Richard Sennet, Karakter Aşınması adlı eserinde, iş yaşamının kişilik üzerindeki etkilerine odaklanır. Rutin ve esnek çalışma modelleri üzerinden yaptığı kıyasları, seçtiği iki somut örnek üzerinden anlatır. Kendi verdiği isimle Enrico, 1950'li yıllarda Amerika'ya yerleşmiş, emekli olana kadar da bir iş merkezinde hademelik yapmış İtalyan bir göçmendir. Karısı ile birlikte durmadan çalışmışlar ve oğulları Rico'nun üniversite okuyabilmesi için tüm fedakârlıklara katlanmışlardır. Enrico ve karısı, aldıkları ücret ile ne zaman ev sahibi olacaklarını, ne zaman emekli olacaklarını, emekli olunca nerede oturacaklarını biliyorlardı. Hayatın rutini onlara ilginç bir özgüven sağlamıştı çünkü kriz, risk, risk yönetimi gibi kavramlar hayatlarında yoktu. Enrico yıllarca aynı işte çalışmış, aynı sosyal çevreyle görüşmüş, aynı semtte yaşamıştı. Netice itibariyle kendince başarıya da ulaşmıştı; oğlu çok iyi bir üniversitede mühendislik okumuş, kendisi de yıllarını geçirdiği banliyö mahallesinden daha saygın bir mahalleye taşınmıştı. Oğlu Rico ise Enrico'nun yaşadığı hiçbir zorluğu yaşamamış, yerel bir üniversitede mühendislik okuduktan sonra New York'ta işletme okumuş, aynı okulda tanıştığı, kendisinden daha iyi bir aileden gelen Protestan bir kadın ile evlenmişti. Rico toplumun en alt kademesinde yer alırken, yakaladığı başarı sayesinde toplumun ekonomik olarak ilk yüzde 5'lik dilimine girmişti. Rico, babasının yaşam tarzına saygı duymakla birlikte, kendi başarısını risk almak ve bir yere bağlı kalmamak olarak kodlamıştı.
Böyle anlatınca her iki hayat hikâyesi de başarılı görünmekte. Sıfırdan başarıya ulaşan, ev sahibi olup çocuk okutan Enrico da başarılı, inanılmaz bir dikey yükselme ile sınıf atlayan Rico da. Olaylara biraz daha yakından bakarsak, her iki hayatın da farklı görüneceğine şüphe yok. Enrico, hayatta kalabilmek ve bir türlü sahip olamadığı saygınlığı kazanabilmek için dur duraksız çalışmış ve bu esnada başka hiçbir şey yapmamıştı. Ne bir ülke gezebilmiş ne de bir sanata meyletmişti. Kendi kültürel sermayesine zerre yatırım yapamamış, ihtiyar bir adam olduğunda işinden başka anlatacak bir hikâyesi olmamıştı. Rico, risk, kriz, analiz gibi sözcükler etrafında bir hayat kurmuş ve sürekli iş değiştirmişti. Bir iş yerine ve bir semte bağlı kalmamış adeta mobil bir insan haline gelmişti. Bu da onun bir türlü sosyal çevre kuramayışına neden olmuştu. Kendi ifadesiyle; tüm hayatını bu şekilde yaşarken çocuklara sadakatten, bağlılıktan, erdemden nasıl bahsedecekti?
Enrico yıllarını rutin çalışmaya, Rico ise esnek çalışmaya feda etmişti. Her iki çalışma biçiminin de insan kişiliği üzerinde yıkıcı etkileri mevcuttur. Rutin; Marx'ın da ifadesiyle, kişinin işine ve kendisine yabancılaşmasına neden olmaktadır. Esneklik ise rutinin bürokratik yapısından kurtulması gibi görünse de, merkezilikten uzaklaşan bu sistem yeni iktidar ve kontrol yapıları üreterek kişinin üzerinde daha sıkı tabiiyet kurulmasını sağlamıştır. Fakat göz ardı edilmemesi gereken bir unsur var ki; her iki çalışma yöntemi de kişilerin üzerinde mutlak tahakküm kurmakta, onları bulundukları sosyal ve siyasal koşullara ikna ederek tabi olmalarını sağlamaktadır.
Rutin ilişkiler ve tabi olma hali
Dino Buzzati'nin 1940 yılımda yayınlanan ve 1949 yılında Fransızca tercümesi ile kendisine dünyaca ün kazandıran romanı Tatar Çölü, rutin ilişkileri ve tabi olma halini irdeleyen önemli bir eser.
Romanın başkahramanı Giovanni Drogo, Harp Akademisi'nden henüz mezun olmuş ve genç bir subay olarak ilk görev yeri olan Bastiani Kalesi'ne atanmıştır. Romanın kurgusu Giovanni'nin kenti terk etmek üzere yaptığı hazırlık ile başlamaktadır ve henüz okuyucuya açıklanmayan bir sıkıntı hâkimdir Giovanni üzerinde. İlk görev yeri olmasına karşın ve subay kıyafetini ilk defa giyinmesine rağmen, coşkulu bir neşe yoktur Giovanni'nin üzerinde. Tersine sıkıntılı bir bekleyiş gelip çökmüştür üzerine.
Romanın bu bölümünde Giovanni ve ailesine dair birkaç emareye değinmek yerinde olacaktır zira bu emareler ailenin sosyo-ekonomik yapısına ışık tutmaktadır. Evvela atı ile kenti terk ederken uzaktan evine şöyle bir bakar ve hizmetçilerin yatakları topladıklarını görür. Bunun yanı sıra görev yerine ilk vardığında Binbaşı Matti ile konuşmasında babasının bir doktor olduğunu öğrenmekteyiz. Giovanni, evinde hizmetçiler çalışan ve babası doktor olana genç bir adamdır esasen. Bu irdeleme neticesinde onun neden harp okulunu tercih ettiğini ve neden uzak bir sınır kalesinde görev yapmaya razı olduğunu sormalıyız. Elbette romanın yazıldığı dönemden, İkinci Dünya Savaşı yıllarından bağımsız düşünemeyiz bu soruyu. Milliyetçiliğin ve akabinde kahraman-şehit olma erdeminin yükselen değerler olduğu yıllardan bahsetmekteyiz.
Giovanni Drogo, Bastiani Kalesi'ne gitmek üzere uzun ve belirsiz bir yolculuğa çıkar. Çünkü garip bir biçimde, civardakiler bu kalenin varlığından bihaberdir. Yolculuğunun son bölümünde daralan bir vadiye giren Giovanni, at üzerinde kaleye gitmekte olana Yüzbaşı Ortiz ile tanışır ve Bastiani Kalesi hakkında ilk bilgileri ondan alır.
Dino Buzzati
Unutulmuş, umursanmayan bir kale
Bastiani Kalesi'nin roman içerisinde çok özel bir yeri vardır. Zira tabiiyeti sağlayan ve disipline edici geometrik yapısı ile önemli bir göstergedir. Bastiani Kalesi; kuzey sınırında yer alan, önünde Tatar Çölü denilen devasa boşluk bulunan ve yakın dönemde hiçbir olayın yaşanmadığı yalnız bir kaledir. Kaleye gönderilen askerler sürekli bir düşman saldırısı beklemektedir fakat düşmanın geleceği yön olan kuzeyde en ufak bir hareketlilik dahi gözlenmemektedir. Bastiani Kalesi esasen öyle umursanmayan bir kaledir ki, hükümet onun varlığını unutma noktasına gelmiştir. Hatta ilerleyen yıllarda kalenin personel sayısını yarıya düşüreceklerdir. Yüzbaşı ile konuşmasında Giovanni, çöle neden Tatar Çölü denildiğini, orada Tatarların mı yaşadığını sorduğunda ise Yüzbaşı Ortiz net bir cevap veremez; "Herhalde bir dönem öyleydi" demekle yetinir. Yani saldırısı beklenen düşmanın dahi kim olduğu belli değildir.
Romanın dikkat çekici unsuru alametifarikası biraz da budur aslında. Hiçbir işlevi olmayan, düşman saldırısına dair en küçük bir emare dahi belirmeyen bir kaleyi savunurken motivasyon kaynağı nedir? Askerlerin tabiiyetini sağlayan güç nereden kaynaklanmaktadır?
Bu soruların esasen birkaç yanıtı var. Rutin, alışkanlıklar, atalet hali, ideoloji, kuralların ve yönetmeliğin kim tarafından konulduğu ve en önemlisi ideoloji yoluyla öğretilen tabiiyet.
Giovanni kaleye ilk vardığı gün derhal geri dönmeyi düşünmüş ve Binbaşı Matti ile yaptığı görüşmede bunu dile getirmiştir. Dört ay sonra yapılacak doktor kontrolü sonrası kaleden ayrılmasının uygun olacağı kendisine söylenmiştir. Fakat Giovanni tam otuz yıl boyunca Bastiani Kalesi'nde kalmıştır.
Giovanni yetişme tarzı ve Harp Akademisi'nde okuması ile belirli bir ideolojik perspektif ekseninde şekil almış bireydir. Yaşadığı dönemi yani İkinci Dünya Savaşı yıllarını da ele alırsak onun kahraman olma isteğini göz ardı edemeyiz. Tabiiyeti kuran ilk ve en önemli gösterge Giovanni'nin kaleye gelmeden önce aldığı ideolojik yatkınlıktır diyebiliriz. Kaleye geldikten sonra hemen geri dönmeyi düşünse de, hem kalenin disipline edici geometrik yapısı, hem Tatar Çölü'nün değişmezlik hissi veren görüntüsü, zamanla benimseyeceği rutinlik ve askerler arasında dile getirilen kahraman olma isteği onu otuz yıl boyunca orada tutmayı başarmıştır. Bu tabiiyet öylesine güçlü bir hal almıştır ki Giovanni son ana kadar bir Tatar saldırısı beklemiştir.
Kafkaesk anlatım tarzı
Tatar Çölü ile ilgili uzun yıllardır eleştiriler, yorumlar yapılmaktadır. Bunların önemli bir bölümü, kişinin hayatındaki kararlara dikkat etmesi gerektiği ve pişman olmayacağı şeyler yapması üzerine kurulu. Bu hayatı bir defa yaşayacağımızı ve onu da mümkün olan en doyurucu biçimde yaşamamız gerektiğini söylemekteler. Bu öngörüler yanlış ifadeler olmamakla birlikte, kişiyi her halükarda özgür bir birey gibi ele almakta ve büyük sistemlerin onun üzerindeki etkisini yadsımaktadır. İnsan çalışmamakta özgürdür evet. Fakat bu özgürlük ona ödenmeyen kira ve faturalar olarak geri dönecektir.
Dino Buzzati, okurlarının yakından gözlemleyeceği üzere, Kafka etkisindeki anlatım tarzı ve Tolstoyvari ahlakçı önermeleri ile dikkat çekmektedir. Giovanni Drogo'nun hastalanıp kaleden gönderilmesi tıpkı seksen iki yaşında evini terk edip yollara düşen Kont Tolstoy'un trajedisi gibidir. Fakat önemli bir fark vardır ki; Tolstoy yaşadığı pişmanlığı kendi elleri ile yaşamıştır. Giovanni ise tamamen kuşatılmış, tabi kılınmış bir bireydir.
Kaleye gelişinin dördüncü ayında geri dönme şansı varken kalmayı ve kahraman olmayı seçer Giovanni. Bunda kalenin kural ve yönetmelikleri önemli ölçüde etkili olmuştur. Giovanni'nin bu yönetmelikleri yok sayma şansı yoktur. Paulo Freire'nin dediği gibi; "Her kural belirleyiş, bir insanın başka bir insana seçimini dayatması demektir. Bu da belirlenen insan bilincini, belirleyeninkiyle uyumlu bir bilince dönüştürür. Böylelikle ezilenlerin davranışı belirlenilmiş bir davranış olacaktır ve ezenin ilkelerini benimsemiş olacaktır". Görüldüğü gibi Giovanni ile yönetmelikler arasında asimetrik bir ilişki vardır ve Giovanni ister istemez tüm kuralları, kendisi koymuş gibi benimseyecektir.
Rutinin boğuculuğu
Yazının başında rutin ve esneklik kavramlarına değinmiş ve her iki çalışma yönteminin de kişiyi sisteme ustalıkla tabi kıldığına vurgu yapmıştık. Giovanni Drogo için durum rutinin boğuculuğu ekseninde gelişme göstermiştir. Tıpkı 1950'li yıllarda Amerika'ya gelen Enrico gibi. Enrico da rutinin ve bürokrasinin 'demir kafesi' arasında kendine yabancılaşmış, sisteme nasıl ve ne ara tabi olduğunu fark edemeden ömür tüketmiştir. Hem Enrico hem de Giovanni için, bu rutin yaşantı içerisinde ortak olan başka ve çok önemli bir duygu da onurlu bir yaşam isteğidir. Onlar hayatları boyunca kendilerinden uzakta görünen onurlu yaşam ödülünü rutine feda etmişlerdir. Özellikle bir asker olan Giovanni'nin kahraman olma isteği, özlemi çekilen onurlu yaşama yapılan bir vurgu olarak okunabilir. Bauman'ın, kuşatılmış insanlar arasında en çaresiz ve en umutsuz olanların, kendilerinden men edilmiş olan onurlu hayata kavuşmak için hayatlarını isteyerek feda etmelerine yaptığı vurgu bu noktada oldukça önemlidir; "Onurlu bir ölüm onlar için, yaşarken kendilerine men edilmiş onura ulaşmanın son şansı gibi görünmektedir. Bu insanlar kurnaz, becerikli, acımasız ve kalpsiz manipülatörlerin elinde işlenmeye hazır yumuşak birer malzemedir."
Roman içerisinde tabiiyeti sağlayan belirli göstergelere de değinmek yerinde olacaktır. Bunlardan en önemlisi tabii ki Bastiani Kalesi'dir. Kale orta büyüklükte bir yapı olmasına karşın uzaktan oldukça heybetli görünmektedir. Kaleye bakan herkes onun mimari yapısındaki disipline edici gücünden kendini alamaz. Bu noktada işlevinden ziyade, fiziksel yapısındaki etki ele alınmıştır. Ülkemizde de son yıllarda yapılan yapılar fiziksel özellikleri ile ele alınmakta ve söylem onların büyüklükleri üzerinden gerçekleşmektedir. En büyük Adalet Sarayı, hastane, havalimanı, üniversite gibi kavramları, muhtevasından bağımsız bir biçimde sıklıkla duymaktayız.
Roman içerisinde en önemli ikinci gösterge Tatar Çölü'dür. Buzzati'nin, kalenin tam karşısına, hele ki düşman geleceği cihete neden bir çöl koyduğu oldukça manidardır. Çünkü çöle bakan askerler hayatın değişmez ve tekdüze olduğuna ikna olacaktır. Bu değişmezlik içerisinde elbette kendileri de rutine boyun eğecek, arayışta bulunmaya sorgulamaya kalkmayacaklar, tabi olmanın gereğini yerine getireceklerdir.
Ve bizim 'Tatar Çölü'müz!
Türkiye'de uzun zamandır uygulanmakta olan saat uygulaması da belki bizim Tatar Çölü'müzdür. Bilindiği gibi kış aylarında batı illerinde güneş ancak 08:15 civarında doğmakta ve o saate kadar çoktan işlerinin başına geçmiş olan çalışanlar ve okullarına varmış öğrenciler karanlıkta uyanmakta ve yollara düşmektedir. Bu uygulama enerjiden tasarruf etme mantığı ile sürdürülmektedir. Fakat milyonlarca insan üzerinde hayatın aynı kalacağı ve değişmeyeceği psikolojisi yarattığını da söylemek gerekir. Karanlıkta uyuyan ve karanlıkta uyanan insan, yeni bir güne başlayacağına ikna olmamakta haklıdır zira.
Giovanni kaledeki ilk günlerinde, uyumaya çalıştığı saatlerde kulağına gelen suyun damlama sesinden oldukça rahatsız olmaktadır. Fakat zamanla bu sesi duymamaya başlayacaktır. Bu gösterge de onun kaleye alıştığına işaret etmektedir. Hatta kaleye gelişinin dördüncü yılında şehre ailesini ziyarete giden Giovanni, bu sesin eksikliğini hissedecektir.
Althusser ideolojiyi, bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki hayal ilişkilerinin bir tasarımı olarak tanımlar. Giovanni Drogo'nun hiçbir düşman işgaline uğramamış ve düşmanın gelişine dair hiçbir emareye rastlanmamış bir kaleyi savunmaktaki motivasyonunu bu ölçüde değerlendirebiliriz. Hayali de olsa bir düşmanın varlığı her zaman iktidarlar tarafında işe yarar bulunmaktadır. Kitlelerin tabi kılınmasındaki en önemli yöntem maalesef hâlâ bu hayali düşman tehdidi etrafında sürdürülmektedir. Yakın zamanlarda ülkece yaşadığımız seçim dönemlerini ve beka söylemlerini düşünmek yeterli olacaktır sanırım. Belki de sanatın bu çağdaki asli görevi, iktidarların kutuplaştırıcı ve aslında olmayan hayali düşman söylemlerini teşhir etmektir. Bu noktada sinemadan bir örnek vermek gerekirse Emin Alper'in Tepenin Ardı filmi bu tarifimize oldukça uymaktadır.
Dino Buzzati, bekleyişi, yalnızlığı, rutin içerisindeki ataleti, ideoloji yolu ile tabi kılınan insanlığı anlattığı romanı Tatar Çölü ile kişileri etraflarındaki tahakküm araçlarına dikkat etmeye davet etmektedir. Kafkaesk anlatım tarzı ve Tolstoyvari ahlaki önermeleri ile okucuyu kurmaca içerisinde diri tutmayı başarmaktadır. Buzzati kendisinden sonra gelen kuşağı da etkilemeyi başarmış bir yazardır. Albert Camus onun oyunlarını Fransa'da sahnelemiştir. Belki de tüm insanlığa bir hediye olan Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanı, Tatar Çölü'nün son bölümünden feyz alınarak yazılmıştır;
"Tatar Çölü'nde tek kalan, bu yüz yıllık yalnızlık içinde insan düzenini simgeleyen tek şey olan o yolun ince şeridiydi."