29 Haziran 2020

Aklı olan bu dünyaya kanar mı?

Güya özel sektör gazetelerini okuyup, özel sektör televizyonlarını izleyip bilgileneceğiz…

Hayatım boyunca beyin cerrahı olmak istedim. Hayatım dediysem yedi yaşından, İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirürji Kliniği'ne asistan olarak adımımı attığım 1986 yılının 10 Kasım'ına kadar. Tek bir istisna dışında. O da 1984 yılındaydı. Edebiyatla çok iç içe olduğum bir yıldı. Sürekli roman, politika, sanat ve tarihle ilgili kitaplar okuyordum. Bir de tabii şiir kitapları. Kendimce yazıyordum da, şiirler, denemeler, öyküler. Beyin cerrahı olma tutkum yerinde dursa da ben yazar olmalıyım, diye içimden geçirmeye başlamıştım. İyi bir Cumhuriyet okuruydum. O zamanların Cumhuriyet gazetesi de, gazeteydi. Kültür sayfasını Murat Belge hazırlardı. Melih Cevdet'in cuma yazıları bir ziyafetti. O kadar ki can arkadaşım Taner yazılarını biriktirirdi. Yıllar sonra da oğluna Melih adını koymuştu, Melih Cevdet Anday'a hürmeten. Uğur Mumcu gazetede ilk okuduğum yazardı, sonra Oktay Akbal, İlhan Selçuk ve Mustafa Ekmekçi.

O yıllarda DE Yayınevi bir masal yarışması açmıştı. Seçici kurul kuvvetliydi; Nursel Duruel, Onat Kutlar ve Ülkü Tamer. Yarışmanın sonucunda mansiyon ödülü kazanmıştım. Yağmurlu bir İstanbul akşamında Gazeteciler Cemiyeti'nin Cağaloğlu'ndaki binasına içim içime sığmayarak girmiş, ödülümü, Onat Kutlar'ın elinden almıştım. Taksim'de, PKK'lıların patlattığı bir bombayla hayatını yitirmesinden 11 yıl önceydi. Ödülü verdikten sonra kulağıma eğilip, "Masalın çok güzeldi ama yalnızca 1,5 sayfaydı. 100-200 sayfalık masallar gönderenler oldu, onun için seni anca mansiyonla ödüllendirebildik" demişti. Esas büyük ödülse Onat Kutlar'ın bu sözleriydi.

O hafta sonu karar vermiştim. Tıbbiyeyi bırakıp gazeteci olacaktım. Hem istediğim gibi yazı yazacak, hem dünyayı dolaşıp maceralara atılacak, hem de yolsuzlukları, mafya-siyaset ilişkilerini, devlet gücüyle yapılan haksız hukuksuz uygulamaları ortaya çıkarıp toplumun yararına çalışacaktım. Evet, bir ömür hayal ettiğim amacımdan vazgeçmek kolay değildi ama içimdeki ateş beni gazeteciliğe doğru çekiyordu. Annem ve rahmetli babam doktor olmamı çok istiyordu. Sorun, onlara bu durumu nasıl söyleyeceğimdi. Sonuçta karar vermiştim ve hayat benim hayatımdı. Karşı çıkıp beni iknaya çalışacaklarını sanıyordum. Bir akşam durumu açıkladım. Babam rakısından bir yudum aldı ve benim aklımdan geçeni o bana söyledi: "Oğlum hayat senin hayatın, nasıl istersen öyle yap." Annem herhalde beyin cerrahı olma idealimden asla vazgeçmeyeceğimi bildiği için topa hiç girmedi. Hâlâ düşünürüm, babam o gün bana karşı çıkmış olsaydı ve biz tartışsaydık acaba tıbbı bırakır mıydım? O tarihten sonra beyin cerrahisi hayatımdan bir daha ayrılmadı.

Bütün bunlar aklıma Didem Arslan Yılmaz'ın, malumu ilam eden sözlerini okuyunca geldi. Başarılı bir gazeteci olarak gördüğüm Didem Hanım, HDP tartışılırken HDP'lilerin ekrana çıkarılmamasıyla ilgili olarak; "Sonuçta biz kamu kuruluşu değiliz, özel bir sektörüz. Bu bir tercihtir. Bu tercihin nedenleri öyle veya böyle farklıdır" demişti.

Didem Hanım belki de farkında olmadan hepimizin vergileriyle bütçesi oluşan bir kamu kuruluşu olan TRT'nin tüm yurttaşlara ve siyasi partilere eşit mesafede olması gerektiğini de ima ediyordu, başka bir şey söylerken. Oysa TRT çoktan beri, eski Sovyetler Birliği gazetesi Pravda gibi iktidarın propaganda aracına dönüşmüş durumda. Yani kamu kuruluşu ama o da "patronunun" sözünden çıkmıyor. Habertürk'ün de evrensel gazetecilik ilkeleri çerçevesinde yayın yapmadığını Didem Hanım ve açıklama yapan yetkililer zımnen itiraf etmiş oldular. Bir süre önce o zamanki CNN Türk Genel Müdürü Bora Bayraktar'ın da "İstemeyen izlemesin, bu kadar basit, biz kimseye CNN Türk izlesin diye baskı yapmıyoruz... Benim de patronum var, tarafsız yayıncılık yok, herkesin bir duruşu var" dediği konuşulmuştu. (Kendisi bu konuda ikircikli açıklamalar yaptı, söylemedim demedi de sözlerini aktaran kişiyle görüşmediğini ifade etti).

Ben gazeteci olmadım, kendi yolumda ilerleyip, hekim ve bilim insanı oldum. Tabii benim hayal ettiğim gazetecilikle Didem Hanım'ın, Bora Bey'in tanımını yaptıkları gazetecilik birbirinden çok farklı. İşimin bir parçası olarak pek çok kongrede konuşma yaparım, çalışmalarımızı, deneyimlerimizi bildiri olarak sunarız. Birçok kongrede konuşmanıza mutlaka Disclosure / Çıkar Çatışması Beyanı yaparak başlarsınız. Yani sunduğunuz ameliyat tekniğiyle ilgili cihazları, kullandığınız malzemeleri, tedavide başarısını bildireceğiniz ilaçları üreten firmalarla ya da herhangi bir tıbbi ürün firmasıyla bir ilişkiniz olup olmadığını ilk slaytınızda izleyicilere gösterirsiniz. Hatta çalışmanızla ilgili firma borsada işlem gören bir firmaysa ve sizin hisse senediniz varsa, kendi paranızla aldıysanız bile slaytınıza yazarak göstermeniz gerekir. İlk slaytta çıkar çatışması beyanı yapmadan ciddi bir bilimsel kongrede konuşamazsınız. Sizi dinleyenler de bilimsel verilerinizin güvenilirliğini bu duruma bakarak değerlendirirler.*

Özel televizyonlar ve yazılı basın çoktandır iş insanı patronlara sahip. Yine uzun zamandır patron çıkarıyla çatışacak haberler, köşe yazıları yer bulamıyor o medyalarda. Bırakın ciddi araştırmaları, haberleri, hem yazılı hem de görsel medyaya sahip kurumlarda, magazin bile kâr etmeye yönelik şekillenmiş durumda. Rakip kanalın dizisinde oynayan oyunculara pek yer verilmez, kendi dizileriyle ilgili röportajlar, haberler ön planda yer alır.

Sporda da durum aynıdır. Örneğin Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı'yken Yıldırım Demirören'i eleştirecek spor yazarı bulamazdınız sahip olduğu gazetelerin sütunlarında, televizyonlarının stüdyolarında. Ya da siyasilerin uçaklarında gezip herhangi bir uygulamasını eleştireni de göremezsiniz etrafta.

Evet bu durum yeni değil; değil ama bugünkü kadar da kantarın topuzu kaçmamıştı. Aynı manşetle çıkan bir düzine gazete görmek vaka-i adiyeden oldu. Tartışma programları trollerden hallice tiplerden oluşuyor çoğunlukla. Zerre kadar inandırıcılıkları olmuyor konuşanların, kendilerinin bile inandıklarından şüpheliyim söylediklerine. Zaten tepelerden esen rüzgâra göre bugün konuştuklarının, ertesi günü tam zıddını söyleyebiliyorlar. Güya özel sektör gazetelerini okuyup, özel sektör televizyonlarını izleyip bilgileneceğiz. Didem Hanım söyledi de vaziyeti anladık değil, Aşık Ali Metin çoktan söylemişti: Aklı olan bu dünyaya kanar mı?


* Ben bu yazıyı yazdıktan sonra bir sohbet ortamında gazeteci dostlarım, gazeteciler için her seferinde "çıkar çatışması beyanı"nın geçerli / gerçekçi olmayacağını söylediler. Nerede icra edilirse edilsin gazeteciliğin aynı zamanda "bireysel" bir meslek olduğunun, "bağımsız" yapılması gerektiğinin altını çizdiler. Aslında "bilim insanı" olmanın temelinde de bağımsız olmak vardır ama dünyanın geldiği noktada yine bilim insanları, bağımsızlık için güvenin yeterli olamayacağını düşünerek "çıkar çatışması" beyanını zorunlu kıldılar. Bizde durum bu, belki gazeteci dostlar bu konuyu tartışmak ister.

Yazarın Diğer Yazıları

Vendée Globe 2024 bugün başlıyor, selametle…

Vendée Globe Yarışı yalnızca bir yelken yarışı değildir. Dünyanın en zor müsabakasında üç ay boyunca her gün hayatlarını riske atarak mücadele ederken, aynı zamanda dünyayı daha iyiye doğru değiştirmek isteyen insanların da yarışıdır

Neden susuyorsunuz?

Devlet işi gücü bırakmış kocaman bir sopa olmuş, dövecek muhalif arıyor. RTÜK diye bir kurum var, sopalıktan önce elektrikli şok tabancalığına, şimdilerde de ateşli silahlığa terfi etmiş. İktidarın, dayatılan siyasal İslam ideolojisinin hoşuna gitmeyecek yayın gördü mü indiririm aşağı diyor

Bir sabah metroda

Metrodan iniyorum. Etrafımdaki gençlere daha bir farklı bakıyor gözlerim. Çok da uzak olmayan bir gelecekte daha güzel günler göreceğiz diye geçiriyorum içimden

"
"