26 Mayıs 2022

Silah, silah, silah...

Milyarlarca para harcanan ve diğer verimli ve halklara yarar sağlayacak endüstri ve iş yapma olanaklarının önünü tıkayan silahlanmaların şimdiye kadar "beyin yıkamaktan başka bir işe yaramadığı" hayat pahalılığının aldığı hızdan anlaşılıyor

TV kanallarını izliyorum. Gün aşırı silahlanmalara geniş yer ayrılıyor. Hem Türkiye'de, hem Yunanistan'da. 

Türkiye bir yandan silahlı kuvvetlerinin envaterine giren onlarca tank, denizaltı, uçak, İHA, SİHA, roket, füze, torpillerden gururla söz ederken diğer yandan Yunanistan'ın silahlanmasından yakınıyor ve en resmi ağızlardan "Yunanistan kime karşı silahlanıyor? Türkiye'ye karşı az; kendisini savunması için fazla silah alıyor" diyor.

Yunanistan, 10 yıl aradan sonra kesesinin ağzını açtığı bütçesinden silahlanma programını açıklıyor, ABD'den, Fransa'dan satın aldığı 18 adet Rafale savaş uçaklarından, Fransa'dan alacağı Frikateyn'lerden, 20 adet F-35'lere de talip olduğundan, ABD'nin açtığı askeri üslerinden, İsrail ve ABD'den aldığı yapımı SİHA'larından söz ederken; Türkiye'nin silahlanmasından yakınıyor, ve "...Türkiye bize saldırırsa geldiklerine pişman olacakları kadar hazır ve güçlüyüz" demekten geri kalmıyor.

Her iki ülkenin aşırı derecede silahlanmasına paralel olarak yine resmi ağızlardan "Karşı tarafa saldırmak için değil; kendi sınırlarımızı korumak için silahlanıyoruz. Karşı tarafla diyalog istiyoruz" cümleleri dökülüyor.

Yine TV kanallarından -bazıları "Prof." ya da "Dr." unvanı taşıyan- emekli askerlerin yorumlarını dinlerken çileden çıkıyorum.

Bunlardan biri "Yunanistan bize saldırmayı planlıyor. Bunu İngilizlerin desteğinde 1919'da yapmıştı. Şimdi ABD'nin desteğinde aynısını yapacak. Bize saldıracak." diyor. 

Yani "Yunanistan illa ki 100 bin askeriyle 85 milyonluk Türkiye'ye saldıracak."

Diğeri "Türkiye, Ege'de ve Doğu Akdenizde bazı adalarımızı almaya hazırlanıyor. Bunun provasını zaten 1996'da Kardak kayalıklarında yapmıştı. Ege ordusunun çıkartma filosu adalarımızın karşısında beklemede." gibi ahkam kesen sözüm ona müneccimler savaş tam tamları çalıyor.

Yani Türkiye, "Yunanistan'ı işgal etmeyi kafaya sokmuş, illa ki savaş çıkartacak."

Es kaza "profesörlerden" biri çıkıp "Yahu karşı tarafın da şu şu meselelerde hakkı var" diyemiyor. Çünkü biliyor ki anında "kara listeye" alınacak.

Kısacası bir taraf diğer tarafı kendisine tehdit olarak görmekte ısrar ediyor.

Orta Çağ'da Romalıların "si vis pacem para bellum" dedikleri yani "Barış istiyorsan, savaşa hazır olmalısın" moto'su her iki tarafta da dile getiriliyor, ama Abraham Lincoln'un keza Roma imparatorlarından Sigismund'tan yaptığı "The best way to destroy an enemy is to make him a friend" yani "Bir düşmanı yok etmenin en iyi yolu onunla dost olmaktır" alıntısını kimse kale almıyor.


Bizim gençliğimizdeki üniversiteli yıllarımızda kendimizi "solculuk"a adadığımızda ve "Tanklarımızı traktörlere dönüştürelim, savaş uçakları yerine itfaiye uçakları alalım" gibi sloganlar attığımızda polis kuvvetleriyle çarpışırdık. Bize ya "komünist" ya da en iyimserleri "romantik" derdi. Zamanımızda bu gibi sloganlar atacak gençlik kalmadı.

Kaldı ki, bu sloganlarla yollara dökülecek birileri çıksa bile silah ve savaş karşıtı oldukları için "teröristlikle" suçlanamayacakları aşikâr. En azından "hain" damgası yiyecekler. Oysa "bizim gençlik" ne kadar haklıymış.

Rusya- Ukrayna nedeniyle "dünyanın kıtlık sorunu yaşamaya hazırlanması" gerektiğine dikkati çeken "Ecomomist" dergisinin öngörülerini dikkate alacak olursak; önümüzdeki yıllarda tankların değil, traktörlerin daha çok işe yarayacacağı kesindir.

Aynı şekilde küresel iklim değişkiliğinin tetiklediği devasa yangınlar, Akdeniz havzasındaki ormanları cayır cayır yakarken, savaş uçaklarına değil; itfaiye uçaklarına ihtiyaç duyulacağı da bir o kadar kesin. Bunun örneklerini daha geçen yıla kadar resmi ağızlardan "ciğerlerimizi yakan" diye tanımlanan Türkiye ve Yunanistan'daki orman yangınlarında da ; itfaiye uçaklarının yetersizliğinde de gördük.

Türkiye ile Yunanistan arasında gözlenen son gerginlik, şu anda "sözlü düello" düzeyinde bulunuyor. Ancak Ege'nin her iki yakasında yaşayanlar "durup dururken yeni ve daha tehlikeli bir 2020 krizinin yaşanacağından" endişe duyuyor.

Ege'nin iki yakasında yaşayanlar, kimin hangi silahı aldığına değil, diz çöktüren hayat pahalılığına kilitlenmiş durumda.

Savaş naraları atmaya devam edenler, çok sevdikleri TV programlarından sonra, sahne aldıkları aynı TV'lerin haber bültenlerindeki Ukrayna savaşından arda kalan harabelere, can çekişen insanlara da bir göz atıversinler. Silah, savaş neymiş görsünler.

Yayın organları, ortalığı yatıştırmak için değil, ortamı adeta daha da kızıştırmak için birbiriyle yarışıyor.

Gazetecilik yapmaya çalışanlar ise "ana akım ne derse onu yapmak zorunda oldukları" uyarılarıyla karşılaşıyor.

Kendilerine "karşı tarafın ne söylediği değil, bizim tarafın ne kadar yüzde yüz haklı olduğunun irdelenmesi gerektiği" vurgulanıyor. Yoksa "anında kapı dışarı" ediliyor.

Milyarlarca para harcanan ve diğer verimli ve halklara yarar sağlayacak endüstri ve iş yapma olanaklarının önünü tıkayan silahlanmaların şimdiye kadar "beyin yıkamaktan başka bir işe yaramadığı" hayat pahalılığının aldığı hızdan anlaşılıyor.

Aksini düşünenler varsa -ki vardır- sabah uyandıklarında marketlerdeki fiyatlara, içtikleri kahvenin, benzin fiyatlarının artışına baksınlar sonra yapılan onca silahlanmalara gururla baksınlar.

Son olarak Albert Einstein'in bir sözü vardır. Kendisine "Sizce üçüncü dünya savaşı nasıl olur?" sorusuna karşı "Üçüncü dünya savaşında hangi silahların kullanacağını bilemem ama dördüncü dünya savaşı taş ve sopalarla yapılacak" demişti.

Yazarın Diğer Yazıları

Her yerde bayram var...

Miçotakis, Paskalya'dan sonra Ankara yolcusu, ana muhalefet lideri Kasselakis askerde...

Amerika'ya büyük bir memnuniyetle milyar dolarlar verilirken, halklar hayat pahalılığından kıvranıyor

Bu konuda her iki ülkede yayınlanan haberler, fotoğraflar ve grafikler birbirine o kadar benziyor ki, zannedersiniz iki ayrı dili konuşan tek bir halk var ve en büyük sorunu geçim sıkıntısı...