Geçen hafta televizyon kanalları arasında dolaşırken film, dizi ve diğer programların ortak noktaları dikkatimi çekti. Yerli veya yabancı yapımların çoğunda, benim şiddet-şehvet-lezzet-muhabbet dörtlüsü olarak isimlendirdiğim konular öne çıkıyordu. Politik programlarda bile şiddetli tartışmalar vardı. Bilim, teknoloji, sanat ve geleceğin konuşulduğuna pek rastlamadım. Unutmadan ilave edeyim, kaliteli mizah da göremedim.
Aslında uzun bir süredir görsel medyanın, insanın temel ihtiyaçlarına ve içgüdülerine odaklandığını düşünüyordum. Ekranlar şiddet-lezzet-şehvet-muhabbet dörtlüsü ile doldurulduğu zaman beynimizin küçük bir kısmı uyarılıyor, koskoca stratejik beynimiz karanlıkta kalıyor. Oysa günümüzde, iklim, çevre, bilim, teknoloji ve eğitim gibi tartışılması gereken, stratejik fırtınaya dönüşebilecek pek çok gelişme var. Bu yazıda, ilgi bekleyen küresel eğilimlerden ve gerekli önlemlerden bahsedeceğim.
TV'deki şiddet-şehvet-lezzet-muhabbet dörtlüsü
Polisiye ve savaş filmlerinde kanlı canlı sahneleri görmeye alışkınım ama ekranlarda sergilenen bedensel ve silahlı şiddetin derecesi bana artık fazla geliyor. Doç. Dr. Ann M. S. Barry'nin “Visual Intelligence” kitabında bu tip görüntülerin şiddeti teşvik ettiği ve normalleştirdiği anlatılıyor. Ben de bir yazımda, kanlı canlı görüntülerin nasıl dikkat çektiğinden bahsetmiştim.
Tartışma programlarındaki gerginliğin ve sözlü şiddetin de abartıldığını düşünmeye başladım. Rakip konuşmacıların hararetli tartışmalarını da spor karşılaşmaları gibi heyecanla seyrediyoruz. Onlar da, tansiyonu yükselterek izleyicileri ekrana yapıştırmanın yolunu bulmuş anlaşılan.
Görsel medyada bedensel şiddetin sergilendiği sahnelerde şehvete de sıklıkla yer veriliyor. Romantik filmlerde de cinsellik çoğu zaman öne çıkıyor. Artık otomobil reklamlarında da yarı çıplak bedenlerle izleyicilerin ilgisi çekilmeye çalışılıyor.
İlginç bir konu da damak tadı. Ekranlarda ağzımızın suyunu akıtan yemekler ve pastalar sergileniyor. Programlarda çeşitli şehirlerin ve ülkelerin iddialı yemekleri tanıtılıyor. Heyecanlı lezzet yarışmaları yapılıyor. Reklamlar da bir alem. Örneğin, bazı çikolata reklamlarında bile cinsellik veya nefes kesen sahneler görüyoruz.
Dikkati çeken bir başka tür de romantik ve duygusal filmler. Onlarda ise sevgi ve muhabbeti öne çıkarmak için bebeklerle birlikte hayvan yavrularına da yer veriliyor. Reklamlarda bile duygusal görüntüler ve sevimli hayvanlarla ürünler pazarlanıyor.
Görsel medya yöneticileri bizi çözmüşler. Şiddet-şehvet-lezzet-muhabbet dörtlüsü ile ilgimizi çekmeyi beceriyorlar. Biz de böylece “İçgüdüsel Oyunlar”ın mutlu ve pasif seyircilerine dönüşüyoruz.
Bütün dikkatimizi ekranlardaki gündeme verdiğimiz için, Marmara'da salya ortaya çıkınca şaşırıyoruz. Eskilerin tabiri ile , şeytan taşlamaktan tavaf etmeye vaktimiz kalmıyor. Bakalım bu konuda psikoloji ve sinir bilimi bize ne söylüyor.
İnsanlarda ve hayvanlarda içgüdüsel oyunlar
Psikolog Prof. Dr. Abraham Maslow, insanın temel ihtiyaçları arasında bir öncelik sırası olduğunu ifade etmiş ve “İhtiyaç Hiyerarşisi” kavramını ortaya atmıştı. Ona göre aç olan doymadan diğer ihtiyaçları ile ilgilenemez. Eskilerin tabiri ile, aç ayı oynamaz. Öncelikli temel ihtiyaçlar arasında beslenme, barınma, üreme ve yavru yetiştirme var. Bu alanlarda insanlar ile hayvanlar arasında ilginç benzerlikler görülüyor.
Hayvanlar yiyecek bulmak, dengeli beslenmek ve keyif veren gıda maddelerini ayırt etmek konusunda çok başarılılar. Dr. Cindy Engel “Wild Health” isimli kitabında, hayvanların hastalandıkları zaman onları tedavi edebilecek besinlere yöneldiklerini anlatıyor. Onların keyif veren gıda maddelerini, örneğin uyuşturucu içeren koka ve khat (Yemen Otu) gibi bitkilerin yapraklarını tükettikleri de görülüyor.
Hayvanlar avlanmak ve eş bulmak için rekabet ederken bedensel güç ve becerilerini kullanıyorlar. Gerekirse takım halinde avlanıyorlar, hatta yerleşim bölgelerini korumak için hep beraber çatışmalara giriyorlar. Memeli hayvanların yavrularını beslemek ve onları eğitmek için sabırla uğraştıklarını görüyoruz. Onları korumak amacıyla yaşamlarını bile tehlikeye atıyorlar.
Özetle, hayvanlar aleminde de şiddet-şehvet-lezzet-muhabbet dörtlüsü karşımıza çıkıyor. Onların bu maksatla kullandıkları beyin bölümlerinin insan beyninde de olduğunu Prof. Dr. MacLean keşfetmişti. Onun “Triune Brain in Evolution“ isimli kitabına göre, insan beyninin kabaca beşte biri bu dörtlü için kullanılıyor. Anlaşılan beynimizin çok daha önemli işleri var.
Balina ve fil gibi dev memelilerin beyinleri bizimkinin üç dört katı kadar büyük olmasına rağmen onlar bizim kadar stratejik davranamıyorlar. Bunun bir nedeni de ellerinin olmaması.
Prof. Maslow'a göre insanlar temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra stratejik konularla ve sosyokültürel dünya ile ilgilenmeye başlıyorlar. Toplumsal birikime sahip çıkıyorlar ve gelecekle ilgili hazırlıklar yapıyorlar. Bu aşamada kanunlar ve kurumlar gündeme geliyor. Yetenekli gençler keşif, icat ve sanat gibi konularla ilgilenmeye başlıyor. Başka bir deyişle içgüdüsel oyunlara ilaveten “Stratejik Oyunlar” öğreniliyor. Ben bu aşamaya gelen insanların ve toplumların artık “Yaşamsal Satranç” oynamaya başladığını düşünüyorum. Onların karşısında içgüdüsel oyun oynayanlar tutunamıyor.
İnsanın hayvanlardan farkı ve stratejik oyunlar
İki ayak üzerinde yürüyen bir insan, dört ayakla yürüyen bir gorile kıyasla çok daha az enerji harcar. Ayrıca ellerin serbest kalması, eşya ve silahların hatta ateşin taşınmasına imkân verir. Ateşi bir silah olarak kullanabilen insan, bütün hayvanlara karşı üstünlük sağlamıştır. Ateş ayrıca insanlara aydınlanma, ısınma ve yemek pişirme imkanı da verir. Bu işlem besinlerin bozulmasını engellediği gibi onların tüketimini ve sindirimini de kolaylaştırır.
İnsan ellerini karmaşık işlemler ve çeşitli aletler yapmak için kullanır. El göz koordinasyonu ile yapılan işler sırasında beyindeki pek çok bölge devreye girer. Binalar, aletler ve sanat eserleri yapmak insanı hayvanlardan farklılaştırır. Günümüzde insanlar artık robotlar ve makine yapabilen makineler tasarlayıp üretiyor.
Hayvanlarda, yeni problemleri çözme ve yenilik yapma becerisi çok sınırlıdır. İnsan beyninin üzerini kaplayan neokorteks dil, mantık, tasarım ve strateji gibi çeşitli becerilere ev sahipliği yapar. Sol beyinde, dinleme, anlamlandırma ve konuşmaya ayrılmış geniş bir bölge vardır. İnsana mahsus sözel iletişim becerisi, medeniyet mirasının devam ettirilmesi ve sosyokültürel kurumların oluşturulmasında baş rolü oynar.
Neokorteksin sağ tarafı ise sanat, tasarım ve gelecek ile ilgili yaratıcılık ve strateji gerektiren konularda devreye girer. İnsan çevresini ve eşyalarını değiştirmek ve güzelleştirmek için sürekli bir gayret içindedir. Her dönemde insanlar yaşadıkları ortamlarda eserler ve izler bırakırlar. İnsanın keşif, icat ve tasarım merakı beynin büyük bir kısmının uyarılmasına neden olur. Beynin ön bölümlerinde hasar oluşan kişiler bu konulara ilgisiz kalır.
Günümüzün rekabetçi dünyasına gençlerimizin hazırlanabilmeleri için beyinlerinin bütününü etkin bir şekilde kullanmayı öğrenmeleri gerekiyor. Bu amaçla güncel ve kısır gündemden ve özellikle de şiddet-şehvet-lezzet-muhabbet dörtlüsünde biraz uzaklaşarak, küresel stratejik gelişmelere zaman ayırmaları gerekiyor. Bu şekilde beyinlerini kullanan gençlerin iyi bir Yaşamsal Satranç oyuncusu olabileceklerini düşünüyorum.
Hangi stratejik fırtınalar bizi bekliyor?
Türkiye'nin iklim krizinden en fazla etkilenecek ülkelerden biri olduğu biliniyordu. Aslında, Marmara'daki salya sorununun bir nedeni de küresel ısınmadır. Tarım ve hayvancılık sektörleri kuraklık ve susuzluk nedeniyle ciddi sorunlar yaşamaya devam ediyor. Bütün bu stratejik gelişmelere rağmen ülkemizin iklim krizine nasıl hazırlanması gerektiğini hâlâ yeterince konuşmuyoruz.
İstanbul Depremi konusunda da bilim insanları uzun süredir uyarılar yapıyordu. Buna rağmen artık onu da kanıksamaya başladık. Kentsel dönüşüm gündemden düştü. Deprem konusu bile, tek başına ciddi bir stratejik fırtına potansiyeli içeriyor.
Dijitalleşmenin dünyayı nasıl değiştireceği uzun süredir tahmin edilmeye çalışılıyordu. Pandemi döneminde çalışma yaşamının geleceği ile ilgili büyük bir belirsizlik ortaya çıktı. “Yeni Normal” veya “Rönesans” adı verilen geleceğin dünyasında şehir merkezlerinin ve ofis binalarının ne olacağı tartışılıyor. Dijital dönüşüm fırtınasına nasıl hazırlanacağımızı bizim de tartışmamız gerekiyor.
Eğitim dünyasında da dijital dönüşüm başladı. Aslında, PISA ölçümlerine göre ortaöğretimde geri kaldığımızı biliyorduk. Sayıları artmaya devam eden üniversitelerimiz de küresel sıralamalarda istediğimiz yerde değiller. Yeterince yayın yapamıyoruz ve patent alamıyoruz. Akademik dünyadaki küresel eğilimleri öngörmek ve yeni teknolojileri kullanarak önlemler almak gerekiyor. Örneğin, dijitalleşme ve yapay zekâ fırtınasının meslekleri nasıl değiştireceğini tartışmalıyız. Öğrencilere stratejik sorunları çözme becerisi kazandırmalıyız.
Küresel ölçekte bir eğilim de üretimin Uzakdoğu'ya kayması. Onun bir yansıması olarak, birçok ülkede sanayi üretimi geriliyor. Ülkemizde de eğitimli gençlerin işsiz kaldığını ve ülkeyi terk etmeye başladığını görüyoruz. Asgari ücretle çalışmak zorunda kalan üniversite mezunları ciddi bir sorun. Ne yazık ki, gençler arasında uyuşturucu tüketimi ve ölümler de artıyor.
Yukarıda bahsedilen küresel gelişmeleri, stratejik fırtınalara dönüşmeden önce tartışmak gerekiyor. Sanayi ve ticaret odaları bu gelişmelerin üyelerini nasıl etkileyeceğine dair raporlar hazırlayabilirler. Üniversitelerde bu alanlarda tez çalışmaları yapılabilir. Orta öğrenimdeki öğrencilere de bu konularla ilgili ödevler verilebilir. Ezberleme ve test çözme yerine gerçek dünyanın sorunları ile yüzleşmeye başlayabilirler.
Özetle, ufukta stratejik fırtına yaratabilecek çok sayıda küresel gelişme var. Oysa bizim, içgüdüsel oyunları seyretmekten stratejik düşünmeye yeterince zamanımız kalmıyor. Beynimizin tamamını devreye sokmadan, küresel oyuncuların karşısında Yaşamsal Satranç oynayamayız.
Son söz: Geleceğe odaklanarak yaşamsal satranç oynamak
TV kanalları bizi, şiddet-şehvet-lezzet-muhabbet dörtlüsü ile renklendirilmiş içgüdüsel oyunları seyretmeye yönlendiriyor. Bu şekilde beynimizin sadece beşte bir kadarı uyarılırken, geri kalan kısmı sessizliğe gömülüyor. Bu sırada, bizleri hayvanlardan farklılaştıran stratejik becerilerimiz köreliyor. Güncel ve yerel konulara odaklanarak geleceğimizi ıskalıyoruz.
Küresel gelişmeler fırtınalara dönüşürken, bilim, teknoloji ve sanat alanlarından yaratıcı çözümler üretebilecek yeni nesillere ihtiyaç var. Bu amaçla eğitim sisteminin ve iş dünyasının stratejik projelere odaklanması gerekiyor. Bu şekilde yetişen ve çalışan gençler geleceğin rekabetçi dünyasında Yaşamsal Satranç oynayabilir.