14 Şubat 2020

Albrect Dürer’in bir gravürü - Schrödinger’in kedisi mi yoksa?

Ancak bakarsak görebiliyoruz. Düşünürsek, keşfedebiliyoruz. Merak edersek öğrenebiliyoruz. Hayal kurarsak çoğalıyoruz. Romandaki cümlede bir hazine var. Romanlardaki cümlelerde hazineler var

Nerden başlasam diye düşünüyorum? O kadar çok katman var ki. Hem benim bilincimde ve bilinçaltımda gezip dolaşan, hem de bir kış sabahı edinip okumaya başladığım romanın bir cümlesinde peşine takıldığım Albrecht Dürer gravürü çerçevesinde. Bilmece gibi konuşmayı bırakıp katman-çözümlemeye başlayayım o zaman.

1. Katman: Günlük hayat

Soğuk bir kış sabahı evden çıktım, Şahkulu Bostan Yokuşu’ndan yukarı İstiklal Caddesi’ne ulaştım. Tünel Meydanı’nın köşesindeki Müzisyenler Kahvesi’nin o muhteşem sebzeli tostunu yedikten sonra, Kırmızı Kedi Kitabevi’nde biraz gönül gezdirdim ve Ricardo Piglia’nın Yok Şehir isimli romanını aldım. Yazarı tanımıyordum, ama Latin Amerika edebiyatı benim için tamamdı. Alıp cebime attım ve hızlı adımlarla eve yöneldim. Kapıyı açınca köpeğim Dagu karşıladı beni. O benle oynamak istiyordu, bense bir an evvel kitaba başlamak. Kendimi okuma koltuğuna bırakıp, bir yandan da Dagu’nun başını okşayarak okumaya başladım, taa ki 52. sayfaya gelene kadar.

 2. Katman: Kitapta bir cümle

52'nci sayfadaki cümle aynen şöyleydi: "Junior, yüzüğü ve yüzüğün hikâyesinin ardışık versiyonlarını seyretti. Soldaki duvarda Dürer’e ait bir gravür asılıydı (Hekimin Rüyası 1497-98). Sol elinde bir yüzük ve ayaklarının dibinde taş bir top bulunan Venüs’le simgelenen tutku. Bu hikâye, anlatının sahip olduğu gücün hikâyesiydi. Hayat arayan kızın şarkısı, altın bir çember içine hapsolan ve kendilerini tekrar eden sözcüklerin müziği." Romana ansızın Dürer’in "Hekimin Rüyası" isimli gravürü girmişti. 52. sayfadan sonra başka bir katmana geçtim.

3. Katman: Dürer’in gravüründeki gizler

Bir sanat tarihçisinin yorumuna göre resmin adı "Aylak Adamın Baştan Çıkması" olmalıydı. Bir çok rönesans eserinde olduğu gibi bu gravürde de bir gizem vardı. Saklı bir mesaj ya da gönderme. Seramik bir sobanın önünde kafasını yastığa dayayıp uyumuş adam bir doktor ve uyuması tembellik ettiğine dair bir işaret bazılarına göre. Uykuyla sembolize edilen tembellik, yedi ana günahtan birisi. Uykusunda şeytan onu ziyaret ediyor ve bir körükle kulağına üflüyor. Sonuç, rüyasında gördüğü çıplak Venüs ve oyunbaz Eros. Tembellikten sonra bir de şehvet, yedi günahtan bir başkası. Daha pek çok küçük ayrıntı saklı. Örneğin, seramik sobanın bir yerinde duran elma, taştan top, Venüs’ün küçük parmağındaki yüzük ve Eros’un üzerine çıkmaya çalıştığı cambaz sırıkları.

4. Katman: Rüyaların dünyası

Uyuyan insanın rüyasında gördükleri. Freud’un, Jung’un ve daha nice bilim insanının hakkında kitaplar yazdığı bir mesele. Rüyayla bilinçaltına doğru yapılan yolculuk ve rüyada cinsel motiflerin ortaya çıkması. Psikanalitik süreçte çözülecek bir durum. Bilinçaltından haberi olmayan Dürer’in bir hikâye anlatır gibi gravüre yerleştirdiği yaşantı, kendi deneyimi mi acaba? Sıcak sobanın karşısında uyuya kalan ve rüyasında çıplak Venüs’ü gören adam ve bu baştan çıkaran sahnenin, şeytan tarafından adama yüklenmesi. Cinsellik günah mıdır? İslami rüya tabir sitelerinde rüyada cinsel ilişkiye girmek, mutluluk, bol kazanç ve büyük bir rütbeye yükselmek anlamında tabir edilmiş. Tabii erkekler için, kadınlar içinse sıkıntılı bir dönem geçireceğine işaretmiş. Bu sitelerde çok ayrıntı var. Rüyada çıplak kadınla, kapalı kadınla, yabancı uyruklu kadınla, evli ve dul kadınla ilişkiye girmenin her biri ayrı manalarda. Freud ve Jung’a mezarlarında takla attırır İslami rüya yorum siteleri.

5. Katman: Uykunun sosyolojisi

Bir hekim olarak ben, uyku ve tembellik. Yıl 1984 olmalı. Televizyonda bir Uğur Dündar programı. Gizli kamera ile Çapa yani İstanbul Tıp Fakültesi Acil Servisi'ne girmiş bir muhabir. Saat gecenin üçü ya da dördü. Nöbetçi doktor masaya kafasını dayamış uyuyor, hasta yok o sırada. Flaş flaş flaş, nöbetçi doktor acilde uyuyor. Doktorların kötülenmesinin ilk örneklerinden.

Uyku ortaçağdan hatta daha eskilerden beri tembelliğin işareti. Öyleyse vurun doktorlara. İzleyenler bilmez ve gösterilmez ki, o doktor gün aşırı nöbet tutuyor, nöbetinin ertesi günü izinli değil ve ertesi gün akşama, belki gece yarısına kadar çalışacak. Ameliyatlara girecek, sonra dosyaları dolduracak, taburculukları hazırlayacak. Bir sonraki gün yine nöbetçi. Aslında uyumuyor, "Çapa"ya hastanın gelmediği nadir mi nadir, bir on beş dakikada beynini dinlendiriyor. Tıbbiye beşinci sınıfta öğrenciyim, çok kızıyorum, Cumhuriyet’e bu programdaki insafsızlığı anlatan bir okuyucu mektubu yolluyorum, Cumhuriyet Gazetesi mektubumu yayınlıyor. Bir gazetede çıkan ilk yazım.

6. Katman: Kuantum Fiziği

Hayatı yaşarken kat kat yaşıyoruz. Hayattan öylece düz bir çizgide yürüyerek geçip gitmek mümkün. Hayatı iki boyutlu da yaşayabiliriz, üç boyutlu da, sonsuz boyutlu da. Ancak bakarsak görebiliyoruz. Düşünürsek, keşfedebiliyoruz. Merak edersek öğrenebiliyoruz. Hayal kurarsak çoğalıyoruz. Romandaki cümlede bir hazine var. Romanlardaki cümlelerde hazineler var. Soğuk bir kış sabahı evden çıkıp yürümek, hayatımızın, bilinçaltımızın içinde bir kapı açıp ona doğru ilerlemek oluyor bazen. İçinde yaşadığımız zaman ve mekan, paralel evrenlerle bölünebiliyor. Tek bir hayat mı yaşıyoruz, çoklu bir hayat mı? Dürer’in 1400 lerin sonunda bir gravürüne nakşettiği hekim, beş yüzyıldan fazla bir zaman sonra başka bir hekimin beyninde şöyle bir dolaşıp, bu yazıyı okuyanların beynine seyahat ediyor. Belki de ben Albrecht Dürer’in kurduğu bir hayalim aslında. Uyku bastırdı, başımı koyup yastığıma uyuyacağım şimdi ve Dürer beni resmedecek birazdan.

Nerden başlasam diye düşünüyordum, şimdi biter mi acaba diye düşünüyorum? O kadar çok katman var ki…

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"