Geçtiğimiz hafta Avrupa Parlamentosunun (AP) yegane Kıbrıs Türk parlamenteri Niyazi Kızılyürek Atina’daydı.
Kızılyürek, 2019 AP seçimlerinde Kıbrıs Rum Kesimi'nin komünist AKEL partisi tarafından aday gösterilmesi sonucunda hem Rum hem de seçimlere katılmak isteyen Kıbrıs Türk seçmeninin oylarıyla AP’ye girmeye hak kazanmıştı.
Her iki dili de ana dili gibi konuşabilen nadir bir Kıbrıs’lı olan Kılızılyürek’i çok sevenleri kadar, hiç sevmeyeneleri de var.
Sevenleri, Niyazi’nin Kıbrıs’taki her iki toplumu yakından tanımasından ve Kıbrıs sorununun çözümü için toplumları yakınlaştırma çabaları için seviyor.
Sevmeyenleri de Niyazi’nin her iki toplumu yakından tanıdığı için toplumların birbirlerine karşılıklı olarak yaptıkları haksızlıkları, belgelere dayandırarak açık açık dile getirme; ve kaleme alma cesaretini gösterdiği için sevmiyor..
Çünkü Niyazi “Ben ilk önce Kıbrıslıyım” diyebilen nadir ve halis bir Kıbrıslı.. Çünkü Kıbrıs’ın her iki kesiminde de “Ben ilk önce Kıbrıslıyım” deme cesaretini gösterecek pek kimse kalmadı.
Niyazi Kızılyürek, taraf tutmadan ve adil bir şekilde kaleme aldığı “Bir hınç ve şiddet tarihi: Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma” adlı iki ciltlik kitabının Yunanca çevirisinin tanıtımını yapmak için gelmişti Atina’ya.
Kıbrıs Türk Kesimi ve Türkiye’nin Kıbrıs sorununu genel olarak 1964 Rum kaynaklı şiddet olaylarından başlatıp; Türkiye’nin 1974 Kıbrıs operasyonu ile sona erdiren bir söylemi vardır.
Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın ise Kıbrıs sorununu 1974 Kıbrıs operasyonuyla başlatıp Türkiye’nin Kıbrıs’ın yarısını işgal ettiğine dair bir söylemi vardır.
Oysa Niyazi, son kitabında Kıbrıs sorununu 1958’lerde başlayan ve günümüze kadar süren bir sorun olarak tanıtıyor ve tarafların hem kendi aralarındaki görüş ayrılıklarını hem de karşı tarafa yapmış oldukları haksızlıkları belgeleriyle bir bir anlatıyor.
Niyazi Kızılyürek’in bu tarafsız ve adil tutumuyla tarafların “kirli çamaşırlarını” ortaya dökmesi kimi çevreleri son derece rahatsız ederken; kimi çevrelere de “hele şükür, gerçekler gün ışığına çıkıyor” dedirtebiliyor.
Kısacası, Kıbrıs davasını takip edenler için Niyazi’nin bu kitabı,tarafların –tabii niyetleri varsa- bir “özeleştiri” yapması için iyi bir fırsat olacağına inanıyorum.
Tanıtıma katılan uluslararası ilşikiler Prof. Dr. Theororos Tsikas’ın da dediği gibi “Taraflar kendi hatalarını ve geçmişteki haksıksızlıkları resmen kabul etmeden ve özeleştiri yapmadan soruna ail ve kalıcı bir çözüm bulmak imkansız” gibi görünüyor..
Ama basın dünyası da “tarafsız ve adil olma” temel öğelerini bir yana bırakmış değil mi sanki?
Öyle olmasa Türkiye de Yunanistan da 180 ülke arasında Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında 100. sıralarda bulunur muydu?
Bu araştırmaya göre Türkiye geçen yıla oranla 4 basamak yukarı çıkarak 149. sıraya yükselmiş.. Yunanistan ise 38 basamak aşağı düşerek 108.sıraya oturmuş.
Basının en özgür olduğu ülke –geçen sene olduğu gibi-bu sene de birinciliğini korurken; Kuzey Kore, 1 basamak daha düşerek 180.; yani en alt sıradaki yerini korumaya devam ediyor. (İlgilenenler için)
Beş basamak daha düşerek 155.sıraya yerleşen Rusya ise son zamanlarda “7 düveli” karşısına almış bulunuyor.. Ancak Ukrayna savaşı yalnız silahları değil; kiliseleri de çatıştırmaya başladı.
Hristiyan Ortodoks olan Rusya’nın Patrik’i Kiril, hem Hristiyan Katoliklerin Ruhani lideri Papa Francisco hem de Hristiyan Ortodokslar’ın “beşler arasında birinci” sıradaki Patrik’i Bartholomeos’un şimşeklerini üzerine çekmiş bulunuyor.
Her iki din adamı da Patrik Kiril’in “dindaşlarararası savaşı sona erdirme” amacıyla vaazlar verme yerine Rusya’nın keza Hristiyan Ortodoks olan Ukrayna işgalini “takdis etmesini” İncil’den alıntılar yaparak kınıyor; AB ise bu nedenle Patrik Kiril’i, ilk defa üst düzey bir din adamı olarak “kara listesine” almaya hazırlanıyor.