17 Şubat 2019

Soçi’de her yol Şam’a çıkıyor!

Şu anda Astana süreci, Şam rejiminin meşruiyetinin güçlendirilmesine, Suriye’nin geleceğinin Esad tarafından belirlenmesine zemin hazırlıyor, Türkiye’yi de bu yöne gitmeye zorluyor

Türkiye, İran ve Rusya’nın Suriye’nin geleceğini konuşmak için bir araya geldikleri Soçi zirvesiyle aynı gün ABD, Varşova’da temel amacı İran’a karşı birleşik cephe oluşturmak olan bir toplantı gerçekleştirdi. Her ne kadar, sallapati bir şekilde düzenlenen bu konferansın İran odaklı diye açıklanmasından başta ev sahibi Polonya olmak üzere katılımcıların pek çoğu rahatsızlık hissettiklerinden dolayı, terörizm vs. gibi konular eklendiyse de hedef buydu. Varşova zirvesi ABD açısından aslında bir fiyasko oldu. Önde gelen Avrupa ülkeleri üst düzey bürokrat göndermekle yetinirken, güya Ortadoğu’nun geleceğini tartışacak bir platformda Filistin-İsrail meselesine yer verilmedi. Arap kamuoyunda Filistin meselesi askıda dururken İsrail ile yakınlaşmadan duyulan rahatsızlık da giderek daha yüksek sesle dile getirilir oldu.

Varşova’da Avrupa’ya aba altından ABD sopası

İsrail Başbakanı Netanyahu, Varşova’ya gitmeden önce gündemin bir numaralı maddesini İran’ın teşkil ettiğini, böyle bir madde gündemde yazılı olmadığı halde söyledi. Netanyahu’nun gafları bununla da bitmedi. Polonyalıların Nazilerle soykırımda iş birliği yaptıklarını söyledi ve Twitter hesabından, daha sonra sileceği bir mesajla gerçek gündemi ilan ediverdi: “Bu toplantıyla ilgili önemli olan, ki zaten sır da değil, önde gelen Arap ülkelerinin temsilcileri İsrail ile aynı masa etrafında toplanarak İran’la savaşmaktaki ortak çıkarımızı tartışacaklar”.

Sonradan mesaj, çeviride yanlışlık var denerek “İran’la mücadelemiz” diye değiştirilmiş!..

ABD Başkan yardımcısı Pence toplantıda yaptığı konuşmada Avrupa ülkelerine saldırdı. Bilindiği gibi, Başkan Trump, ABD’yi İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan çekmişti. Ardından yeni yaptırımlar devreye girdi. Bunlara göre İran ile ticaret yapan ülkeler de cezaya uğrayacaktı. Avrupalılar, İran’ın nükleer anlaşmanın şartlarına uymayı sürdürmesi için gayret sarf ettiler ve bu ülkeden petrol ve gaz almanın yolunu bir şekilde buldular. Mütecaviz Pence, bu davranışı, “pek tavsiye edilmeyecek bir adım diye görüyoruz. Böyle bir tutum ancak İran’ı güçlendirir, AB’yi zayıflatır ve ABD ile Avrupa arasındaki mesafeyi daha da açar” diye değerlendirerek Avrupalılara aba altından sopa gönderdi.

Türkiye bu toplantıda siyasi otorite tarafından temsil edilmedi, zira zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan İran ve Rusya Federasyonu liderleriyle Soçi’de idi.

Soçi’de Türkiye’ye Suriye yönlendirmesi

Soçi’deki zirveden çıkan kararların Ankara’nın arzularına ne ölçüde uygun olduğu tartışmaya değer. Birincisi, Fırat’ın doğusuna yapılması düşünülen bir harekât için yeşil ışık bu zirveden çıkmadı.

İkincisi, İdlib’de Türkiye’nin taahhüt ettiği şekilde, Astana ekibinin de terörist diye tanımladığı Heyet Tahrir Şam örgütünün pasifize edilmesi, dişlerinin sökülmesi işini bitirmesi istendi. Başkan Putin, sonradan sözcüsü aracılığıyla “aslında İdlib’e yönelik bir askerî harekât konusunda herhangi bir anlaşmaya varmadık” dediyse de öncesinde kendi ağzıyla “bu terörist yuvasının tümüyle yok edilmesini istiyoruz” diye asıl arzusunu dile getirmişti.

Üçüncüsü, ortak bildirideki dile rağmen tarafların benzer kaygıları taşımadıkları ya da öncelikleri paylaşmadıkları ortadaydı. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Kürtlerin Suriye’nin geleceğinin tanımlanmasının ayrılmaz bir parçası olduklarını söyledi. Kürtler ile PYD arasında bir ayrımı vurgulamadı. PYD/YPG de zaten Amerikan askerlerinin bölgeden çıkacağı tarih yaklaşırken Şam’daki rejimle müzakerelerini de sıkılaştırıyor. İdlib’e yönelik bir saldırı Türkiye açısından tam bir insani felaket tablosu yaratacağından bu bölgede herhangi bir büyük çatışmanın en azından ertelenmiş olması kısa vadede Ankara’yı rahatlatmış olmalıdır.

Bu bağlamda Türkiye açısından, sınırın güneyinden gelecek tehditlere karşı Şam rejimiyle bir mutabakat aramaktan başka bir yol kalmıyor gibi. Adana Anlaşmasına gerek Rusya gerekse İran liderlerinin yaptığı atıf aslında Türkiye’yi bu yöne gitmeye zorlama anlamına geliyor. Bunun meali ise, ABD, Rusya ve İran’ı hep birlikte karşısına alma niyeti olmadığı taktirde Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna bir harekât yapabilmesinin imkansızlığıdır.

Ankara’nın Washington ile Menbiç konusunda sürdürdüğü müzakerelerin Amerikan ordusu çekilmeden bir sonuca bağlanması da giderek güçlü bir ihtimal olmaktan çıkıyor. Kaldı ki, Türkiye’nin Astana sürecindeki ortaklarının da Menbiç’te Türk ordusunun varlığına sıcak baktıklarına dair bir emare de yok. Aslında şu anda Astana süreci Şam rejiminin meşruiyetinin güçlendirilmesine, Suriye’nin geleceğinin Esad tarafından belirlenmesine zemin hazırlıyor.

İran ile `Rusya zaten bu rejimin ayakta kalmasını, iç savaşı kazanmasını sağlayan iki devletti. Rejimi ne pahasına olursa olsun devirmek için büyük gayret sarf eden Ankara bu durumda katlandığı tüm maliyetlere rağmen istediğini elde edememiş olacak. Dahası, ortaklarının iradesine aykırı bir adım atabilme ihtimali de belli ki mevcut değil.

Böylesi bir tabloda Türkiye açısından bir yandan ABD ordusu çekildikten sonra doğacak boşluğun nasıl doldurulacağına dair alternatif senaryolar üzerinde çalışmak, diğer yandan da İdlib’e yönelik bir büyük taarruzun gerçekleşmesini engellemek en önemli iki hedeftir. Bu çabalar sürerken Rusya ile ABD ve bir ölçüde Fransa gibi bir Avrupa ülkesi arasında IŞİD’e yönelik mücadelenin nasıl sürdürüleceği, İdlib sorununun yoğun bir göç dalgasına ve insani felakete yol açmadan nasıl çözüleceği hakkında mutabakat arayışlarına girişilmesi de şaşırtıcı sayılmamalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Trump'a "Boku yedim" dedirten rapor

Mueller ve ekibinin raporu, kullandıkları dil ve sundukları bilgilerin ışığında Trump açısından Başkanlık sonrası dava ihtimalini açık tutuyor

NATO'da yaş 70 iş bitmiş mi?

Görünen o ki, 70 yıllık örgüt kendisini yenileyecek ve işlevsel kalmaya gayret edecek. Türkiye'nin de bir yandan Batı’dan kopup kopmayacağı tartışılırken, güvenlik açısında onunla NATO bünyesinde müthiş bir yakınlaşma şekillenmekte

Birleşik Krallık'ın tatsız vodvili: Brexit

Perişanlığı, kapasitesizliği ve genelde sınırlı beceriye sahip olanlara özgü inadıyla Theresa May Brexit meselesini kötü yönetti