Geçen hafta Enes Kara'nın intiharı nedeniyle yazdığım yazıdan sonra, pek çok okur eğitim sistemi ve öğrenciler hakkındaki endişelerini bildirdi. Çoğu insan, Türkiye'de eğitimin ve özellikle de üniversitelerin kötüye gittiğini ve geleceğe umutsuz baktığını ifade etti. Çözüm var mı sorusu da sıklıkla gündeme geldi. Bu arada, geçen çarşamba günü Karar gazetesi köşe yazarı Şenol Kaluç da makalesine "Üniversiteleri kapatın gitsin" başlığını koydu.
Aşağıdaki grafikte görüldüğü şekilde, 2020 yılında OECD ülkeleri arasında eğitimden memnuniyet oranının en düşük olduğu ülkeyiz. Norveç'te bu oran yüzde 93 bizde ise yüzde 25. Daha da önemlisi, son on yılda memnuniyet oranımız yarıya inmiş. Halkın gözünde eğitim hiç iyiye gitmiyor.
Gelişmiş ülkelerin en önemli özellikleri, çok güçlü üniversiteleri ve yüksek katma değerli ürünler üreten sanayi kuruluşlarına sahip olmaları. Bizde ise eğitim konusunda memnuniyetsizlikle birlikte, ekonomide de sorunlar artıyor.
Eğitim tartışmaları bana yıllar önce yazılmış bir kitabı hatırlattı. Eğitim bilimci John Taylor Gatto "Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı" isimli eserinde ABD okullarında yetenekli gençlerin nasıl beceriksizleştirildiğini anlatmıştı. Bizdeki test odaklı eğitimin de gençleri becerilerini kullanamaz hale getirdiğini düşünüyorum. Bireysel yetkinlikleri geliştirmeyen bir eğitim sistemi, toplumu, iş dünyasını ve daha da önemlisi gençleri geleceğe hazırlayamaz.
Üniversitelerimizi değerlendirebilmek için, öncelikle ortaöğrenim ve öğretmenlik mesleği ile ilgili sorunları mercek altına almak gerekiyor. Öte yandan, akademisyenlerin iş dünyası ile ilişkileri de konunun çok önemli bir boyutunu temsil ediyor. Bu yazıda, çeşitli sorunları irdeleyerek, çözüm önerilerini tartışacağım.
Sorun 1: Üniversitelerin kalitesi
Çok sayıda üniversitemizde, bilimsel yayını olmayan rektörler, intihal yapan hocalar, alandan derecesi olmayan dekanlar görev alıyor. Adalet Bakanı'nın ifade ettiği şekilde, hukuk fakültelerine veteriner bile dekan atanabiliyor. Yetersiz akademik kadrolar ders verebiliyor
En iyi üniversitelerimiz bile son yıllarda dünya sıralamalarında geriliyor. Geçen yıl Boğaziçi Üniversitesi sadece rektör krizi ve kapısına asılan kelepçe ile gündeme geldi. Başka bir üniversitemizdeki sahte belgeli bir doçentin yakalanması da unutulamaz.
Sayısı giderek artan üniversitelerimizde artık 8 milyon civarında öğrencimiz var. Eğitim sistemi farklı kurgulanmış olsa da benzer nüfusa sahip Almanya'da ise bu sayı sadece 3 milyon. Bir sanayi devi olan Almanya'dakilerden çok daha fazla öğrenciye sahip olmanın neye mal olduğunu tartışmak gerek.
Yapılan iki farklı araştırma, ortalama bir öğrencinin ekonomiye maliyetinin 5 bin ile 9 bin dolar arasında olduğunu gösteriyor. Bu rakam öğrencilerin barınma, beslenme ve diğer masraflarını içeriyor. Ortalamayı 7 bin dolar varsayarsak, ülkemizdeki 8 milyon üniversite öğrencisinin ekonomimize her yıl kabaca 56 milyar dolar yani 750 milyar TL maliyeti olduğunu hesaplayabiliriz. Üniversitelere ait yerleşkelerin değeri eklenirse çok daha yüksek bir rakama ulaşılacaktır. Diplomalı işsizlik sorununa bakılırsa bu kaynaklar isabetli kullanılmıyor.
Üniversitelerimize ayrılan kaynaklar küresel yarışta onları öne çıkarmaya yetmiyor. Çoğu yerleşkede laboratuvarlar, sosyal alanlar ve yurtlar artan öğrenci sayısı karşısında yetersiz kalıyor. Akademisyen ücretleri ve araştırma imkânları küresel standartlara göre çok düşük. Parlak beyinler bu şartlarda çalışmak istemiyor ve yurt dışına göçüyor.
İş dünyamız Almanya'dakinden daha büyük olmadığı için, üniversite mezunlarına iş bulmamız mümkün olamıyor. Bu sorunu çözmek için bilimsel bir insan kaynakları planlaması yapılması gerekiyor. Buna ilaveten, halen mezunların iş bulamadığı bölümler de belirlenmelidir.
Günümüzde ve gelecekte ihtiyaç duyulması beklenmeyen bölümlerin azaltılmasıyla ortaya çıkacak kaynaklar ile diğer üniversiteler ve orta öğrenim kuruluşları güçlendirilmelidir. Hedefimiz, üniversitelerimizi küresel sıralamalarda yükseltmek olmalıdır. Bu konuda, Prof. Dr. Ufuk Akçiğit, Prof. Dr. Feridun Hamdullahpur ve Prof. Dr. Yunus Çengel gibi hocaların görüşlerinden yararlanılabilir.
Özetle, daha az sayıda üniversiteyi geliştirmek için yeterli akademisyen bulunabilir ve onlara araştırma kaynağı ayrılabilir. Laboratuvar, sosyal alan ve yurt imkanları artırılabilir.
Üniversiteler yeniden tasarlanırken, uzaktan eğitim ve dijitalleşme teknolojileri de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu şekilde bazı derslerin ve projelerin ulusal ve uluslararası iş birlikleri ile sürdürülmesi verimlilik ve etkinlik sağlayabilir.
Sorun 2: Üniversite mezunu diplomalı işsiz sorunu
Bir sanayi devi olan Almanya'nın iki katından fazla üniversite mezununa iş bulmak mümkün olmuyor. Diploma aldıkları alanlarda iş bulamayan gençler psikolojik sorunlar yaşıyor. Pek çoğu ailelerine yük olmamak için asgari ücretle çalışmayı bile kabul ediyorlar. Oysa pek çok alanda meslek lisesi ve meslek yüksek okulu mezunu bulunamıyor. Bu soruna çözümün bir kısmı üniversitelerde bir kısmı da meslek liselerinde bulunacaktır. Meslek liseleri konusu aşağıda tartışılacaktır.
Yukarıda bahsedildiği şekilde, ulusal insan kaynakları planlamasına göre gerekli olacak uzman ve nitelikli elemanları yetiştirecek üniversite ve bölümlerin kontenjanları tahmin edilmelidir. Onlara odaklanarak yapılacak eğitim kalitesi yükseltilmelidir.
Prof. Dr. Mustafa Özcan tarafından İş Yerinde Üniversite olarak isimlendirilen yaklaşım öğrencilerin iş bulma sorununu çözebilir. Bu amaçla, uzun dönemli stajlar ve projeler yapılması mezunların daha kolay iş bulmasını ve işe uyumunu sağlar. Bu konuda, yurt dışından Drexel ve Waterloo Üniversiteleri örnek alınabilir. Türkiye'de de TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi tarafından uygulanan modelden yararlanılabilir.
Sorun 3: İş dünyasının nitelikli eleman talebinin karşılanamaması
Günümüzde eğitim sistemi herkesi üniversiteye yönlendirdiği için, iş dünyasında ihtiyaç duyulan nitelikli ara eleman talebi yeterince karşılanamıyor. Diploma aldıktan sonra işsiz kalan üniversite mezunları, aslında meslek lisesi mezunlarına uygun işlere başvuruyorlar. Böylece, üniversitede geçen zaman bir kayba dönüşüyor.
Aslında Türkiye'de meslek liselerindeki eğitim, iş dünyasının güncel ihtiyacına göre tasarlanmış değil. Oradaki öğrenciler de üniversiteye hazırlanmayı tercih ediyor.
Eğitim uzmanları, nitelikli eleman yetiştirilmesi için ideal dönemin 18 yaş öncesi olduğunu söylüyor. Orta öğrenimdeki gençleri nitelikli elemanlar olmaya yönlendirmek için ailelere, gençlerin yetenek ve eğilimlerine göre hangi mesleki alanlarda başarılı olabilecekleri işaret edilmelidir. Meslek lisesi mezunlarının dört yıl önceden iş dünyasına girerek, genç yaşta meslek sahibi olacakları da vurgulanmalıdır. Bulundukları yerlerdeki meslek liselerinde eğitilen gençlerin, uzak bir şehirde yurtta kalma sorunu da olmaz. Bazı şehirlerdeki lise ve üniversiteler de meslek lisesi veya meslek yüksek okullarına dönüştürülebilir.
Mesleki eğitim yaklaşımın özünde, bilimsel yöntemler kullanılarak hangi öğrencilerin akademik eğitime hangi öğrencilerin de mesleki eğitime yönlendirilmesi vardır. Bu konuda çok uzun süredir Almanya ve İsviçre'de yapılan uygulamalar örnek alınabilir. Bu konuda şahsi deneyimleri ve çalışmaları olan Mesut Uğur'un görüşlerinden faydalanılabilir.
Sorun 4: Öğretmenlik mesleğinin değerinin anlaşılmaması
Öğretmenlere layık görülen çalışma şartları ve ücretler, bu mesleğin ülkemizin geleceğindeki rolüne uygun değildir. Ne yazık ki, öğretmenlik mesleği giderek cazibesini yitirmektedir. KPSS'den yeterli puan almalarına rağmen atanamayan öğretmen adayları da meslekten uzaklaşmaktadır.
Orta öğrenimdeki sorunların temelinde eğitim sisteminin üniversite sınavına hazırlanmaya yani test çözmeye yönelik olarak kurgulanması yatıyor. Kısaca liseler, birer üniversite sınavı hazırlık kursuna dönüşmüş durumda. Bu sistemin parçası olmak öğretmenlik mesleğinin cazibesini yok ediyor.
Orta öğrenim kurumlarının çağdaşlaştırılması ve özellikle de öğretmen ücretlerinin iyileştirilmesi yetenekli gençlerin öğretmenlik mesleğine yönelmesini sağlayacaktır. Bu maksatla ihtiyaç duyulacak finansal kaynaklar, kapatılabilecek üniversitelerden yapılacak tasarruflar ile karşılanabilir.
Öğretmen eğitimi konusunda Finlandiya modelinin incelenmesinde yarar var. Orada olduğu gibi, öğretmenlerin yüksek lisans seviyesinde eğitim almaları teşvik edilmelidir. Prof. Dr. Mustafa Özcan tarafından öğretmen eğitimi için geliştirilen "Okulda Üniversite" modeli başarıyla uygulanmaya başlamıştır.
Sorun 5: Sanayide Yüksek Katma Değerli Ürün, Patent ve Küresel Marka Eksikliği
Ülkelerin gücünü belirleyen önemli etkenlerden biri yüksek katma değerli ürün ihracatıdır. Bu nedenle sanayinin ve özellikle de yeni yatırımların yüksek teknoloji ürünlerine yönelmesi gerekir. Ne yazık ki bu alanda başarılı değiliz. Gelişmiş ülkelerde yüksek teknoloji ürün ihracatı yüzde 30 civarında gerçekleşirken, bizde bu oran sadece yüzde 3-4 arasında seyrediyor.
Türkiye'nin dört katı büyüklükte ekonomisi olan Almanya'da bizden çok daha az üniversite öğrencisi olmasına karşılık iki katı kadar doktora öğrencisi var. Onların büyük bir kısmı da mezun olduktan sonra sanayide çalışıyor.
Yüksek teknoloji şirketlerinin en önemli zenginliği iyi yetişmiş uzmanlardır. Güçlü yüksek teknoloji sektörlerinin olmaması, ülkemize dönmek isteyen gençlerin iş bulmasını güçleştiriyor. Tersine beyin göçü gerçekleşmediği gibi beyin göçü de artıyor. Nitelikli uzmanlar kolay bulunamadığı için de bu alanda yatırımlar ekonomik olamıyor. Sonuç olarak, bir kısır döngü oluşuyor.
Son yıllarda şirketlerimizde çok sayıda araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) bölümleri kurulmasına rağmen, o alanlarda yetişkin ve özellikle de doktoralı uzmanlar işe alınmıyor. Sonuç olarak, bu şirketlerde yeterince yeni ürün, patent ve marka ortaya çıkmıyor. Bu konuda Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve arkadaşları tarafından yapılan çalışma, doktoralı uzmanların patent alma ihtimalini çok yükselttiğini gösteriyor. Bu nedenle, doktora programlarının cazibesi artırılmalı ve öğrencilere burs verilmelidir.
Üniversite ve öğrenci sayılarının azaltılması üniversite-sanayi iş birliğine fırsat yaratabilir. Üniversitelerde özellikle genç akademisyenlerin ders yükü azaltıldığı zaman, daha fazla proje yapma imkânı bulunması durumunda iş dünyasının sorunlarına odaklanmak mümkün olabilir. Akademisyenlerin, ders anlatırken patentleri örnek veren Prof. Dr. Tarik Özkul'un yöntemini kullanmalarında yarar var.
Ülkemizde yerel sanayi kuruluşlarının geleceğin teknolojilerine yönelmeleri teşvik edilmelidir. Bu maksatla geçen yüzyılın sonlarında Güney Kore tarafından başarı ile uygulanan model incelenmelidir. Yurt dışından gelecek yatırımcıların da özellikle yüksek teknoloji alanlarındaki projeleri desteklenmelidir.
Özet
Üniversitelerimiz ve orta öğrenim kurumlarımız küresel ölçekte başarı gösteremiyorlar. Bunun nedenleri arasında, eğitim kurumlarına ayrılan kaynakların yetersizliği en başta geliyor. Orta öğrenimde öğretmen ücretlerinin yetersizliği bu mesleğin cazibesini azaltıyor. Ayrıca öğretmen yetiştirme sisteminin de geliştirilmesi gerekiyor.
Eğitime ayrılan kaynaklar, Almanya'dan 5 milyon daha fazla üniversite öğrencisini eğitmek için yetersiz kalıyor. Sonuç olarak hem istihdam edilebilecek sayıdan fazla mezun ortaya çıkıyor hem de nitelikli eleman yetiştirilmemiş oluyor. İnsan kaynakları planlamasına acilen ihtiyaç var. Öncelikle meslek liselerinin iş dünyasının ihtiyaçlarını karşılaması hedeflenmelidir.
Üniversiteleri kurtarmak için en etkin çözüm, ihtiyaç fazlası üniversite mezunu veren bölümlerin kapatılmasıdır. Buna karşılık geliştirilmek üzere seçilen üniversitelerin küresel sıralamalarda yükselmesine yardım edilmelidir. Doktoralı uzman yetiştirmek hem üniversitelerin yükselişine yardımcı olacaktır hem de sanayi sorunlarının çözülmesine fırsat verecektir. Sanayide uzun süredir ihtiyaç duyulan nitelikli mesleki elemanlar için de meslek liseleri ve meslek yüksek okulları desteklenmelidir.
Son sözler: İlk adımda, öğretmenlik mesleği cazip hale getirilmelidir. İkinci adımda, iş dünyasının talebini karşılayacak nitelikli elemanlar yetiştirilmelidir. Üçüncü adımda, küresel ölçekte başarılı üniversiteler oluşturulmalıdır.