkatini çeker, birileri alınır üf yapar, senaryo sinopsisimdeki karakterlerin gerçek karakterlerle uzaktan yakından alakası yoktur.)

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"